Modern Çağın Hastalığı ALLÂH’I UNUTMAK

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

Yaşadığımız hayatı düşünerek ve plânlayarak değil, âdeta sürüklenerek yaşıyoruz. Ailemiz bizi sürüklüyor. İşimiz bizi sürüklüyor. İş hayatımız, okullarımız, cemiyet hayatımız âdeta bir sel gibi, bizi önüne katmış sürüklüyor. Kurulmuş bir robot gibi belli vazifeleri yapıyor, belli maksatlar dışına çıkamıyoruz.

Rızık endişesi ve dünyalık hedeflere öylesine kilitlenmişiz ki, beri tarafta neleri kaçırdığımızın farkında bile değiliz. «Dünyaya neden geldik? Ne için yaratıldık? Vazifemiz nedir?» gibi sorular artık öncelikli kaygılarımız arasında değil. Biraz daha fazla para kazanmak, daha güzel ev ve araba sahibi olmak, gezip tozmak, hava atmak ve bunları yapmak için hep daha fazla, daha fazla çalışmak, âdeta yaşama ve dünyaya geliş sebebimiz hâline geldi.

İnsanı yaratan, onun her türlü ihtiyacını ve zaafını bilen Allah Teâlâ; gönderdiği kitâbındaki âyetleri ile bizleri îkaz ediyor. Kur’ân âyetlerinin hepsi bizler için mühim bilgiler ve faydalar ihtivâ ediyor. İnsanın belli dönemlerinde yaşadığı hassâsiyetler ile bazı âyetler üzerine eğilerek tefekkür etmesi neticesinde, farklı mülâhazalar meydana çıkabiliyor.

Böyle bir hassâsiyet ile yapılan okumaların birinde, tevâfuk edilen şu âyet-i kerîmenin; yaşadığımız çağda bizleri titretmesi gereken bir öneme sahip olduğunu düşünüyorum:

“Allâh’ı unutan ve bu yüzden Allâh’ın da kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın! İşte onlar fâsık kimselerin ta kendileridir.” (el-Haşr, 19)

Âyeti ilk okuyunca; «Acaba bir insan, Allâh’ı nasıl unutur?» diye düşünebiliyoruz. İnsanın, Allâh’ı nasıl unuttuğunu ve bu unutmanın neticesinin neler olduğunu merak edip tefsirlere baktığımız zaman, geniş ve zengin îzahlar gözümüze çarpıyor. Bu îzahların özetine baktığımızda, Allâh’ı unutan kişinin;

«Nefsânî arzularına daldığını, maddî zevklerin ve ihtirasların peşinde koştuğunu, yeme, içme, gezme, tozma, ölçüsüz eğlence ve aşırı mal-mülk sahibi olmak gibi durumlar ile karşı karşıya kaldığını» görüyoruz. Tefsirlerde anlatılan bu durumlar; çağımızda yaşayan insanların, yakalandıkları hastalıkların teşhisi olmuş âdeta.

Normal şartlarda, elbette ki insanın Yaratıcı’sını unutması mümkün değil. Ancak öyle bir çağdayız ve kendimizi öylesine yanlış programlamışız ki; değil Yaratıcı’yı, âyetin devamında bahsedilen insanın kendi kendini bile unutması mümkün hâle gelebiliyor.

Bu durumun nasıl meydana geldiğini anlamak maksadıyla, âyetin canlı tefsirine, yani içtimâî hayata baktığımız zaman, çevremizde bu hâlde yaşayan insanların çoğunlukta olduğunu müşâhede ediyoruz. Bu tip insanların konuşmalarına şahit olduğumuzda, dünyadan başka bir şey düşünmediklerini ve konuşmadıklarını görüyoruz.

Yaşadıkları hayatta -hâşâ- Allah Teâlâ yok. Ne iş hayatlarında, ne aile hayatlarında, ne ticaretlerinde, ne de insanlarla olan irtibatlarında. O’nun yerine koydukları yeni putlar var. Bu yeni putlar; bazen futbol takımları, bazen işleri/kariyerleri, bazen arkadaşları ve çevreleri, bazen ardından kayıtsız şartsız gittikleri önderleri, bazen kınamalarından korktukları dostları ve akrabaları ya da çocukları veya eşleri olabiliyor.

Âyette belirtilen kendini unutturma cezası, bu dünyada insanın başına gelebilecek en büyük musîbetlerden biridir. Zira unutmak, şuurunu kaybetmek ve bundan dolayı da lehine ve aleyhine olanı bilmemektir. Şuurunu kaybeden; sahip olduğu kıymetleri bilmez, kendine emânet edilenleri bilmez, nasıl ve nelerle mutlu olacağına karar veremez.

Oysaki bizleri yaratan, rızıklandıran, öldüren ve dirilten Allah Teâlâ; bir âyet-i kerîmesinde bizlere olan yakınlığını şöyle ifade buyuruyor:

“Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de Biz biliriz. Çünkü Biz ona şahdamarından daha yakınız.” (Kāf, 16)

Kendimizi ve Yaratıcı’mızı unutturan gaflet; kalbimize, aklımıza, irademize, muhayyilemize, rûhumuza, gönlümüze, özümüze ne büyük bir haksızlıktır ve ne ağır bir zulümdür!

Bizlere bunca nimeti bahşeden Allah Teâlâ’nın, kulları üzerinde elbette hakkı vardır. Bu hak, tevhîdî esaslara riâyet ederek ve îmanlarımıza zulüm bulaştırmayarak O’na ibâdet etmektir.

Mademki insanın yaratılış gayesi kulluktur, öyleyse insan yaratılış gayesini nasıl unutabilir? Yemeyi, içmeyi ve nefes almayı unutmayan insan; hayatının her ânını, her hareketini denetleyen Yaratıcı’sını nasıl unutur? O’nun koyduğu ölçülere göre yaşamaya nasıl gayret etmez?

Meselemiz; unuttuklarımızı yeniden hatırlamaktır. Ne için yaratıldığımızı ve yaratılma gayemizi unutmadan, dünyanın geçici süslerine ve telâşelerine kapılmadan, kulluğumuzun idrâkine varmaktır

Bunun için unutmamak, unutmamak için de her an tetikte olmak gerekir. Unutmamanın şartı tefekkür etmektir. Zira düşünen ve düşünerek yaşayan asla unutmaz.