DİN ve VATAN

Zahit GENÇ genczahit@gmail.com

İnsan olarak muhtaç olduğumuz maddî ve mânevî birçok değerler vardır. Bunlar içerisinde en önemlileri; din, vatan ve bayraktır.

Din, esas itibarıyla mânevî yönümüz olmakla beraber maddî hayatla; vatan ise coğrâfî bir alan olarak, maddî bir toprak parçası olduğu hâlde mâneviyatla irtibatlı yüce değerlerdir.

Bir yere vatan denmesi için, üzerinde doğup büyümek yeterli değildir. Öyle olsaydı gurbette doğup büyüyen nice gurbetçilerimizin çocuklarının orayı vatan bilmeleri gerekirdi. Hâlbuki onların gerçek vatanları; henüz görmeseler de ecdâdının yattığı, milletinin yaşadığı, bayrağının dalgalandığı bu topraklardır.

Halk arasında; «Doğduğum ve doyduğum yer vatanımdır.» diye söylenen bir söz vardır. Bu bir ülke içindeki bölgeler için geçerli olabilir. Veya aslını, asâletini, soyunu, kültürünü, inancını kaybedenler için de kabul edilebilir. Ama öyle olmayanlar için vatan, milletinin hür olarak yaşadığı, hükümran olduğu yerlerdir.

Geçmişte çeşitli milletlerin hayat sürdüğü ve değişik medeniyetlerin izlerini hâlâ içinde saklayan Anadolu’muzu düşünelim. Atalarımız buraları yurt edinmeden önce, bu topraklar bizler için yabancı yerlerdi.

Bu toprakların bizim için vatan olması öyle kolay olmadı. Malazgirt’te binlerce yiğidimizin yerlere serilen bedenleriyle açılan vatan kapımız bundan sonra da asırlar boyunca; nice yıllar yapılan dehşetli savaşlar, mücadeleler ve şehidlerimizin kanlarıyla yoğrularak bugünkü hâle geldi.

Hayatta her şeyin bir bedeli vardır. Bazı şeyler parayla, bazıları bağışla, hatırla alınır ama vatanın bedeli kandır, candır.

Tarihimize baktığımızda görürüz ki bu vatan için sadece Çanakkale’de. Sarıkamış’ta (Allâhu Ekber Dağlarında) fedâ edilen canlar yüz binleri bulur.

Vatan savunması ile ilgili kumandanından erine kadar tarihimizde ibret alınacak o kadar çok kahramanlıklar, fedâkârlıklar, duygulu hâtıralar var ki…

«Tarihe Yolculuk» isimli eserinde Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi de gönlü Allah, Peygamber ve vatan muhabbeti ile dolu olan kahraman ordumuz için şunları söyler:

“Kumandanından erine kadar bütün bir ordu, fedâkârlık toprağında ekilmiş tohumlar gibiydi ki, o tohumlar kanlarla sulanıyordu…

Tarih; din ve vatan uğrundaki fedâkârlığı onlardan öğrendi…

Zira gönüllerinde canlarından daha aziz bir vatan sevgisi vardı…

… Can ve malın Allah yolunda, vatan ve millet uğrunda fedâ edilebilmesi de, kulun Rabbine karşı muhabbetinin en güzel bir tezâhürüdür. Bunun içindir ki:

«Vatan sevgisi imandandır…» buyurulmuştur.”

İşte bu toprağın vatan olabilmesi için;

Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.

sözündeki gibi, vatan için ölebilmek gerekir.

Prof. Dr. Remzi Oğuz ARIK «Coğrafyadan Vatan’a» kitabında der ki:

“İnsanların ilk yerleştikleri yerler, başlangıçta bir coğrafya parçasıdır. Zamanla insanlar o coğrafyayla bütünleşir, kaynaşır. O topraklara kendi isimlerini verirler veya oraların isimlerini alırlar. İşte bu andan sonra, coğrafya parçası bir vatan olmuştur.”

Bu sebeplerle vatan; inancın hayat bulduğu, örfün, âdetin yaşandığı, kültürün oluştuğu, tarihle coğrafyanın kaynaştığı, gönlün coştuğu, bayrağın dalgalandığı, mâbedlerle süslenen, ezanlarla ses veren, bir milletin mutlu, huzurlu, hür olarak yaşadığı bir ülkedir.

Süleyman Nazif’in dediği gibi;

“Vatan sağlığa benzer, değeri kaybedilince anlaşılır.” İnsan vatanını kaybetmeye görsün, dünya zindan olur ona…

Ayrıca; bu topraklarda camilerin yapılmasını, minarelerin yükselmesini, insanımıza duyulan sevgi ve hürmeti, geçmişlerimize beslenen saygıyı, onların rahmetle anılmasını sağlayan da sahip olduğumuz dînimiz-inancımız değil mi?

