TEVBENİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com
İlk tevbe Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ile başladı:
“Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (el-A‘râf, 23) niyazıyla başlayan tevbe, ilk insanın yüce Rabbine yaptığı ilk pişmanlık yakarışlarıydı. Daha sonra gelen insanların yaptıkları tevbeler, bu samimî yakarış zincirlemesine tâbî olmanın ifadeleriydi.
Tevbe konusu; mukaddes kitâbımızda tam 87 defa tekrarlanan, müslümanlar için gayet ehemmiyetli bir husustur. Tevbe; mü’minlerin Allah Teâlâ’nın yasakladığı davranışları işlediğinde pişmanlık içerisinde Cenâb-ı Hakk’a arz ettiği yalvarış, yakarış ve bağışlanma talebidir. Tevbe; işlenen günahın giderilmesi, yanlışın telâfisidir, günahlardan pişmanlık duymaktır, günahı unutmamaktır. Tabiî burada pişmanlığı temin edecek iç motivasyon çok önemlidir. Maalesef bugün bu iç motivasyon kanalları tıkalı olduğu için, insanlar Hak kapısına koşup mânevî bir arınma iklimine giremiyorlar. Sürekli günahlarla haşır neşir olan insanlar; inandıklarından hızla uzaklaşıyor, yaşadıkları yanlışları kendi doğruları hâline getirerek göz göre göre sonu hüsran olan âkıbete doğru koşarcasına ilerliyorlar. Bu korkunç bir manzaradır!
Tevbe, hakikatte zihinde tasarlanan güzel bir davranışın rûhî boyuta yansımasıdır. Gönlün hayrı işlemeye meyilli hâle gelmesidir. Bu durum elbette nasip işidir. Herkese tevbe etmek nasip olmaz. Rasûlullah -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz’in;
“Ben günde yetmiş kereden fazla tevbe ve istiğfâr ediyorum.” (Buhârî, Deavât, 3) îkazını unutmayalım. Bilinsin ki her günah rûhu aşındırır. Hemen telâfisine bakılmazsa ruhtaki hassâsiyet kaybolur, îman zayıflar. Bunun neticesinde mü’min, günahları rahatlıkla işleyen bir kişi hâline gelir. Tabiî bu hâl, müslüman için kötü bir durumdur. Ama eğer mü’min; pişmanlıkla günahından tevbe etmeye yönelirse, «kulluk şuuruna» geri dönmüş olur. Yaptığı tevbenin neticesinde bağışlanmış olabileceğini düşünen mü’minin içi huzurla dolar, yüce Allâh’ın rahmetine erişir, böylece kişinin îmânı kuvvetlenir. Yüce Allah, Kitâb-ı Hakîm’inde buyuruyor ki:
“Ancak tevbe ve îmân edip iyi davranışta bulunanlar başkadır; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah; çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir. Kim tevbe edip iyi davranış gösterirse; şüphesiz o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allâh’a döner.” (el-Furkān, 70-71)
Peygamberimiz -aleyhisselâm- da;
“Her Âdemoğlu günah işler. Günah işleyenlerin en hayırlısı, tevbe edenlerdir.” (Tirmîzî, Zühd, 30) buyuruyor. Rasûlullah -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz; ashâbına, günahtan kurtulmanın yolu olarak tevbeyi tavsiye etmişlerdir. Hazret-i Allah -celle celâlühû-; kullarının günah işledikleri zaman tevbe etmelerini, o hatalarından vazgeçmelerini ve kendisinden bağışlanma talep etmelerini istiyor. İşte bunun delili olan âyet-i kerîme:
“Rabbinizden mağfiret dileyin ve O’na tevbe edin ki, belli bir süreye kadar sizi güzelce geçindirsin ve her fazîlet sahibine fazîletinin karşılığını versin. Eğer yüz çevirirseniz, o zaman ben doğrusu hakkınızda büyük günün azâbından korkarım.” (Hûd, 3)
Tevbe aynı zamanda Hazret-i Allâh’a yakınlaşma hâlidir, dolayısıyla bir zikirdir. Müslüman bu zikirden yüz çevirirse, Allah -azze ve celle- de ondan yüz çevirir. Allah Teâlâ’nın yarattığı kulundan yüz çevirmesi, kul için en istenmeyen durumdur. Bir kul yaşadığı müddetçe; bu fecî duruma düşmemeli, devamlı teyakkuzda bulunmalıdır.
