İMTİHANLI BİR İBÂDET: KURBAN

Halil KAŞIKÇI

➢ Allah Teâlâ’dan istenen evlât,

➢ Verilen söz,

➢ Fedâkârlığın zirvesi,

➢ Teslîmiyetin en üst noktası ve mükâfâtı,

➢ İbrahim -aleyhisselâm-, İsmail -aleyhisselâm-, Cebrâil -aleyhisselâm-, koç ve kurban!

İmtihan için geldiğimiz bu dünyada, imtihanların en büyüğü; aracısız, şartsız tam teslîmiyet ile cânı fedâ etmenin mutluluğu, sevinci ve ateşin gülistan oluşu.

Nasıl bir muhabbet ve bağlılık ki, isminin bir defa anılmasına karşılık vazgeçilen mal.

Bir fânî için en büyük pâye, en yüce makam dost olmak, dostluğa kabul edilmek ve; «Dostum!» diye hitaba mazhar olmak.

Evet! Kurban deyince, bayram yaklaşınca yaşamaya hasret çektiğimiz, gıpta ettiğimiz, kıskandığımız bir hayat, bir kıssa, bir örnek…

Allah -celle celâlühû- istifade edenlerden eylesin.

Kurban, bendeniz için daha ayrı bir mânâ taşıyor.

Yirmi yıla yakın bir zaman, kurban faaliyetinin içinde bulundum. Mes’ûliyet aldım. Öyle bir organizasyon ki her yıl beş bin civarında hisse ile muhatap olmak. Sonunda en ufak bir memnuniyetsizliğin faturasının büyüklerimize ve vakfımıza kesilmesi endişesi…

Böyle zamanlar; insanların tam tartıldığı, mîzan edilip ayarının ortaya çıktığı zamanlar oluyor.

Nerede İbrahim ve İsmail aleyhisselâmlar, nerede bir kilo et için kavga edenler, nerede; «Benim kurbanım? Bir saat erken kesilsin!» diye ısrar ve şikâyet edenler… Bazen de doğru bilgiye sahip olmadığı hâlde, kulak dolgunluğu bilgisi ile kurbanları görmeden bahane bulanlar… Fakat bunları kurban edebiyle yoğurup da iki taraflı bir olgunluk bereketine mazhar olabilmek, işte en güzel olan bu.

Yoksa kurbanın mânevî ortamından uzaklaşarak, tamamen nefsini ve dünyasını öne çıkarmak yüzünden, hakikatte Allah -celle celâlühû-’nun bize hususî olarak lutfettiği böyle mübârek bir günden hayli minimum, yani en az bir istifadeye düşer insan.

Hâlbuki îkaz-ı ilâhîde;

“Onların ne etleri, ne kanları Allâh’a ulaşır. Fakat O’na sadece sizin takvânız ulaşır…” (el-Hac, 37) buyurulmuyor mu?

Diğer taraftan üstâdımız Mahmud Sâmi RAMAZANOĞLU -kuddîse sirruhû-’nun o güne hürmeten; kesilen kurbanı ile âdeta empati kurduğunu biliyoruz.

Hamd ve şükür içinde kurban kesilip bitene kadar ilerlemiş yaşına rağmen ayakta huşû ile beklediğini biliyoruz. Takvâda örnek olmak, seviye kazanmak ve Allah için bir ibâdeti yerine getirerek, emr-i ilâhîyi yaşamak sûretiyle bizlere örnek olma gayretini okuyoruz, sohbetlerde dinliyoruz.

Bu kurban organizasyonlarında;

Özellikle bayram süresi içerisinde, birçok kişinin türlü niyetleri ile karşılaştım. Kiminde takvanın en güzel hâlleri göz kamaştırıyor âdeta. Nadir de olsa kimisinde nefis ve şeytan bir anda tavan yapıyor ve konumunu, mes’ûliyetini ve ibâdetini insana unutturuyor. Mesele bir parça et için kalp kırmaya, gönül yıkmaya kadar gidebiliyor. Sonra da vebal ve haksızlığın altında ezilip pişman oluyor. Eğer hakkıyla ders alınırsa, tabii bu gibi hâdiseler, bize aslında birçok tecrübe ve sabır kazandırıyor.

Hüdâyî Vakfı ve o istikamette sürdürülen kurban organizasyonunda usûl şöyle:

Kimi hayırseverler, tamamını bağışlar. Onlar kesilip doğrudan buzhâneye kaldırılır. Kur’ân kurslarının, öğrenci yurtlarının, fakir fukarânın yemek yediği aşevlerinin ihtiyaçları için kullanılır.

Kimisi ise, üçte birini vakfımıza bağışlar, kurban parçalanır, sığır ise yediye bölünür, hisse sahibinin gözünün önünde cereyan eden bu uygulamanın sonunda, herkes kendi payına düşeni alır.

