ŞEYHE SÖZLÜ İMTİHAN!

Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

Nakşibendî-Hâlidî şeyhi Mehmed Vehbi Efendi, nâm-ı diğer Terzi Baba, 18. asrın sonlarında doğdu. Mesleği terzilikti. Kırk yaşında Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’nin halîfelerinden Abdullah Mekkî’ye intisâb etti. Daha sonra Abdullah Mekkî Hazretleri Terzi Baba’ya irşad vazifesini tevdî etti. Bu tarihten sonra Terzi Baba, tebliğ ve irşad faaliyetlerine başladı. Bölge halkı ve civar illerden çok sayıda seveni oldu. Terzi Baba, 1848 yılında Erzincan’da vefat etti. Kabri, Erzincan’dadır.

*

Terzi Baba’ya irşad vazifesi verildikten sonra, insanlara dîni öğretmek ve onları «mârifetullâh»a ulaştırmak için tebliğ çalışmalarına başladı. Halk arasında ismi duyulup, yayıldı. Halk istifade etmek için sohbetlerine iştirak etti. Bu hâli çekemeyen nâkıs kimseler; «Ümmî!» diyerek onun hakkında dedikoduya başladı. Bunun üzerine beldenin müftüsü, Terzi Baba’yı makamına davet etti. Maksadı ise cehâletini kendisine fark ettirip, yaptığı işten vazgeçirmekti. Terzi Baba, müftü efendinin davetine gittiğinde âlimlerin toplanmış olduğunu gördü. Müftü efendi;

“–Hakkında birçok bilgi var. Bunların aslını öğrenmek için seni imtihan edeceğiz. Bunun için seni buraya çağırdık.” dedi. Sonra da ilk sual olarak sıfât-ı sübûtiyyenin kaç tane olduğunu sordu. Terzi Baba;

“–Allâh’ın; diğer beldelerde yaşayanlara göre sekiz, bu şehirde yaşayanlara göre yedi tane sıfât-ı sübûtiyyesi vardır.” dedi.

Ulemâ şaşırdı.

Terzi Baba şöyle îzah etti:

“–Bu beldede yaşayanlara göre sübûtî sıfatların içinde «Kudret» sıfatı yoktur. Çünkü bu şehirde yaşayan bazı insanlar eğer bu sıfata inansalardı, Allâh’ın bir ümmî kulu vesilesiyle insanlara doğru yolu göstermeye kādir olduğunu bilirlerdi.”

Bu cevap üzerine orada bulunanlar Terzi Baba’nın kâmil îmâna sahip bir zât olduğuna kanaat getirdi.

EN NÂDÎDE YÜZÜKTEN DAHA KIYMETLİ ŞEY…

Sultan III. Ahmed Han, 30 Aralık 1673’te doğdu. İyi bir tahsil ve terbiye aldı. Ağabeyi II. Mustafa’nın ardından tahta geçti. Hattat, şair aynı zamanda mûsikîşinastı. 1718-1730 arası «Lâle Devri» olarak bilinen devirde tahtta olan Padişah, çıkan isyanla tahttan indirilerek yerini Sultan I. Mahmud’a bıraktı. Sultan III. Ahmed Han, 1 Temmuz 1736’da vefat etti. Kabri, Yeni Cami Turhan Vâlide türbesindedir.

*

Sultan III. Ahmed Han kendisine hediye edilen çok kıymetli zümrüt yüzüğü dîvan toplantısında vezirlere göstererek;

“–Acaba bundan daha kıymetlisi var mıdır?” diye sordu.

Hâzirûn;

“–Hayır Efendim! Sıhhat ve afiyetle takınız. Bundan daha değerli bir şey olamaz!” cevabını verdikleri hâlde yalnız Nevşehirli İbrahim Paşa itiraz etti;

“–Bundan daha kıymetli şey vardır Padişahım!” dedi.

Padişah, beklemediği cevap karşısında bunun ne olduğunu sordu.

İbrahim Paşa;

“–O yüzüğün takıldığı parmak Efendim!” diye cevap verdi.

