Bizim İçin Hâlâ Bir Sır; SU!

Ömer Sami HIDIR samihidir@gmail.com

Rabbimiz buyurmakta:

“Rabbiniz ki; sizin için yeri döşek, göğü bina kılmıştır; gökten su indirmiş, bununla sizin için rızık olarak çeşitli ürünler çıkarmıştır.” (el-Bakara, 22)

Su bizim medeniyetimizde aziz kabul edilmiştir.

Su şifâ kaynağıdır, bu yönüyle en güzel ikramdır.

Bir mûcize-i ilâhîdir su.

Tabiattaki en temel elementlerden olan hidrojen ve oksijen çok basit gibi görünen bir bağ ile bir araya gelir ve suyu meydana getirir. Fakat bu sadeliğin ardında idrak ötesi hususiyetler, bin bir ibretler vardır. Su hâlâ bizim için bir muammâ…

Suyun rengi, kokusu, tadı yoktur. Sadece içiminden ayırt edebiliriz suları. Bu kadar benzer olmasına rağmen her bir kaynak suyunun kendine has bir özelliği, bir şifâsı vardır.

Bilim insanları suyu incelerken keşfettikleri fakat sebebini anlayamadıkları, bilinen tabiat kanunlarına zıt olan durumların cevabını, su moleküllerini birbirine bağlayan hidrojen bağlarında arıyor. Bu bağ hidrojen ile oksijenin arasında bulunan bağdan çok daha zayıf ve çok kısa süreler içerisinde kopup tekrar bir başkasına bağlanmakta. Suyun akışkanlığı da buradan gelmekte.

BU HARİKULÂDE HUSUSİYETLERDEN BİR TANESİ

Erasto Mpemba adında Tanzanyalı bir talebe, okul projesi için dondurma yapmaya çalışıyor. Küçük dondurma kâselerine kaynamış sütü boşaltıyor. Genelde kaynamış süt, soğuduktan sonra buzdolabına konur, fakat o aceleden kaynar süt dolu kâseleri de buzluğa atıveriyor. Bir süre bekleyen talebe, karşılaştığı şaşırtıcı manzara karşısında hayrete düşüyor. Sonradan koyduğu kaynar sütlerin, daha önce koyduğu soğuk sütten önce donduğunu hocası ve arkadaşlarıyla paylaşıyor. Ancak hocası, ısı kanunlarına zıt olan bu duruma pek ihtimal vermediğinden bu iddiayı pek ciddîye almıyor. İşin peşini bırakmayan talebe, bu tecrübesini bir gün okullarına fizik konferansı vermek üzere gelen bir hocaya anlatıyor. Bunu dinleyen hoca, bunu lâboratuvarda tekrar tecrübe ettikten sonra araştırmalarına devam ediyor ve neticeleri altı yıl sonra bir makalede açıklıyor.

Kitaplara Mpemba tesiri olarak giren bu tecrübe, sıcak suyun soğuk sudan daha çabuk donduğunu göstermekte. Tabiî bunun için belirli şartlar gerekmekte. Çünkü suyun koyulduğu kabın şeklinden, sular arasındaki sıcaklık farkına varıncaya kadar birçok tesir donma süresini etkilemekte. İki nümûneden biri 35 °C, diğeri de 5 °C iken daha belirgin gözlenmekte. Bunun şu an yeterli bir îzahı mevcut değil.

ISI TUTMA GÜCÜ

Suyun ısı kapasitesi, beklenenin çok üstünde bir değere sahip. Bir gram suyun sıcaklığını 1 °C yükseltmek için gerekli ısı miktarı olarak tanımlanan ısı kapasitesinin yüksek olması, suyun sıcaklık değişimine direndiğini göstermekte. Bu, aynı zamanda suyun fazla miktarda enerji depolayabildiği mânâsına geliyor. Bir kilo suyu belli bir sıcaklığa yükseltmek için verilmesi gereken ısı miktarı, aynı miktarda altını o dereceye getirmek için gerekenden 30 kat fazla. Bir diğer deyişle su, altına göre 30 kat daha fazla ısı enerjisi hapsedebiliyor. Bu özellik suyun ısı kalkanı ve ısı deposu olarak kullanılmasını sağlamakta. Her şeyden önemlisi, suyun bu özelliği sayesinde insanların vücut sıcaklıklarında ânî değişimlere mâni olunuyor.