Müslümanların nefislerinin arzuladıkları, eğer yüce Yaratıcı’nın; «Yapmayın! Bulaşmayın!» diye men ettiği şeyler ise; müslümanların onlara hiçbir şekilde tevessül etmeyip hevâ ve heveslerine kapılmadan, Allah Teâlâ’nın gösterdiği dosdoğru çizgiden sapmamaları gerekir. Aksi hüsrandır. Akıl sahibi mü’minler; Cenâb-ı Hakk’ın gazabına sebep olacak günahlarla aralarına mesafe koyarak, haramlardan uzak dururlar. Bu hususta gösterilen ihmalkârlık ve gevşeklik, kişiyi günahlara meylettirir. Mü’min kişi; Rabbinin her an kendisini görüp gözettiğini düşünerek, Allah Teâlâ’nın hoşlanmayacağı yanlış bir işe kalkışmamalıdır.
İnsanların işlediği her bir günah, aslında yüce Yaratıcımız’ın emirlerine muhalefet etmenin bir başka adıdır. Bu hakikaten büyük bir yanlıştır. Kişileri ve toplumları helâke sürükler. Tarih bunun şahididir. Nice günahkâr kişiler ve kavimler helâk olmuşlardır. Hâlbuki tevbe ederek beşerî zaaf ve yanlışlıklarından kurtulan mü’minler; Allah Teâlâ’nın engin rahmetinin kuşatıcılığına ve affediciliğine inanır, güvenir. Neticede ruhları huzur bulur. Îmanlı insanlar; ne kadar günah işleseler, yanlışa düşseler dahî sonsuz bir bağışlanma kaynağından beslendiklerini asla hatırdan çıkarmamalı, Cenâb-ı Hak’tan ümitlerini kesmemelidir. O’na teslim olanlar O Kādir-i Mutlak’ın teşvikleriyle tevbeye yönelirler. O -celle celâlühû- şöyle buyuruyor:
“Rabbinize yönelin. Azap size gelmeden önce O’na teslim olun; sonra yardım görmezsiniz.” (ez-Zümer, 54)
Tevbe aslında ibâdet hüviyetine sahip kişinin maddeten ve mânen temizlenmesine vesile olan bir mefhumdur. Kişilerin bu mefhumu samimiyetle, içtenlikle yerine getirmesi beklenir. Yoksa tevbe edip; tekrar tekrar aynı günaha geri geri dönmek, doğru olmaz. Bu iş, yazboz tahtası değildir. Bu sebeple «ciddî bir kulluk şuuruyla» tevbe edilmelidir. Ayrıca önce terk edip sonra aynı yanlışı bir daha yapmak kişinin psikolojisini de menfî etkiler, güven duygusunu zedeler, içini vicdan azâbı kaplar, îmânı zayıflatır. İnsanda tutarsızlık ve şahsiyet zâfiyeti oluşur. Tabiî bunlar tasvip edilir şeyler değildir. O zaman müslümanlar her hâl u kârda daima kul olmanın ciddiyetiyle işlerine sarılmalı ve her işlerinde Allah -azze ve celle-’nin emirlerine uygun hareket etmelidirler. Bu hâl; mü’mini, hem dünyada hem âhirette mesut ve bahtiyar kılar.