Bugün bu topraklarımızı yücelten, şehidlerimize bu yüce mertebeyi veren, gazalarda destanlaşan yiğitlerimizi fedâkâr yapan ve kahramanlaştıran, bu yerleri vatan kılan yine o inanç ve îman değil mi?

Görülüyor ki; bir yerin vatan olabilmesi için, üzerinde dalgalanan bir bayrak, atalarımızdan bizlere miras kalan binlerce hâtıra ve değerler gereklidir.

Uğrunda ölünmeyen, destanları yazılmayan, yanık türküleri söylenmeyen, îman ve inançla hayat bulmayan, mabedlerle taçlanmayan, ezanlar yankılanmayan bir yer bize vatan olamaz.

Bir yazarımız da şöyle der:

“Zaman olur yiğitler vatan için cenge koşar, kan karışır toprağa; zaman olur barış içinde sevgi yeşerir, çiçek açar. Bu özelliğinden dolayı vatan; bazen acı ve hüzün, bazen şan ve şöhretle yaşanmış bir mâzîden kalan mirastır.”

Vatan, atalarımızın ve bizim şerefimizdir. Vatan; umudumuz, hayatımız, her şeyimizdir. Vatan, bizim kutlu ve mutlu hayat sürecek varlığımızdır.

Bu vatan ki, hem maddî hem mânevî yönü olan bir varlıktır.

Maddî yönüne baktığımızda; dağları, taşları, ovaları, denizleri, yolları, yamaçları, dereleri, tepeleri, ormanları, ağaçları, kuşları ve çiçekleri ile bütünleşmiş, sınırları çizilmiş bir toprak parçasını görürüz.

Bu vatan ki; bereketli ovalarıyla, kıraç topraklarıyla, yemyeşil ormanlarıyla, kupkuru tepelerinin maddî olarak değerleri farklı olsa da mânevî olarak aynı olduğu bir mekândır. Bir karış toprağına binlerce can fedâ edilir.

Mânevî yönüne baktığımızda ise vatan; üzerinde yaşayan ve adına millet dediğimiz insanları birbirlerine bağlayan; «İnanç, tarih ve ülkü birliğidir.» Maddî ve mânevî değerlerin oluşturduğu kültür zenginliğidir.

Bu sebeple vatan toprağı, sadece üzerinde yaşayan milletler için vazgeçilmez bir değerdir. Bu değer de aslında insanın varlığından, değerinden kaynaklanır.

Ulu Hakan 2. Abdülhamid Han der ki:

“Kılıçla alınan vatan para ile satılmaz.”

Bu hususta Hazret-i Ali Efendimiz de buyurur ki:

“Şahsınıza kötülük eden bir düşmanı affediniz. Lâkin vatanınıza ve milletinize kötülük eden bir kimseyi asla affetmeyiniz.”

Vatan için zaman olarak; geçmiş, gelecek ve içinde yaşanan an hepsi mühimdir.

Bu dünyadan göçüp gitmiş, yer altında yatan ile yer üstünde hayat süren devamlı birbirleriyle irtibatlıdır. Bir mezar taşı bile bizim için çok şey ifade eder. Ecdâdı rahmetle anıp duâlarla yâd etme, gönüllerde yaşatma evlâtların en başta gelen vefâ borcudur.

Yüce milletimizin îmanlı gönüllerinde yer eden, dillerinde duâlaşan;

“Dünyada mekân, âhirette îmân” sözünü; «Dünya âhiretin tarlasıdır, burada îmânımızla güzel bir kulluk yaşayıp âhirette mekânımız cennet olsun!» şeklinde yorumlayabiliriz.

Millî şairimiz de bu sözü İstiklâl Marşı’nda;

Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı,
Cânı, cânânı, bütün vârımı alsın da Hudâ
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.

mısraları ile ne güzel ifade eder.

Velhâsıl vatan; mâbedler inşâ ettiğimiz, secde için baş koyduğumuz, izzetimizle alnı ak, başı dik hür yaşadığımız hem dünya için hem âhiret için çalıştığımız en yüce değerlerimizden birisidir.

Ne dinsiz bir millet, ne bayraksız bir vatan olamaz. Olsa da böyle bir toplum hayatta huzur bulamaz. Ezandan rahatsız olanda îman, bayraktan huzursuz olanda vatan duygusu bulunmaz.

Bütün bu gerçeklerden dolayıdır ki; din de, vatan da, âhiret de inanan insan için en kudsî değerlerdir.