ESİR OLMAK İÇİN DEĞİL!

Yunus Sami EŞMELİ yunussamiesmeli@hotmail.com

Gözünü açtığında hastahânedeydi.

Hatırladığı en son şey; direksiyon başında olduğuydu.

Gözleri ara ara dalıp gidiyor, ancak yine de açık tutmaya çalışarak yoluna devam ediyordu.

Sonrası:

Kaza!

Bir anlık gaflet yüzünden. Bir anlık uyku yüzünden.

Bir kamyoneti vardı. Zor çalışma şartları altında yıllarca para biriktirdikten sonra ancak alabildiği… Gözü gibi bakardı. Ekmeğini de onunla kazanırdı.

Ne yazık ki bu kazada hurda olmuştu.

Sadece bu da değil!

Vücudunun muhtelif yerlerinde sayısız ezilmeler vardı. Ayrıca kolundaki kırıklar hakikaten ciddî kırıklardı ve ameliyat olacak, uzun müddet kolunu da kullanamayacaktı. Bu ise çalışamayacağı anlamına geliyor, bu süre zarfında evi nasıl idare edeceğini düşünüyordu kara kara…

Çünkü zaten fakirdi. Üç-beş kazandığıyla yetinmeye çalışıyor, sabrediyordu.

Peki şimdi ne olacaktı?

Bütün bu düşüncelerin arasında birden durdu. Derin bir iç çekip feryat etti:

«Keşke!»

Acı pişmanlığının tek kelimeyle ifadesiydi bu. Sonra sıraladı:

“Keşke uykum geldiğinde kenara çekip uyusaydım, keşke yüzüme su dökseydim, keşke uykulu uykulu yola çıkmasaydım, keşke yanımda beni konuşturan biri olsaydı, keşke; «Dinlen de öyle yola çık!» diyenleri dinleseydim, ah keşke, keşke… ”

Hâdise gerçekleşmeden öncesine dair kendi elinde olan veya olmayan ne kadar ihtimal varsa sayabildiği kadar saydı ve hepsinin de başına; «Ah keşke!» ekledi. Yine de bunların hiçbiri neticeyi değiştiremezdi, değiştirmedi.

Zaman geçti; ezikler düzeldi, yaraları ve kolundaki kırıklar iyileşti. Ancak o, mâneviyâtını yine düzeltemedi. O günkü pişmanlığını bir daha asla unutamadı. Eski işine de geri dönemedi, bir daha direksiyona da geçemedi. Oradan oraya savruldu durdu. Kazadan sonra hayatında bir başarı sağlayamadı ne yazık ki…

Son nefesini verirken yaşadıklarıysa hepsinden daha ibretliydi.

Çünkü bu kez, hayatı boyunca yaşadığı pişmanlıkları için, yıllarca sadece; «Keşke!» deyip durduğu için, beyhûde dövündüğü için pişman olmuştu.

Bu kez:

“Keşke, yıllarca boş yere; «Keşke!» deyip durmasaydım. Keşke gerekli dersi çıkarabilseydim. Keşke bu dünya kazasından ibret alıp da âhiret kazasına karşı tedbir alabilseydim.” diyordu.

Heyhat!

Ne fayda!

Hayatı âdeta Hazret-i Mevlâna’nın dediği gibi bitmişti:

“Pişman olmayı âdet edinirsen, yani yaptığın işlerden boyuna pişman olur durursan, bu pişmanlıktan daha ziyade pişman olursun.”

İnsanoğlunun vâr olduğu günden beri devam eden imtihanları ve kimisinde telâfisi olmayan kaybedişler ve faydasız pişmanlıklar. Yani pişman olmanın işe yaramadığı geç kalınmış kötü nedâmetler çok.

Bu sebeple sadece vaktinde olan, yani geç kalınmayan ve sonrasında bize tekrar acı bir; «Keşke» dedirtmeyen bir pişmanlık, makbul bir tevbe vasfına bürünür ve bize faydalı olur. Lâzım olan da budur.