Suyun ısı kapasitesinin yüksek olmasının yanı sıra, ısıyı diğer sıvılardan daha iyi iletmesi; vücudumuzda ısının eşit oranda dağılmasına yardımcı oluyor.

Ekosistemler, suyun yüksek ısı depolama özelliğinden dolayı belirli bir istikrâra kavuşmakta. Havanın %4’ü su buharıdır, fakat bu bile havada ânî bir sıcaklık değişimi olmasına mâni olmakta. Hızlı bir değişim için su buharına yüksek bir ısı aktarmak gerekmekte, bu da çok zor olduğu için iklim değişimleri yavaş ve istikrarlı bir şekilde gerçekleşmekte.

Bu hususiyet sayesinde okyanuslardaki sıcaklık değişimi sadece eksi 1-2 dereceyle +35 derece arasında gerçekleşmekte.

Kara parçalarında bu olmadığı için sıcaklık farkı çok daha yüksek seyretmekte. Sibirya’da sıcaklık -70 °C, ekvator yakınlarında ise zaman zaman +58 °C olabilmekte.

Dünyamızda hiç su olmasaydı, sıcaklık -200 °C’den +200 °C’ye kadar çok daha geniş bir aralıkta olurdu.

GENLEŞME FARKI

Tren raylarının, elektrik tellerinin ısındıkça uzadığını biliriz. Katılar ısındıkça genleşir ve yoğunlukları düşer. Yani erimiş bir demirin içerisine bir demir çubuk atsanız o da hemen batar. Ancak buz için durum böyle değil. Su en yoğun hâlini +4 °C’ye ulaşıldığında alır yani katı hâlde daha az yoğundur. Suyun bu özelliği, buzun su üzerinde yüzmesini sağlar. Bunun tersi olsaydı, su donduğunda diğer maddeler gibi büzüşüp suyun içinde batar ve her sene batan buzlar zamanla bütün denizlerin ve göllerin donmasına sebep olurdu. Hâlbuki buz çağında bile su altı hayatı devam etmişti. Bu bizim için apayrı bir ikrâm-ı ilâhîdir!

Suyun donarken genişlemesi, toprakların meydana gelmesinde de etkilidir. Kayaların içerisinde donan su, genleşerek kayanın parçalanmasını ve küçük parçalara ayrılmasını hızlandırır. Böylece küçülen parçalar ufalanıp çöllere dönüşür, sonra bu parçacıklar rüzgârlar ile farklı farklı coğrafyalara taşınıp orada ekosistemi daha zengin bir hâle getirir.

Suyun hidrojen atomlarının olduğu tarafı artı yüklü iken, oksijen atomunun olduğu taraf eksi yüklü. Bu da yapışma kuvveti de denilen «adezyon» kuvvetini artırmakta. Adezyon yani kılcallık özelliği bitkiler için çok önemli. Suyun yapısı, su ile hücre zarı arasındaki kuvveti güçlendirmekte. Bu kuvvet sayesinde su, onlarca metre yüksekteki ağaçların en uç yapraklarına kadar çıkabilmekte. İnsan vücudunda da en küçük kılcal damarlardan hücrelere besin taşınabilmekte.

YENİ BİR YAKLAŞIM İLE SIR PERDESİ ARALANIYOR

Üç ülkeden bir araya gelen bir araştırma ekibi1 2010 yılında ortak bir araştırmaya imza attı. Araştırmacılar su moleküllerindeki elektron bulutlarından saçılan X ışınını incelediler. Bunun için öncelikle nümûne olarak aldıkları suyu, X ışını bombardımanına mâruz bıraktılar. Işığı soğuran elektronlar; enerji seviyelerini değiştirip eski seviyelerine dönerken, belli dalga boylarında ışık saçmaktaydı. Bu çalışmada kullanılan yönteme «saçılma tayfı» denmekte.

Saçılma tayfında ilk dikkat çeken, biri küçük dalga boyunda diğeri daha büyük dalga boyunda iki tepe olmakta. Araştırmacılar; saçılma tayfındaki büyük dalga boyundaki tepenin düzgün dörtyüzlü yapıdaki molekül topluluğundan, küçük dalga boyundaki tepenin ise düzensiz yapıya sahip su molekül topluluğundan geldiğini düşünüyor. Daha yalın bir ifade ile, bir miktar suyun tek çeşit bir sıvı olmadığını, içinde iki farklı motif ihtivâ ettiğini iddia ediyorlar. İddiaya göre su moleküllerinin bir kısmı düzgün bir yapılanma gösterirken, bu yapıların aralarına serpiştirilmiş bir grup su molekülü de düzensiz bir yapı sergiliyor.2

Fizikokimyacı Peter Hamm suyun çift yapılı olduğunun gittikçe daha çok netlik kazandığını söylüyor. Biyolog ve kimyacılar arasındaki genel kanaat, suyun hususiyetleri anlaşılmadan moleküler seviyede biyolojinin anlaşılamayacağı. Zira su; fotosentezden, protein katlanmasına, DNA’dan, enzimlerin işleyişine kadar her yerde bir vazife icrâ ediyor.