VEFÂLI PAŞA

Osmanlı devlet adamı Ayas Paşa, Arnavutluk/Avlonya’da doğdu. Devşirme usûlüyle saraya alınıp Enderun’da yetiştirildi. Yeniçeri Ağası oldu. Yavuz Sultan Selim ve Kanunî Sultan Süleyman döneminde Yeniçeri Ağalığı, Sancak Beyliği ve Beylerbeyliği yaptı. Seferlere iştirak etti. Dürüst ve âdil bir devlet adamı olarak vazife gören Ayas Paşa, 13 Temmuz 1539 tarihinde hastalanarak vefat etti. Türbesi, Eyüp Sultan’dadır.

*

Güney Arnavutluk’ta fakir bir kadın vardı. Bir kış günü, gariban bir çocuğun perişan hâline dayanamayarak ona bir çift eski partal ayakkabı verdi.

Zaman geldi bu çocuk devşirme usûlüyle Osmanlı sarayına girdi. Orada yükseldi ve Ayas Paşa ismiyle meşhur oldu. Ancak Ayas Paşa; eski günlerini unutmamış, o eski pabuçlarını da bir yere saklamıştı. Paşa olunca bu pabuçların içini altınla doldurdu ve bir şükran ifadesi olarak o fakir kadına gönderdi. (İlber ORTAYLI, Osmanlıyı Yeniden Keşfetmek, s. 30)

HOCA DUÂSI

Hattat Mehmed Şevki Efendi, Kastamonu’nun Seyyidîler (Seydiler) köyünde doğdu. Dayısı Mehmed Hulûsi Efendiden sülüs-nesih ve rik’a yazılarını meşkederek 1841’de on iki yaşında iken hat icâzeti aldı. 1848’de Mektûbî-i Seraskerî Odası’nda memuriyetinin yanında Menşe-i Küttâb-ı Askerî’ye de ve Mekteb-i Şehzâdegân’da muallimlik yaptı.

Onun eşsiz şahsiyetini anlatmaya; “Yazısı da ahlâkı kadar pürüzsüz.”, “Şevki Efendi’nin elinden istese de fena harf çıkmaz!” cümleleri kâfî idi.

Hattat Şevki Efendi, 7 Mayıs 1887’de vefat etti. Kabri, Merkezefendi mezarlığındadır. (M. Uğur DERMAN, “Mehmed Şevki Efendi”, TDV İslâm Ansiklopedisi)

*

Süheyl ÜNVER’in yazdığı bir makalede Şevki Efendi, hocası Hulûsi Efendi ile yaşadığı bir hâtırasını şöyle anlatır:

“–Dayım Hulûsi Efendi benim tahsil ve terbiyeme çok îtinâ gösterirdi. Ben onu hayatım boyunca hiç bırakmadım. İcâzet almama rağmen yine meşklerimi ve yazılarımı ona gösteriyordum. Bir gün bana;

«–Oğlum artık yazıda her yönüyle beni geçtin. Yazdıklarını biraz da zamanımızın güzîdelerinden Kazasker Mustafa İzzet Efendi’ye göstersen ve onun da bu sahadaki ince sanat duygularından istifade etsen iyi olur.» deyince ben de;

«–Hocam! Siz benim velînimetimsiniz ve bana kâfîsiniz. Ben sizden ayrılmam ve sizden başkasına dönmem.» dedim. Sevincinden gözleri yaşardı ve bana;

«–Daima feyz-yâb ol! Sana ve yazdıklarına karşı herkes kıyâmete kadar hürmetle saf tutsun.» diyerek hayır duâ etti.”

Bu davranışı yazı sanatına ileride “Şevki mektebi” denilecek o emsalsiz üslûbu kazandırdı. Çünkü Şevki Efendi, Mustafa İzzet Efendi’ye devam etseydi sadece, Kazasker mektebine mensup Mehmed Şefik Bey, Abdullah Zühdü ve Hasan Rızâ efendiler gibi üstatlar zincirine bir yenisi eklenecekti.