Tevbe de dâhil her İslâmî mefhumun tahrif edilmeden gayesine muvâfık kullanılması, müslümanın kendi faydasınadır. Günümüzde kavram ve değerlerin içinin boşaltılması sonucu, İslâm âlemi bugünkü zor ve zelil durumlara düşmüştür. İslâm ahlâk esaslarının ciddiyetle yaşandığı toplumlar, her devirde huzur toplumu olmuşlardır. Tevbenin terk edilmediği çokça yapıldığı toplumlar, rahmet ve berekete nâil olmuş mutlu topluluklardır. Ne zaman ki fertlerde ve toplumlarda günahlar çoğaldıysa, azgınlık ve bozgunculuk yayıldıysa bilinsin ki bu, tevbesizliğin neticesidir. Nerede bir felâket varsa orada tevbesiz insanlar vardır. Buna insanlık tarihi şahittir. Günümüz manzarası, bunun en bâriz delilidir.
Pek tabiîdir ki; hatasız kul, günahsız mü’min olmaz. Günahsız insanlar sadece peygamberlerdir. Her insan yanlışa kayabilir, isteyerek veya istemeyerek günahlara dalabilir, bilerek yahut bilmeyerek kötülük işleyebilir. Önemli olan yanlışta, günahta ısrar etmemek; hemen tevbe ipine sarılmaktır. Cenâb-ı Hak bu hususta;
“Yine onlar ki; bir kötülük yaptıklarında ya da kendilerine zulmettiklerinde Allâh’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe ve istiğfâr ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar; işledikleri kötülüklerde bile bile ısrar etmezler.” (Âl-i İmrân, 135) buyurur.
Başka bir âyet-i kerîmede de;
“Allah; kötülüğü bilmeyerek yapıp da, hemen tevbe edenlerin tevbesini kabul etmeyi üzerine almıştır. Allah, işte onların tevbesini kabul eder. Allah Bilen’dir, Hakîm olandır.” (en-Nisâ, 17) buyuruluyor.
Bu arada;
«Nasıl olsa tevbe ederim.» diyerek günah işlemeye devam etmek, günah işledikten sonra tevbe etmeyi ihmal etmek yahut geciktirmenin, kişileri fecî bir âkıbete doğru sürüklediğini belirtmiş olalım. Bir kere tevbe ettikten sonra tekrar aynı günaha dönmemek için; azimli olmalı, kendine güvenmeli, müstakîm çizgiden sapmadan hayat yolu yürünmeli, Hakk’a dayanmalı, yanlış çevrelerden, kötü arkadaşlardan uzak durulmalıdır. Zira menfî ortamlar, nice güzel insanları ziyan ediyor.
Günah işleyen müslümanların; ruhlarında sıkıntı, gönüllerinde yıkıntı, yüreklerinde üzücü sarsıntılar olur. Kulluğunun idrâkinde olan mü’minler; derhâl yüce Allah Teâlâ’ya yönelerek yalvara yakara, hatasından pişmanlık duyarak, samimiyetle tevbe etmelidir. Bu hâl Allah -azze ve celle-’nin hoşuna gider. Çünkü O -celle celâlühû- tevbe edenleri sever.
“… Allah; şüphesiz daima tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever.” (el-Bakara, 222)
Tevbe; kişiyi mânen temizler, rahatlatır, içini boşaltır. Bunun tam tersi günah işleye işleye tevbeyi unutan insanlar ise, bir türlü iç sıkıntısından kurtulamazlar. Böyleleri günahlarla kol kola yaşadıklarından, günahlardan rahatsızlık duymazlar, vicdânî melekeleri körelmiştir. Başlarına gelen sıkıntıların Allah Teâlâ’dan gelen cezalar olduğunun farkında olmazlar. Onlar hep kaderi ve hayatı suçlarlar. Tevbesizlik, insanların kalplerini karartır âdeta gözlerini köreltir de onlar bir türlü hakikati idrak edemezler. Veyl olsun onlara!
Günahtan nefret, tevbenin kabulüne delildir. Bu sebeple tevbelerin öyle kuru kuruya değil; samimiyetle, içtenlikle bir daha o günahı tekrarlamamak niyetiyle yapılması gerekir. Eğer kişinin içinde günah işleme meyli varsa, pek tabiî ki yaptığı tevbenin etkisi olmamış demektir. Böylesi tevbeler, «âdet yerini bulsun» cinsinden tevbelerdir. Burada aslolan günaha meyil tesirinin azaltılmasıdır. Bunun için gerekenler ivedilikle îfâ edilmelidir.
