TABİATI TEFEKKÜR ve BİZ

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

Bilindiği üzere tabiatın coştuğu bir yaz iklimindeyiz. Mevsimlerin farklılaşması bizim için ne büyük bir ferahlık vesilesi… «Ol!» dediği her işi; «yarattığı» her şeyi kulları için en mükemmel bir şekilde düzenleyen yüce Rabbimiz’e sonsuz hamd ü senâlar dileyerek başlayalım. Bu ayki yazımızda biraz tabiattan bahsetmektir niyetimiz efendim.

Tabiat ve güzel fizikî ortamlar insanların ruh hâlini şekillendirmekle kalmayıp insanın davranışlarına da farklı bir biçim getirir. Tabiattaki canlılık, iç âleme ve davranışlara neşe bahşeder. İnsanın problemleriyle başa çıkmasında rahatlama seansları olarak görülebilecek olan tabiî mekânlar, tabiatla iç içe olma, kişiye büyük rahatlıklar sağlar. Ve yine insanın tabiatla birlikteliği kişiye âdeta psikolojik destek oluşturur. Dolayısıyla insan ile tabiî ortam arasında karşılıklı münasebet söz konusudur. Kirlenen ruhlar tabiatla temizlenir, yorulan zihinler tabiatla zindelik kazanır, karmakarışık beyinler tabiatla arı, duru, saf hâle gelir. Fert ile çevre arasındaki bu inanılmaz irtibat, hayatın inkâr edilemez gerçeğidir.

Tabiatın insan hayatı üzerindeki derin etkisi bir hakikattir. Güzel bir tabiat ortamının insan davranışlarında tesiri anlıktır yani tabiat, insanın rûhî hâlini de fizîkî hâlini de çabucak etkiler. İnsanın âhenkli yapılanmasında, tabiat ehemmiyetli bir müessirdir. Dolayısıyla tabiat; kişinin hislerinde, duygularında, olumlu yönde değişkenlikler oluşturur. Bu şekildeki ortamlarda bulunan insanların davranışları da müsbet yönde şekillenir.

Çevre, varlıkların gelişimini ve yaşayışını etkileyen dış şartların toplamıdır. Tabiat mefhumu, çevre içinde tanımını bulur. İnsan ile fizîkî çevresi arasında karşılıklı bir etkileşim vardır. Böylesi bir etkileşimde fert, çevresini değiştirirken çevresi de onu pek çok yönlü değiştirir ve dönüştürür. Bu sebeple insan davranışlarında, arka plân olarak çevre önemlidir. Meselâ düzensiz, dağınık, karışık mekânlar; insanı menfî etkiler, sıkar, bunaltır. Ama temiz, düzenli, ferah ortamlar; insanın psikolojisini olumlu yönde etkileyerek kişiyi rahatlatır, huzurlu kılar.

Bilindiği gibi insanlarla madde arasında sürekli bir enerji alışverişi bulunur. Bu etkileşim insanın hem fizîkî âleminde hem de iç âleminde söz konusudur. Bir yemek kokusu nasıl aç insanda uyarıcı olursa, zihnî (bedenî olarak da) yorgun insanda tabiat aynı uyarıcı etkiyi oluşturur. İnsanlar ancak tabiatla baş başa kalarak dinlenir; çiçeklerin, ağaçların kokusu içini açar, onu ferahlatır, zinde yapar. Tabiattaki âhenk, insanın iç âlemine de farklı bir âhenk getirir. Bunaltısını giderir, derdini, sıkıntısını unutturur. Güzel tabiat, psikolojik olarak insanı pozitif etkiler.

Yüce Yaratıcı tabiatı ne muhteşem yaratmıştır!

Gücün, büyüklüğün, erişilmezliğin işareti olan dağlar; gündüzün, aydınlığın, ışığın işareti olan güneş; aslın, vâr oluşun, en son dönüşün işareti olan toprak; insanı farklı âlemlere daldıran, iç sıkıntısını gideren, zihin karışıklığını düzelten deniz; ne eşsiz güzelliklerdir! İnsan ve tabiat arasında bir zevk ve lezzet paylaşımı vardır. İnsanı dinlendiren yeşillik ağaçlar, içi sevince boğan çeşitli çiçekler, kokusuyla iç ferahlatan gül, ne güzeldir! Işıl ışıl açan çiçekler, farklı renk ve kokudaki güller ve sümbüller… Çiçekler; umudun, sevincin, güzelliğin sembolüdür. Rengârenk, çeşit çeşit hâlleriyle, ıtır ıtır kokularıyla tüm çiçekler, güller gönlü dinlendirir, âhenklendirir, içi sevince boğar.

