ARADIĞIMIZ ŞEY UZAKLARDA DEĞİL!

Fatih GARCAN fatihgarcan@hotmail.com

–Başınız sağ olsun…

–Sağ olun. Dostlar sağ olsun…

–Yusuf kardeşim başın sağ olsun. Rabbim sabr-ı cemîl ihsan eylesin!

–Sen sağ ol ağabey. Allah râzı olsun!

–Başınız sağ olsun…

–Başınız sağ olsun…

–Süleyman Ağabey araban yoksa beraber geçelim. Senin o tarafa gidiyorum.

–Eyvallah Abdülkādir’im, ne iyi olur. Güneş başıma geçti, geçecek. Sıcaktan perişan olduk.

–Öyle ağabey. Biz şimdilik kendimizi bir gölgeye atarız da Yusuf’un babası ne yapar kim bilir?

–Her birimizin mutlaka başından geçecek olanı yapacak! Ne yapacak?

–Öyle tabiî. Yusuf’a çok üzüldüm.

–Neyine üzüldün?

–Çok kötü görünüyordu. Bitkin, solgun…

–Üzülsün! Ben biraz kızgınım! Veya kırgın veya üzgün… Ne dersen artık!

–Hayırdır ağabey! Sert söyledin; bir bildiğin mi var?

–Adamın babası ölüyor; üç gün sonra haberi oluyor. Onu da evden gelen koku üzerine komşular haber veriyor. Kapıyı çilingir açıyor. Bir bakıyorlar adam dünyasını değiştirmiş.

–Öyle mi?

–Kınamıyorum! Kınamaktan korkarım! «Kınadığın başına gelmeden ölmezsin.» derlerdi bizimkiler. Ama bu elbet sadece birimizin eksiği değil. Bu hepimizin eksiği. Bize ne oldu, ne oluyor? Biz nasıl evlât yetiştiriyoruz da babamızın ölümünden üç gün sonra haberimiz oluyor?

–Ben bu tarz şeyleri hep yabancı ülkelerden duyardım. Bir hayli oldu duyalı ama, işte Amerika’da biri bir ev almış. Evin yatak odasında yatakta; çürümüş, kurumuş bir ceset çıkmış. Polis araştırmış, bir bakmışlar ki kadın öleli iki buçuk sene olmuş. Ne arayan var ne soran… Çocukları falan da varmış; ama gel gör ki analarının öldüğünden haberleri yok.

Meselâ Avrupa’da bir çocuk on sekiz yaşına girdiğinde babası ona;

«Git çalış! Ya kaldığın odanın kirasını ver ya da kendine başka bir ev tut!» dermiş. Farklı açılardan değerlendirilebilir; ama öyle bizdeki gibi aileden millî ve mânevî değerleri de almamış çocuk, bir çıkıyor evden pir çıkıyor. Ondan sonra birbirlerinden neredeyse bîhaber yaşıyorlar. Çoğu, yalnız ölüyormuş.

–Bak geçenlerde bizim ilçede yaşanmış bir şey:

Bizim bir İsmail Hakkı Amca vardı, eşi rahmetli oldu. Adam altmış beş yaşlarında ya vardır ya yoktur. Rahmetli eşi çok kıymetli bir insandı. Çok güzel hizmet ederdi. Komşusu Safiye Teyze, İsmail Amcanın her gün hâlini hatırını sorar yardımcı olmaya çalışırmış. Bir mübârek Ramazan günü iftara yakın gidiyor, tekrar bakıyor. İsmail Amca bahçedeki söğüdün dibine örtüyü sermiş; iki domates, biraz yeşil soğan, bir de yufka ekmeği koymuş iftarı bekliyor. Elini şakağına dayamış, kasketi yamulmuş, öyle dalgın dalgın bahçesine doğru bakıp durduğunu görmüş. Varmış yanına;

“–Selâmün Aleyküm İsmail Ağabey! Kusura bakma rahatsız ettiysem. Öyle domatesle, soğanla iftar etmene gönlüm râzı olmadı. Buyur gel iftara misafirimiz ol.

–Sağ olasın bacım. Geldim ve yedim say. Yük olmak istemem.

–Estağfirullah ağabey; sen bizim eve ilk defa gelmeyeceksin ki, yıllardır komşuyuz.

–Bu başka be bacım, ne olur ısrar etme!

–Peki ağabey… Sen nasıl istersen…” demiş ayrılmış evine gelmiş.

Kocasına;

–Bey, İsmail Ağabeyi gördüm geldim de içim elvermedi. Öyle iki domates bir yufka iftarı bekleyip duruyor.

–Çağırsaydın ya!

–Çağırdım ama gelmek istemedi.

