KUR’ÂN NESLİ

Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr

Hazret-i Useyd bin Hudayr ile Hazret-i Sa‘d bin Muâz -radıyallâhu anhümâ- gibi, önde gelen iki büyük liderin İslâm’a girmesi karşısında çok sevinen müslümanlar, tekbir getirmişlerdi.

Hayatında ilk defa Kur’ân dinleyip, iliklerine kadar değişen bu iki lider, birer İslâm insanı olmuşlardı artık. Vahiyle ilk defa karşılaşan iki lider, okunan âyetler ile Hazret-i Useyd ve Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anhümâ- oluverdiler. Kur’ân onları yeniden inşâ etti yani!

Mukrî olarak Medine’ye gelen Hazret-i Mus‘ab; insanları Allâh’ın Kelâmı’na, Kur’ân-ı Kerîm’e davet ediyordu. Bir diğer ifadeyle; Allâh’ın kullarına Allâh’ın kelâmını okuyor, Allâh’ın kullarını yine Allâh’ın dînine davet ediyordu.

Hazret-i Useyd ile Hazret-i Sa‘d sahnelerinde de öyle olmuştu. Ancak o; Kur’ân-ı Kerîm’i, eline güçlü ses cihazı alarak, bir tören okuyuşuyla okumamıştı! Bütün sesini verip, makamdan makama geçiş yaparak, önce Useyd bin Hudayr’ı, sonra da Sa‘d bin Muâz’ı etkileme derdine düşmemişti! O, sadece Kur’ân okumuştu! Sadece dilden dudaktan değil, yürekten okumuştu! Dolayısıyla yürekten çıkan kelâm, yüreklere işlemişti! Yürekleri işgal altında olan ya da yüreğini kaybedenlerin yapacağı bir iş değildi bu!

Vahiy, aynı vahiy! Âyet, aynı âyet! Sûre, aynı sûre! Kur’ân, aynı Kur’ân! Biz de okuyoruz onu; ama kendimiz başta olmak üzere, kimsenin hidâyetine vesile olamıyoruz! Bize niye etki etmiyor ya da biz niye kimseye bu anlamda etki edemiyoruz? Kur’ân-ı Kerim ile biz de, niçin yeniden inşâ olamıyoruz! Cevaplarını bekleyen sorular ve çözülmesi gereken problemleri sürekli tekrarlayıp duruyoruz işte!

Kur’ân ile inşâ olan «Asr-ı Saâdet nesli» ya da «Ashâb-ı Kiram», müşrik toplumun fertleriydi. Diğer toplumlardan İslâm’a girenlerin sayıları çok az da olsa; yahudi toplumunun yahudileri olduğu gibi, hıristiyan toplumun hıristiyanları da vardı.

Hayatlarından vahiyden eser kalmamış müşrikler; içinde bocaladıkları çıkmazda, boğulmak üzereydiler. Her şeylerinin merkezine putu koymuşlar, put merkezli bir bataklıktaydılar. Bir diğer mânâda; bütün hayatlarına yansıdığı gibi, gönül dünyaları da, putların işgali altındaydı.

İslâm gelince; vahdeti emrederek, ilk hedefine putu almıştı. Yani içinde putunu çıkardığınız kişi ve toplumun içi, bütünüyle boşalmış oluyordu. Putlardan arındırılmış gönüller; İslâm ile aydınlanınca, yeni bir toplum oluşmaya başlamıştı.

Nereden bakarsak bakalım; sahâbîler, Kur’ân ile sahâbî oldular. Peygamberimiz -aleyhisselâm- ile aynı dönemde, aynı mekânda ve çokça beraber yaşadıkları hâlde, İlâhî vahiy ile başlayan Kur’ân-ı Kerîm’e sırtını dönenler, müşrik olarak kaldıkları gibi, yine Kur’ân ifadesiyle; «aşağıların aşağısı» (et-Tîn, 95/5) diye tanıtılan, içinden çıkılmaz çukurlara düştüler. Kur’ân, kendisine îmân edip onunla hayatını düzenleyen kişileri yükseltir; ona sırtını çevirenleri de alçaltır! Netice itibarıyla Kur’ân varsa, hayat var, Kur’ân yoksa hayat yoktur! Yani her şey Kur’ân iledir; yükseliş de alçalış da!