Çünkü yaptığımız veya yapmadığımız işlerin, hareketlerin sonuçları her zaman arzu ettiğimiz gibi gelmeyebilir. Hoşumuza gitmeyen, beğenmediğimiz, canımızı yakan, menfaatimize ters düşen şekilde bitebilir. Üzüntü, utanç, mahcubiyet veya suçluluk duymamıza sebep olacak şekilde de neticelenebilir. Yahut yaparken acı neticelerini tam bilmeden arzu ederek yaptığımız, fakat nihayetinde hiç yapmış olmak istemeyeceğimiz şekilde de hareketlerimiz olabilir.

Fakat eğer tam vaktinde pişman olabilmişsek, ne mutlu! Nedâmet ve tevbeyi ecel vaktine ve âhirete bırakmamışsak, ne mutlu!

İnsanı yarattığı için Allâh’a isyan ederek; «Onları azdıracağım, yoldan çıkaracağım!» (Bkz. el-Hicr, 39) diyen şeytana aldanıp da sonsuz bir keşkeye düşmezsek, ne mutlu!

Dikkat: Ümitsizlik tohumları eker durur şeytan… İyi niyetleri de iflâs ettirerek; «Olmuyor, yapamıyorum.» dedirtir. Pişmanlığı, çaresizlik olarak yutturur. Bu yüzden yüce Allah böyle bir tuzağa düşmeyelim diye şöyle buyurmakta:

“… Allâh’ın rahmetinden ümit kesmeyin!..” (ez-Zümer, 53)

Bu âyete istinâden İslâm ahlâkında ümitsizliğin yeri yoktur. Her şeye rağmen, Rabbimiz’in affına ve merhametine sığınmak vardır.

Bir gün Rasûlullâh’ın huzûruna bir grup esir gelmişti. Onların içinden bir kadın, telâş içinde yavrusunu arıyordu. Onu esirler arasında bulunca hemen alıp bağrına bastı. Yavrusunu kana kana emzirdi. Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashâbına;

“–Ne dersiniz, bu kadın çocuğunu ateşe atar mı?” buyurdu.

Sahâbîler;

“–Hayır, atmaz.” dediler.

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber;

“–Allâh’ın kullarına merhameti, bu kadının çocuğuna olan merhametinden daha fazladır.” buyurdu. (Müslim, Tevbe, 22)

Bu şuurla millî şairimiz Mehmed Âkif ne güzel diyor:

Âtîyi karanlık görerek azmi bırakmak…
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.
Dünyâda inanmam, hani, görsem de gözümle:
Îmânı olan kimse gebermez bu ölümle.
Ey dipdiri meyyit! «İki el bir baş içindir.»
Davransana… Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin.
Kurtulmaya azmin, niye bilmem ki, süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz?
Âtîyi karanlık görüvermekle apıştın?
Esbâbı elinden atarak ye’se yapıştın!
Karşında ziyâ yoksa, sağından ya solundan,
Tek bir ışık olsun buluver… Kalma yolundan!

(… )

Ye’s öyle bataktır ki: Düşersen boğulursun.
Ümmîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!

(… )

Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar…
Uğraş ki: Telâfî edecek bunca zarar var.

Hazret-i Mevlâna’nın şu ifadeleri de çok manidar:

“Geçmiş gitmiş zamanına (beyhûde) pişman olma, içinde bulunduğun vaktin kıymetini bil, bundan yararlanmaya çalış; (faydasız) pişmanlıklarla vaktini geçirme!”

Yani;

«Keşke»lerle ve neticesindeki üzüntülerle, ümitsizce yaptıklarımıza daha da kahırlanmak yerine; ecel kapısına gelmeden onları gözyaşına çevirip, o damlalarla hatalarımızı temizlemeli ve Hak katında makbul bir kulluk için gayret etmeliyiz.

Hâsılı;

Pişmanlıklarımız; onların esiri olmak için değil, bilâkis tevbe fidanımızın yeşermesinde can suyu olmak içindirler.