Organizasyona katılan herkese bu durum, baştan bildirilir. Herkes vekâleti bu usûl üzere verir.

Organizasyonda alınan büyükbaş kurbanlıkların hepsi, kilo ve yaş bakımından aynı emsal olduğu için, çok bir fark olması da beklenmez. Güzelce ve gönül huzuru içinde işleyiş akıp gider.

Arada küçük imtihanlar da işin elbette çorbada tuzu gibidir. Meselâ evvelki bayramların birinde, hisse sahiplerinden biri, paylaştırılıp da kendisine verilen etin azlığından şikâyet etmiş. Sorumlu kardeşimiz;

“–Bize ayrılan etten size takviye yapalım.” demiş.

Hisse sahibi yüksek sesle ortamı gererek, diğer hisse sahiplerini de hâdisenin içerisine davet edercesine itirazını sürdürmüş. Hâlbuki diğer hisse sahipleri haklarına râzı, et olarak kendilerine va‘dedilen miktar ne kadar ise almışlar. Durumu bize bildirdiler.

Hisse sahibini davet ettim;

“–Efendim, sizin söylediğiniz gibi olsun. Uygun görürseniz, bize bağışlayacağınız hisseyi almayalım.” dedim, kabul etmedi.

“–Size yeniden kurban keselim.” dedim, kabul etmedi.

“–Paranızı iade edeyim.” dedim, kabul etmedi.

“–İsterseniz kurbanınızı bir başka yerde kestirin.” dedim, kabul etmedi.

Anladım ki, güzel bir sabırdan başka çare yok. Çözümü kendisine bıraktım. Arz ettiğim tekliflerin herhangi birinde karara varmadık. Bu hâl üzere;

“–Takdir sizindir!” dedim, yanımdan ayrıldı.

On beş-yirmi dakika sonra arkadaşlar geldiler ve;

“–O amcanın etine takviye yapınca aldı, gitti.” dediler.

Bu şahıs, niçin böyle bir provokatif bir durum sergiledi, onu niyeti itibarıyla elbette bilemem. Fakat hikmet itibarıyla tabii ki bizim için hem güzel bir sabır imtihanı hem de ayrıca hikmetleri ihtiva ettiği muhakkak. Lâkin şunu da belirtmek gerek:

Kurban organizasyonunun başında bizler olmamıza rağmen faturayı bize kesmezler. Daha yukarıları suçlamaya çalışırlar. Bizler, işte bunu bildiğimiz için, büyük bir titizlik ve şuur ile hareket etmek mecburiyetindeyiz. Başkası nefsine uysa bile bizlerin böyle bir hakkı yoktur. Olamaz da. Çünkü kurbanın hikmeti takvâ olması hasebiyle bu ibâdet ve vazife, ancak böyle bir düstur ile yapılabilir.

Malûm:

Büyük şehirde kurban ibâdeti zordur. Kurbanlıkların temini, vaktinde getirilmesi, en güzel şekilde vazifeleri yerine getirecek kasap ve gönüllü ekiplerin oluşturulması… Hepsi titizlik isteyen işler…

İbretli hâtıralar da yaşanabiliyor:

Balıkesir taraflarında bazı köylerden on, on beş seneden beri büyükbaş kurbanlık için dana alırız. Yine böyle bir köyden; dört-beş aileden elli civarında dana aldık. Karşılıklı şartlarımızı bildirdik; pazarlık bitti, anlaşmaları yaptık, imzaları attık. Ayrılırken bize;

“–Yemcilere borcumuz var, biraz avans gönderirseniz memnun oluruz.” dediler. Biz de İstanbul’a dönünce bir miktar para gönderdik. Daha evvelki senelerde de aynı şekilde uygulamalarımız olmuştu.

Bayrama bir gün var, bir telefon geldi. Karşıda bir hanım; selâm yok, sabah yok, kim olduğunu söylemiyor. Telefonda söylediği tek şey:

“–Malları göndermiyorum, paranızı getirir iseniz hayvanları yükleriz!” dedi.

“–Bacım sen kimsin, kimin adına konuşuyorsun? Beyin yok mu, onunla konuşalım.” dedim. Seslerden belli, erkekler yanlarında ama telefona çıkmıyorlar. Çünkü o köyden beş-altı senedir mal alıyoruz; ne onların bizimle ne de bizim onlarla hiçbir problemimiz olmamış. Karşılıklı sözlerimizi yerine getirmişiz. Tabiî hiç beklemediğimiz bir durum. Karşınızda muhatap da yok. Dedim ki:

“–Malınızın hayrını görün, biz almıyoruz!”

