EĞİTİMDE ÖĞRETMENİN YERİ

Ali AĞIR aliagir70@gmail.com

“Her medeniyet, kendi insan tipini meydana getirir.”

İnsanın yetişmesi, her medeniyet için önem arz etmektedir. Çünkü yetişmiş ve kaliteli insan, toplumu yönlendirebilir, hayatın akışını değiştirebilir, teknolojiye, bilime katkı sağlar ve yeni neslin yetişmesinde önemli rol oynar.

İnsanın yetiştirilmesi çoğu zaman okullarla, eğitimle olduğu gibi; okul dışında da âdet, gelenek, görenek, töre gibi çeşitli faktörlerle de olabilmektedir. Ancak eğitim çok boyutlu ve hayatın tamamında etkilidir.

Eğitim, medeniyetlerin şahdamarıdır.

Bir milletin değeri, insanının kalitesi ve eğitimine verdiği değerle ölçülür. Zaten eğitimin kalitesi yoksa kâmil insanın yetişmesi de zordur.

Eğitimi kaliteli ve güçlü olan milletler; istikbalde ağaç olacak birçok fidanı yetiştirme gayreti içinde gecesini-gündüzünü bu iş için harcarken, bu yolda hedefe emin adımlarla yürümektedir. Ancak eğitimini millî ve mânevî bir eksene oturtamayan milletler, taklitle yılları hattâ asırları boşa harcamakta, zikzaklı yollarda yalpalamakta ve bunun neticesinde deneme-yanılma yaparak bu süreçte birçok nesli -daha yolun başında- sisteme kurban etmektedir.

Mâzîmiz çok geniş bir yelpazeye, yetişmiş insan noktasında birçok renge ve tarihimiz, çok güçlü köklere sahipken eğitimin kalitesinin düşüklüğü, yetersiz kalışı, niteliğin değil de niceliğin ön plânda oluşu, bugünkü eğitim sisteminin ne kadar zayıf olduğunun bir göstergesidir.

Diğer yandan gönül insanı yetiştiremememiz, eğitimde bâtınî yönün, zâhirin gölgesinde kaldığının bir ispatıdır. Öğretime odaklanıp eğitimden birçok tavizler verilmektedir. Eğitim sistemimizin muhtevâsı, bilgiyi zihne yüklerken gönülleri âdeta aç bırakmaktadır. Yani bilgiyle donanan nesillerimiz; ne yazık ki sevgi, saygı, iyi niyet, hoşgörü, alçakgönüllü olmak, sabır, şefkat, merhamet, güven verme, çalışma, üretme ve mes’ûliyet gibi temel değerler noktasında eksik kalmaktadır. Bu yüzden de organ mafyası için çalışan doktorlar; uyuşturucu çeteleri için gayret gösteren kimyagerler; akşam olsa, mesaiyi bitirsek, ayı tamamlayıp maaşımızı alsak diye düşünen birçok memurlar yetişmektedir.

Eğitimin kalitesini ortaya koyan, artıran en önemli unsur öğretmendir, öğretmenin kalitesidir.

Öğretmen; öncelikli olarak vazifesini, Allâh’ın rızâsını kazanmak için yapmalıdır. Bu niyetle işine gönül verirse Rabbi de işini o derece kolaylaştıracak ve bereketlendirecektir. Çünkü Allah rızâsı için yapılmayan her iş bereketsizdir.

Vahyin muhatabı, bilginin öğrencisi ve Peygamber’in vazifesini yapan biri olduğunun şuurunda olmalıdır. Çünkü gönderilen her peygamber, Âlemlerin Sahibi’nin öğrencisi olmuş, insanlığa yol göstermiş ve bu yolda en önde kendileri yürümüş, örnek olmuşlardır.

Öğretmen ne kadar işini sever, kendisini yetiştirir, öğrencilerinin kalbine dokunabilirse; öğrencileri de hayat bahçesini güzelleştiren çok çeşitli ve rengârenk çiçekler olacaklardır.

Öğretmen; bilgiye ve değişime açık, meraklı, gayretli, fedâkâr, sabırlı, sınıfına hâkim, sevecen, merhametli, iyi bir gözlemci, öğrencilerindeki farklılıkları çabucak anlamak gibi birçok özelliğe sahip olmalıdır. Bu özelliklere sahip olan öğretmenler, derslerin verimli geçmesini ve öğrencilerin daha iyi yetişmesini sağlarlar.

Her gün vazifesine heyecanla gitmeli, bu heyecanını sürekli zinde tutmalıdır.

Üniversiteli olduğum yıllarda bir okula staj yapmak için gitmiştim. Öğretmenlerden birinin dersine girdim. Bizler için hem mesleğe hazırlık hem de tecrübe oluyordu. Ders, gayet güzel geçti. Öğrenciler istekliydi. Ders bitiminde öğretmene teşekkür ederken öğrencilerin istekli olduklarını, rahatça derse katılabildiklerini söyledim. Sonra da öğretmenin yaşını sordum. Kırk sekiz olduğunu söyledi.