İnsanın dilindeki tevbe talebinin rûha sirâyet etmesiyle hakikî tevbe gerçekleşir. Tabiî gözyaşıyla yapılan tevbeler ne güzeldir! Rahmete vesiledir. Başka önemli bir husus da şudur; mü’min;
«Bunca günahlı bir ortamda, nasılsa tevbe eder kurtulurum.» anlayışıyla hareket ederek rahat davranamaz, davranmamalıdır. Bugün maalesef etrafımızda, bu sâikle hareket edenleri üzülerek görmekteyiz. Kalplerin özünü bilen yüce Allah -celle celâlühû-’dan hiçbir günahlı düşünce gizlenemez.
Devamlı tevbeyi bozanlar ise şeytanın oyuncağı hâline gelirler. Bu hususta Cenâb-ı Hak yüce kitâbında buyuruyor ki:
“Belki Rabbiniz size merhamet eder; fakat siz eğer yine (fesatçılığa) dönerseniz, Biz de sizi yine cezalandırırız. Biz cehennemi kâfirler için bir hapishâne yaptık.” (el-İsrâ, 8) Allah Teâlâ bir başka âyet-i kerîmede ise şöyle buyurur:
“Ey inananlar! Yürekten tevbe ederek Allâh’a dönün ki; Rabbiniz kötülüklerinizi örtsün, sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koysun. Allâh’ın Peygamber’ini ve onunla beraber olan mü’minleri utandırmayacağı o gün, ışıkları önlerinde ve defterleri sağlarından verilmiş olarak yürürler ve; «Rabbimiz! Işığımızı tamamla, bizi bağışla, doğrusu Sen her şeye Kādir’sin.» derler.” (et-Tahrîm, 8)
Bütün bunlara ilâveten mü’min kişi;
«Nasılsa benim çok günahım var, Rabbim beni affetmez!» de dememelidir. Müslümanlar; her zaman Cenâb-ı Hak’tan ümitvâr olarak O’nun kapısından ayrılmamalı, çokça tevbeler yapmalı, Allah -azze ve celle-’nin huzûrunda pişmanlık hislerini en kalbî duygu ve sözlerle ifade etmelidir. Ama tabiî paragrafın başında belirtilenin tam aksine;
«Nasıl olsa yüce Mevlâ çok affedicidir, bağışlayıcıdır.» diyerek yaptığı tevbeye de güvenmemelidir. Yani «havf ve recâ = korku ve ümit» arasında olmalıdır. Zira yüce Mevlâ’nın;
“Ey İnsanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evlâdı, ne evlâdın babası nâmına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Allâh’ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allâh’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.” (Lokmân, 33) âyet-i kerîmesi unutulmasın.
Hâsılı tevbeyi özetlersek;
Yanlışı görmek, cennete yönelmektir tevbe. Geçmişi düzeltmek, geleceğe yön vermektir tevbe. Kayıptan kazanca dönüştür tevbe. Gönle isabet eden günah ateşini söndürmektir tevbe. Yanlışı yıkmak, doğruyu yeniden inşâ etmektir tevbe. Yüreğin çirkinliklerinden güzelliklere inkılâptır tevbe. Rûha sızan günah mikroplarını yok eden ilâçtır tevbe. Şerden hayra çıkmanın adıdır tevbe. Ve tevbe Hazret-i Allah -celle celâlühû-’nun rahmet kapısıdır, o kapı mütemâdiyen herkese açıktır.
Efendim, yazımızı dua mâhiyetinde şu âyet-i kerîmeyle sonlandıralım:
“Ey Rabbimiz! Bizi Sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de Sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibâdet usûllerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak Sen’sin.” (el-Bakara, 128)
Âmîn, âmîn, elfü elfü âmîn…