“Muhakkak ki Allah, bu Kitap (Kur’ân) ile bazı toplulukları yüceltir, bazılarını da alçaltır.” (Müslim, Müsafirîn, 269; İbn-i Mâce, Mukaddime, 16; Dârimî, Fedâilu’l-Kur’ân, 9)

Kur’ân ile insan arasındaki en büyük engel, put ve putçuluktu. İslâm; bu engeli ortadan kaldırınca, Kur’ân ile insan buluşmuş oldu! Kur’ân ile buluşan insan, müslüman oldu.

Şimdi bizim içimizde o kadar çok put var ki! O putların birinden ya da ikisinden arınsak bile, başka putlar kalıyor. Dolayısıyla pek farkında olamazsak da, içimiz-dışımız putlarımızla kararmış gibi maalesef! Bu durumda kendimizi tümüyle Kur’ân-ı Kerîm’e veremiyoruz. Tabiî olarak da, istediğimiz sonucu alamıyoruz.

İçimizdeki ve dışımızdaki bütün putlardan sıyrılırsak, Kur’ân-ı Kerim bize de aynı etkiyi yapacak ve böylece güzel bir Kur’ân nesli oluşacaktır inşâallah.

Kur’ân ile yeni bir hayata; «Merhaba!» diyen Hazret-i Useyd ile Hazret-i Sa‘d, neyi tasdik ile kabul edip, neyi reddettiklerini çok iyi biliyorlardı artık. Aynı zamanda herhangi birileri olmadıklarını da idrak etmişlerdi. Müslüman çok özel insandı çünkü. Allâh’ına kulluğunu bilen her müslüman, Allah nezdinde çok özel bir kuldur! Bunun idrakinde olanlar; hiç zaman kaybetmeden, hemen icraata başlamak durumundadırlar artık…

Hazret-i Useyd bin Hudayr ile Hazret-i Sa‘d bin Muâz -radıyallâhu anhümâ-, yüzlerine yansıyan nûr ile akrabaları olan Hazret-i Es‘ad bin Zürâre’ye döndüler:

–Ey Es‘ad! Mus‘ab bin Umeyr ve mekân hakkında konuşmak istiyoruz.

–Hayırdır inşâallah!

–Hayırdır hayır, şer bitti artık! Mus‘ab bin Umeyr’i buraya kadar kendin getirdin!

–Öyle oldu elhamdülillâh.

–Buradan öyle kolay götüremezsin artık!

–Neden?

–Mus‘ab bin Umeyr şimdiye kadar senin evinde kaldı.

–Evet.

–Şimdiden sonra da bizim evde kalmasını istiyorum.

–Neden?

–Biliyorsun ki, benim evim hem çok büyük ve hem de çok geniş. Hele bir bahçesi var ki, neredeyse bütün Yesrib sığar!

–Öyledir, Allah mübârek etsin.

–«Senin evindeki faaliyetleri bizim eve taşıyalım.» diyorum. Evimi ve bahçemi İslâmî hizmetlere açayım istiyorum!

–Bizim tarafta Mus‘ab olmadan nasıl olacak bu iş peki?

–Tümüyle buraya gelsin ve hep burada kalsın demiyorum ki. Bazı günler bizim evde, bazı günler de sizin evde sohbet ve dersler yaparız.

–Bu olur işte.

–Ben de istiyorum, beni niye atlıyorsunuz?

–Biz de üçe böleriz ey Useyd!

–Beni de aranıza alın, kaça bölerseniz bölün!

–Ama önce bu konuyu Mus‘ab ile görüşelim. Ondan sonra netleştirelim.

–Tamam öyle yapalım.*

Bütün bunlar, hemen sıcağı sıcağına Mus‘ab Hoca’ya anlatıldı. Nasıl uygun olursa öyle yapılmasını istediler. Mus‘ab bin Umeyr de uygun ve olumlu bulunca, hemen hazırlıklara başladılar…

Peygamber Efendimiz’in yolunda olanlar, O’nun rehberliğinde olurlar.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

__________________

* Mehmed EFENDİOĞLU, «Sa‘d bin Muâz», DİA, c. 35, s. 374-375.