“–Hocam, daha otuz beş gibi gösteriyorsunuz. Bu zindeliğiniz nereden geliyor?” diye sordum.

O da şöyle cevap verdi:

“–Her gün okula gelirken içimde bir heyecan dalgası oluşur. Öğrencilerime; «Bugün ne öğretebilirim, nasıl daha verimli olabilirim, ne yaparsam bu öğrencileri başarılı kılabilirim?» düşüncesiyle gelirim. O aşkı, o heyecanı hiçbir gün yitirmedim. Biliyorum ki bu aşk, bu heyecan biterse artık öğretmenlik yapamam. Bu yüzden yaşımdan daha genç gösteriyorum.”

Öğretmenliği; yük olarak, para kazanmak için değil de hayata mânâ katmak, zamana mühür vurmak, geride yüzlerce yetişmiş insan bırakmak gibi düşündüğümüzde; işimiz daha çok kolaylaşacak, yorgunluğumuz azalacaktır.

Allah Rasûlü -aleyhisselâm-; hiçbir zaman yorgunluk, bıkkınlık göstermemiş ve her bir öğrencisiyle birebir ilgilenmiştir. İlginin, sabrın ve gayretin neticesinde muhâcirin ve ensârın önceki ve sonraki hâllerini karşılaştırdığımızda nasıl bir değişim gösterdiklerini hayretle okuyoruz. Okudukça asr-ı saâdet toplumuna hasretimiz artıyor. Bir Peygamber’in değişimdeki etkisini rahatlıkla görebiliyoruz. Öğretmenlerin de elinden geleni yapması, yaparken de Peygamber’in izinden yürüdüğünü hissetmesi oldukça önemlidir.

Hiçbir öğrenci asla ilgiden, sevgiden uzak bırakılmamalı ve ne olursa olsun hiçbir şey için hebâ edilmemelidir.

Özellikle arkadaşları yahut ailesi tarafından dışlanmış, derslerden kopmuş öğrencilere daha fazla ilgi göstermek gerekir. Çünkü bu öğrenciler, ilgi çekmek adına farklı tavırlara girmekte ve dersin akışını bozmaktadır. Özellikle akıl bâliğ olma çağındaki öğrenciler, bu sıkıntıyı daha çok yaşamaktadırlar.

Karaman’ın Başyayla ilçesinde aynı okulda çalıştığım fen bilimleri öğretmeni Şaban ÖTER, bu türdeki öğrencilerin üzerindeki ölü toprağını silkelemekte ve bu öğrencileri derse katabilmekteydi. Bunu nasıl başardığını sorduğumda şöyle söylemişti:

“–Bu öğrenciler en garip öğrencilerdir. Çünkü arkadaşları onları sevmez, onlara ilgi göstermez, onlardan uzak dururlar. Öğretmenler de onları dışlar, değerli olduklarını hissettirmezler. Öğretmenler; şayet onların hayatla bağlarını koparırlarsa, o öğrenciler bu topluma yük olur, suça yönelirler. İnsanların nefret ettiği kişiler hâline gelirler.

Önce, onlara sınıfta olduklarını hissettiririm. Yanlış da cevap verse derse katmaya çalışırım. Bazen şaka yaparım. Gün gelir, sınıfı, bilgisayarı ona emânet ederim. Yavaş yavaş kendilerinin değerli oldukları hissetmeye başlarlar. Bir süre sonra da diğer öğrencilerden hiçbir farklarının kalmadığını anlarlar. İşte o zaman asıl vermek istediğimi veririm.”

Mesleğinin farkını bilen, vazifesinin hakkını veren bir öğretmen böyle olmalıdır.

Zaman zaman bazı kişilerden;

“–Öğretmenlerin birçoğu mesleğini, para için yapıyor, sadece parayı ve tatili düşünüyor.” gibi ifadeler duyuyorum. Hakikaten çok üzülüyorum. Elbette bu işi para için yapan, derslerine geç girip erken çıkan, öğrenciyi ve ailesini okuldan soğutan öğretmenler yok değil. Ancak gördüğüm öğretmenlerin büyük çoğunluğu mesleğine âşık, gayretli ve fedâkâr. Öğrencileri kendi evlâtları gibi sevmenin, evine gittiği zaman bile; «Falan öğrenci için ne yapabilirim?» diye düşünmenin, başarısızlıklarına üzülmenin, okul dışında da öğrencisiyle ilgilenmenin, yıllar geçse bile herhangi bir başarısını duyduğunda en az öğrencisi kadar sevinmenin maddî bir karşılığı yoktur.

Öğretmenliğin mukaddes bir vazife olduğunun şuurunda olanların geceleri; vicdan azâbından uzak, yarınları gökkuşağından süzülmüş gibi rengârenk olacaktır.