Öyle söyleyince kadın biraz durdu. Konuşmalarımızı yanındakiler duyuyor;

“–O zaman biz de avansı iade etmeyiz.” dedi. Bu sözü, o yanlarında bulunan kocası ve kardeşi söyletiyor. Baskı yapmak istiyorlar. Telefonu kapattım. Biraz sonra bir telefon daha, bir başka kadın;

“–Ben de göndermiyorum.” dedi. Bunlar birbiri ile akraba;

“–Peki sen de malının hayrını gör!” dedim, telefonu kapattım.

Bu durumda canım sıkıldı, arkadaşlar ile istişâre ediyoruz. Malı almayacağım, fakat arkadaşlardan biri köye gidip malı yüklemekte ısrar etti. Ben de rızâ gösterdim, parayı cebine koydu malı yükledi geldi. Sonradan öğrendik ki, anlaşamadığımız başka bir besici bizim hakkımızda iyi referans vermemiş ve köylüleri iknâ etmiş. Onlar bizi tanıyorlar, ayıp ettiklerini biliyorlar onun için hanımlarını öne sürmüşler. Hâlbuki o kişilerin evlerinde oturduk, o hanımların da ayranlarını içtik. Ama İMTİHAN. Güzel bir sabır ve riayet içinde emanete sahip çıkabilmek.

Daha sonra, birkaç Kurban Bayramı’nda bize telefon ettiler. Özür dilediler. Köydeki diğer besiciler ve tanıdıklarımız;

“–Gelin mallarımızı alın, hata ettik, yanlış yaptık!” dediler ama, bir daha o köyden mal almayı tercih edemedik.

Niye? Bize verilen emanetlerin hakkını verebilelim diye.

Yine bir Kurban Bayramı.

Vakıf çevresinde yetişen talebelerimizden avukat bir kardeşimiz;

“–Hocam! Babamlar köyde besi işi yapıyorlar, size uygun mallar besliyorlar, alır mısınız?” diye teklif etti. Sonra geldiler, tahminen yüz yirmi büyükbaş ve üç yüz civarında da küçükbaş için şartları konuştuk ve anlaştık. Sözleşme yaptık. Arefe günü malları gönderecekler. Vakıf başkanımız Hasan Kâmil Beyin odasında oturuyoruz. Arefe günü, öğle vakti civarı; avukat olan arkadaş geldi, biraz çaresiz, biraz mahcup;

“–Hocam! Babamlar malları başkasına satmış, biz vakfa mal veremeyeceğiz.” dedi. Günlerden arefe, ertesi gün bayram. «Veremiyoruz» dediği bin, bin yüz hisse. Yani o kadar kişi. Hisseler satılmış, paraları alınmış.

Hayli soğuk terler döküldü.

Fakat Allâh’a hamd ve şükürler olsun; fakirde tansiyon, şeker gibi hastalıklarım yok. Buna rağmen o anda, tansiyon da şeker de kolesterol de tavan yaptı. O saatten sonra belli yerlerdeki besici dostlarımıza, anlaşma yaptığımız diğer besicilere, vakıftan belli arkadaşlara para vererek, tabiri câiz ise Türkiye’nin belli başlı yerlerine haber saldık. Arefe günü mal bulmak da zor, bulduğun malı taşımak için kamyon bulmak da zor.

Ama emanet şuuruyla dertlenildiği zaman Allah kolaylıklar halkediyor. Çok şükür, Allâh’ın lutfu, keremi ve inâyeti ile mallarımızı temin ettik. Kesim mahalline gelişlerine kadar adım adım takipler yapıldı. Yüce Rabbim, çaresi imkânsız gibi görünen bu işte de, hisse sahiplerine bizleri mahcup etmedi, verdiğimiz randevu saatlerinde kurbanları kesmeye muvaffak eyledi, elhamdülillâh.

Velhâsıl;

Kurban, bu mânâda bizim için ayrı bir bayram, ayrı bir telâş ve heyecandır.

Dolayısıyla;

Bütün yorgunluklarımız, Allah’ın inayetiyle üçüncü bayramın sonunda kazasız belâsız kesimlerimizi bitirip kucaklaştığımızda biter gider. O zaman bizim sevincimize ve mutluluğumuza değme gitsin.

Bütün çektiklerimiz tamamen unutulur.

Aşkımız ve azmimiz tazelenir.

Deriz ki;

Allah -celle celâlühû- ömür verir ulaştırırsa; seneye yeni bir bayram, yeni bir telâş ve heyecan için şimdiden bismillah.

Bu itibarla Allah Teâlâ’ya bize bu hizmeti lutfettiği için sonsuz hamd ve şükrediyorum. Bilvesile bütün kardeşlerimizin ve İslâm âleminin Kurban Bayramı’nı tebrik ediyor, Hak rızâsına uygun bir sâlih amel ile nice bayramlar diliyorum.