CENNET ÇİÇEKLERİ

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

Çocuklar hep bir ağızdan bağırıyorlardı:

“–Hocam bir daha anlatın ne olur Sultanahmet Camii’nin kaç minaresi var! Selimiye Camii nerede!”

Bursa’daki Keşiş Dağı’nın eteklerindeki Cumalıkızık köy mescidinin imamı, Kur’ân kursuna gelen talebelerine yeniden anlatmaya başladı.

Köyün yeni camisi bitmek üzereydi, imam efendi de onun hevesiyle çocuklara gördüğü Sultanahmet Camii’ni, Edirne’deki Selimiye Camii’ni anlatıyordu.

O zamanlar fotoğraf olmadığı için imam efendi, çocukların hayal dünyasına hitap edecek tarzda anlattıkça anlatıyordu.

Fakat çocukların hevesi bir türlü dinmek bilmiyordu; en sonunda çocuklara söz vermek zorunda kaldı, en azından o camilerin resimlerini çocuklara gösterecekti.

İmam Efendi; o akşam düşündü taşındı en sonunda bir nâme yazmaya karar verdi, yazdı da. Nâmeyi erzak almak üzere Bursa’ya gelen payitahttın mutfak tedarikçisi Selman Ağa’ya verdi. Selman Ağa; nâmeyi sarayın baş aşçısı Cemal Usta’ya, Cemal Usta da bir zamanlar has kilere bakarken tanış olduğu ve sadâret makamına kadar yükselen Melek Ahmed Paşa’ya verdi.

Nâmede şunlar yazılıydı:

Cânım Efendim;

Köyümüz Kur’ân kursu talebelerimizin, ecdâdımızın yaptırdığı camilere karşı büyük merakı vardır.

Köyümüze yeni bir cami yapılmaktadır. Vazifelendireceğiniz «dîvar nakkaşı»nın camimizin duvarlarına yapacağı nakışlar sayesinde bu çocukların merakları bir nebze dinecek, benim de hadîs-i şerifte beyan buyurulduğu veçhile bu «cennet çiçekleri»ne verdiğim söz yerine gelecektir inşâallah.

“Çocuklara verdiğiniz sözü harfiyen yerine getirin. Eğer yerine getirmezseniz (onların çocuk olduğuna bakılmaz) size yalan (günahı) yazılır.” (Bkz. Ebû Dâvud, Edeb, 80)

Sağlığınıza duâcıyız Efendim.

Çocukları çok seven, bir rivâyete göre de bu sebeple ismine Melek lakabı eklenen Melek Ahmed Paşa hemen yeğeni Çelebi’yi çağırttı ve tâlimâtını verdi:

“–Heyetini topla Bursa’ya gidiyorsun!”

Heyet; Muharrem ayının ilk cuma günü kuşluk vakti İstanbul Sarayburnu’ndan bir yelkenliye biner. Yelkenlide bulunan sâzendelerin tekbir ve ilâhîleriyle yola koyulurlar.

İlk durakları Dârıhâl (Mudanya) olur. Cuma namazını burada kılarlar.

Namazdan sonra atların çektiği bir faytona binip, üzüm bağlarının arasından yapılan yoldan geçerken dervişlerin zikirleri duyulur:

–Hû Allah! Hû Allah!

–Yâ Hû Allah! Hû Allah!

–Hû Allah! Hû Allah!

–Yâ Hû Allah! Hû Allah!

Onlar da dervişlere eşlik ederler.

Bunlar; bilâ bedel karın tokluğuna çalışan, yol yapan dervişlerdir.

Altı saatlik bir yolculuktan sonra ipek yurdu, eski Osmanlı’nın başkenti Bursa’ya ulaşırlar.

Heyettekiler; kâh kendi işleriyle iştigal eder, kâh yapılacak işlerin plânını yaparlar.

Çelebi de yol boyu gördüklerini; Bursa’nın imâretlerini, aşağı kalesini, camilerini, hanlarını, medreselerini, tekkelerini, kervansaraylarını, çeşmelerini, değirmenlerini, hamamlarını, çarşı ve pazarlarını, tatlı havası ve suyunu, yiyeceklerini kaleme alır:

“Evvelâ has ve beyaz somunu İstanbul’un Tophane somunu lezzetinde ve beyaz çakıl ekmeği bir diyara mahsus değildir, beyaz katmer gül gibidir. Katmer işi, kâhisi, gözlemesi ve beyaz tandır kirdesi de bu şehre mahsustur. Kirde kebabı da gayet tazedir. Zira koyunları Keşiş Dağı’nda otlayıp, yol zorlukları çekip zayıflamadan boğazlanırlar. Gayet semiz etleri olduğundan, Kirde kebapları meşhurdur. Ve tahinlisi ve beyaz misk kokulu helvası…”

Heyetin geleceği haberini alan köy halkı, başta çocuklar olmak üzere köyün girişinde beklemektedir.

Davul zurna eşliğinde karşılanan heyet ikramlanır, yedirilir, içirilir, hemen cami ziyaret edilir. Dîvar nakkaşı da keşfini yapar, heyet istirahate çekilir.

Sessiz ve sakin bir ortamda çalışmayı seven, çocukların şamatasından pek hoşlanmayan dîvar nakkaşı ustamız geceleri çalışmaktadır.

Ustamız gece yarısı birkaç saat çalıştıktan sonra karnını bir güzel doyurup, misafir edildikleri eve gidip istirahat etmektedir.

Fakat meraklı çocuklar, sezdirmeden gizlice onu seyretmektedir.

Bir gece yine çalışmayı sonlandırıp yemeğini bitirdikten sonra istirahate yollanırken sıkı sıkıya tembih edilmelerine rağmen, çocuklardan biri tıksırır. Ona kızan diğerleri de şamataya katılınca, bunu beklemeyen ustamız birden ürker ve koşmaya başlar.

Gece yemelerinin bir sonucu olsa gerek, balıketi olmaktan biraz daha hâllice olan ustamız; köy ahalisinin cin aralığı denilen daracık sokağına sapar ve girer girmez de duvarların arasına sıkışır kalır. Utancından ses de çıkaramaz. Bir süre o sıkıntılı hâlde kalan ustamız, yine çocukların haber vermesiyle oradan kurtarılır da ertesi gün çalışmasına devam eder. Tabiî artık çocukların şen şakrak çığrışmaları eşliğinde, bu vesileyle gece yemelerinden vazgeçmiştir herhâlde.

Bununla beraber Çelebi’nin seyyahlığının da bu seyahatle başladığı ve tabiî buna çocukların vesile olduğu rivâyet edilirse de iyi edilmiş olur, çünkü kuşu ölen bir çocuğa tâziyeye giden bir Peygamber’in ümmeti olarak neslimizi ve değerlerimizi yaşatacak olan çocuklarımıza değer vermek zorundayız vesselâm.