Suyun kümeli yapısının insan hayatındaki tesiri son derece büyük. Su kümeleri büyük (kalabalık) olursa, meselâ; 40 su molekül kümesi, o zaman su kanalından geçmeleri zorlaşır ve su kümeleri, yanında taşıdığı besinleri hücreye ulaştıramaz. Oysa küçük hâldeki kümeler, su kanalından rahatlıkla geçer ve hücreye besin taşıyabilir. Küçük kümeli sular, hücreyi terk ederken beraberlerinde atık maddeleri de götürürler. Tabiî kaynak ve iyileştirilmiş sular daha küçük su küme yapısına sahip oldukları için; hücreye taşıdıkları su ve hücreden götürdükleri atık miktarı daha fazladır.3

SU NEDEN RENKSİZ?

Bizim bir cismi renkli görmemiz, o cisimden bize hangi ışığın yansıdığı ile ilgili. Siyah bir cisim, üzerine gelen ışığın tamamını emip hiçbir ışığı yansıtmadığı hâlde beyaz bir cisim bütün renkleri yansıtmaktadır. Su molekülleri ise görünür bölgedeki elektromanyetik dalgaları soğurmaz. Bu 400-700 nanometre dalga boyuna tekabül etmekte ve netice olarak su renksiz görülmektedir.4

Suyun hangi dalga boylarını emdiği bir tablo hâline getirilse, özellikle morötesi dalga boylarındaki ışığı çok fazla emdiği görülür. Bu özellik sayesinde; su buharı, atmosferdeki Güneş’ten gelen zararlı morötesi ışınları yutmakta ve bizi muhafaza etmektedir.

SU KÖPRÜSÜ

Hollanda’da bir grup araştırmacı, bir araya gelerek çok câlib-i dikkat bir hâdiseyi gözler önüne serdi. Yaklaşık yüz yıldır vukû bulması hususunda fikir ayrılığı olan bu mevzu açıklığa kavuşmuş oldu. Elektrikle yüklenmiş bir ortamda; defalarca saflaştırılmış bir saf su, yan yana duran iki bardağa eşit olarak konur ve yüksek voltaj uygulanırsa, bu iki kap arasında bir su köprüsü meydana gelir. Su iki yönde de akarak, tümüyle yeni bir hâl oluşturur. Farklı bir yoğunluk ve yapı sergiler.5

PRATİK FAYDALARI

Bunun yanı sıra su, vücudumuz için de çok faydalı. Hücreler su ile arınmakta. Su içtikçe vücutta biriken zehirler atılmakta. Özellikle sabah aç karnına su içmek, en verimli temizliği sağlamakta. Zehirli maddeleri attıkça enerjimiz artmakta ve bağışıklığımız güçlenmekte. Hiç fark etmediğimiz hâlde nefes ve ter yolu ile günde ortalama 1,5 litre su kaybettiğimiz için, yemekten yarım saat önce veya iki saat sonra yavaş yavaş su içerek su eksiğimizi telâfi etmeliyiz.

Bizi dünyaya gelince karşılayan sarıp sarmalayan ve giderken de bize vedâ eden su, hayatımızın her safhasında yer almakta. Şırıl şırıl akan sular bizi dinlendirmekte. İçtiğimizde ferahlatmakta. Bu kadar büyük bir nimete şükrâne olarak, tefekkür ufkunda yolculuk yapıp o muazzam ilâhî kudreti görebilmemiz duâsı ile.

______________________________________

1 Anders Nilsson’un ekibi, Lars G. M. Pettersson’ın ekibi, Shik Shinın ekibi.
2 Zeynep ÜNALAN, Bilim ve Teknik Dergisi, Ocak/2011.
3 https://www.uplifers.com/suyun-bilinmeyen-ozellikleri
4 http://www.newscientist.com/article/dn18473-the-many-mysteries-of-water
5 https://www.gercekbilim.com/su-koprusu-elektrik-yuku-olusum