–O eskiden beri öyledir, kimseye yük olmak istemez. Evlâtlarına da o yüzden gitmek istemiyor. Evlâtları gelecekti ama gelemedilerse demek ki…

–Yahu benim içim hiç elvermedi. O gelmiyorsa biz gidelim.

–Nasıl yani?

–Öyle işte! Sen sofrayı kucakla, ben de ekmekle diğerlerini alayım. Yalnız bırakmayalım! Ne olur…

–Olur, tamam. Haydi bakalım.

Bizim Safiye Teyze ile Osman Dayı sofrayı kucaklayıp götürmüşler. İsmail Hakkı Amca ne yapacağını bilememiş. Kovacak hâli yok ya, almış kabul etmiş:

–Allah râzı olsun hânemi şenlendirdiniz, Rabbim de sizi şenlendirsin!

–Biz daha ölmedik İsmail Ağabey. Bizim başımıza gelse eminim sen de aynısını yapardın.

–Allah geçinden versin. Allah uzun ömürler nasip eylesin bacım. Zormuş, meğer hanım bizim her şeyimiz olmuş. İnsan kaybedince daha bir farklı öğreniyor. Sağ olsun rahmetli bize hiç iş düşürmezdi. Bak bugün iki yumurta kırmayı beceremiyorum. Yıllardır nelerimize yetişmiş. Mekânı cennet olsun…

Ezana kısa bir süre kala ellerinde koca koca poşetlere oğlu ile gelini kapıdan nefes nefese girivermişler. Önce bir şaşırmışlar. Sonra ahvâli anlayınca da pek memnun olmuşlar. Oğlu, gözü yaşlı demiş ki:

–Babacığım kusura bakma köy otobüsleri ile geliyorduk. O da ârıza yapınca geç kaldık. Allah sizden râzı olsun Osman Dayı, Safiye Teyze. Çok teşekkür ederim. Babamı yalnız bırakmadınız. Allah ecrini misli ile nasip eylesin.

–Demek istediğim Abdülkādir’im; biz aslında bu duyguları kaybetmedik. Ama gel gör ki köyümüzden şehre yozlaşma artar oldu bu hususta. Ben bilirim eskiden birinin cenazesi oldu mu tâziyesi bir hafta sürerdi. Kimse hâne halkının elini cebine sokturmazdı. Ama şimdi bakıyorum, cenaze defnediliyor, hemen oracıkta bir şeyler dağıtılıyor. Ne oldu? Vazife yapıldı? E komşuluk, akrabalık bu mu? Evine gidersin bir hatim okursun, duâ edersin.

“–Süleyman Ağabey! Galiba biraz yeni nesil de mevzunun o kadar uzamasını istemiyor. Neler neler duyuyoruz. İnanır mısın; geçen gün bir doktor arkadaş anlatıyor. Babası yoğun bakımda biri gelmiş demiş ki:

«Doktor Bey babamın durumu nasıl? Acaba ne zaman?.. Bizim bir tatil paketi vardı da hani ödemeyi de önceden yapmıştık…» Nutkum tutuldu! Adamı nasıl gönderdim hatırlamıyorum.” dedi.

–Ne bekleyebiliriz ki kardeşim. Diyor ya Mevlânâ:

“Sen hiç arpa ektin de buğday biçtin mi?” Biz evlâtlarımıza ne verirsek o çıkacak karşımıza. Evlâdımız bizden görecek hizmet etmeyi de sahip çıkmayı da… Yoksa göreceğimiz hezîmete şaşırmak işten değil ki…

–Aynen öyle ağabey. Ama o İsmail Amca ve komşularının hâtırası umutlandırdı… Ne yalan söyleyeyim, imrendim doğrusu. Rabbim öyle insanların eksikliğini göstermesin. Bizi ayakta tutan; dînimizden ve bu müstesnâ değerlerimizden başka ne kaldı ki?

–Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede;

“Anne-babanıza; «Öf!» bile demeyin!” buyuruyor ya…

–Evet.

“–Yani; «Öf!» diyeceğiniz hâller başınıza gelecek. Uyanık olun da anne-babanıza hizmet edip onların rızâsını alma fırsatını kaçırmayın.” diyor. Bugün çok daha iyi anlıyoruz bu emrin gereğini; ama ne kadar yerine getirebiliyoruz? Rabbim lâyıkıyla anlayıp idrak edenlerden eylesin.

–Âmîn ağabey. İnşâallah cümlemize…

–Ben şu köşede ineyim kardeşim. Allah râzı olsun. Çok hora geçti. Rabbim sana da senin gibi hizmet edenler nasip eylesin. Haydi kal sağlıcakla…

–İnşâallah ağabey. Allâh’a emânet ol…