Cıvıl cıvıl kelebekler, böcekler, kuşlar, meleşen kuzular… Akasyalar, hanımelleri, çınarlar, ıhlamur ağaçları, portakal ve narçiçekleri, bağlar, bahçeler, ormanlar… Yeşilin tüm tonları güzel… Yeşile bakmak insanı dinlendirir. Şırıl şırıl akan dereler, nehirler, göller, denizler, gökyüzü maviye doyurur bizi. Dinlenmek için âdeta onları doyasıya yudumlarız… Dağların heybetli, mor, gri, kahve vs. renk cümbüşü sergilemesi ne asâlet, ne yükseliş… O yükseklerde iç aydınlatan küme küme bulutlar, umut aşılar insana…

Gündüzler muhteşem tabiatın güzelliklerini bize aydınlıkta net olarak sunarken geceler de güzel… Geceyi aydınlatan ay âdeta karanlık sinmiş yüreklerin üzerindeki karalığı hafifçe kaldırarak gönlü uyandırır. Ya karanlık gecede bir pırlanta gibi parlayan yüreklere âdeta bir ümit ışığı olan o sayısız yıldızlar, Samanyolu ve diğer galaksiler eşsiz, farklı bambaşka bir âlem sunar insana…

Oksijen deposu ağaçlar bedenimize taze kan koyar. Onların o yemyeşil çeşit çeşit latif ve güzel görünüşleri yıkık ruhlara ayrı bir canlılık kazandırır. Çevreye karşı çok hassas olan Sevgili Peygamberimiz -aleyhisselâm-, çevrenin ağaçlandırılarak yeşillendirilmesini hep teşvik etmiştir. Kendi elleriyle sayısız hurma ağacı fidesi dikmiş ve şu meşhur hadîsi bizlere miras bırakmıştır:

“Kıyâmet kopmak üzereyken elinde bir fidan bulunan kimse, imkân bulursa onu diksin.” (Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, 68) Böylece iki cihanın sultanı Peygamber -aleyhisselâm-; insan hayatının vazgeçilmez nimetlerinden birisi olan ağaç dikmenin önemini, dolayısıyla âdeta çevrenin ehemmiyetini insanlara ilân etmiştir.

Tabiattaki temiz hava, kirlilikten bunalan iç organlarımıza rahatlık ve zindelik sağlar. Tabiat insana sevgi ve mutluluk çağrıştırır. İnsan tabiatla baş başa olduğunda bütün dertlerinden sıyrılır, farklı âlemlere girer. Böyle hâllerdeyken, insan kendini rüyalar ülkesinde sanır. Tabiat, insanda oluşan menfî enerjileri pozitif hâle çevirir. Rûhî birikintilerden kurtarır. İnsan tabiatla beraberken; üzerindeki menfî yükleri atar, rahatlar. Tabiatla birliktelik, insana âdeta rûhî bir tedavi yöntemidir. Dertli, sıkıntılı, kasvetli ortamlardan tabiata gelen insanlar, kendilerini âdeta tüy gibi hafiflemiş hissederler. Tabiatın içindeyken insan; güler, söyler, neşelenir, gözleri parlar, içi umutla dolar. Kısacası tabiattaki âhenk ve güzellik; insanın iç âlemine de âhenk getirir, içindeki çirkinlikleri güzelleştirir.

Allah Teâlâ; insanın önüne kâinattaki bu eşsiz güzellikleri görmesi, seyretmesi, dinlemesi, tefekkür hattâ teşekkür etmesi, Hak âyetlerini daha iyi idrak etmesi için âdeta güzelliklerle bezeli bir ziyafet sofrası sermiştir. İnsanın bu sonsuz, sınırsız ikrâmı ve ihsânı bol, çok lütufkâr Rabbine ancak hamd etmesi gerekir. Cenâb-ı Hak; yarattığı bu muhteşem güzelliklerin hepsini belirli bir düzen ve denge içerisinde vâr ederek bizlere bahşetmiş ve nitekim;

“Şüphesiz Biz her şeyi bir ölçüye göre yaratmışızdır.” (el-Kamer, 49) buyurmuştur.

“O, gökten su indirendir.

Her bitkiyi onunla bitirdik, ondan bitirdiğimiz yeşilden, birbirine benzeyen ve benzemeyen yığın yığın taneler, hurmaların tomurcuklarından sarkan salkımlar, üzüm bağları, zeytin ve nar çıkardık.

Ürün verdiklerinde ürünlerine, olgunlaşmalarına bir bakın.

Bunlarda, inananlar için, şüphesiz, deliller vardır.” (el-En‘âm, 99)

Cenâb-ı Hak; insanlar ve diğer canlılar istifade etsinler diye suyu, gökyüzünü, ağaçları, güneşi, ayı, ekinleri, bitkileri, sebze ve meyveleri yaratmıştır. Hepsi biz insanlar içindir.

“Onlar; üstlerindeki göğü nasıl yapmışız, süslemişizdir bir bakmazlar mı? Onda hiçbir çatlak da yoktur. Allâh’a yönelen her kula gözünü açmak ve ibret vermek için yeryüzünü yaydık, oraya sabit dağlar yerleştirdik, orada her güzel türden yetiştirdik. Gökten bereketli bir su indirdik, kullara rızık olmak üzere onunla bahçeler, biçilecek taneli ekinler, küme küme tomurcukları olan boylu hurma ağaçları yetiştirdik. O su ile ölü yeri dirilttik. İşte insanların diriltilmesi de böyledir.” (Kāf, 6-11)

Böylesine her şeyi açık ve net bir şekilde yaratan yüce Yaratıcı, herhâlde bunları boşuna yaratmamıştır?

“Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık.” (el-Enbiyâ, 16)

“Gökte burçlar vâr eden, orada ışık saçan güneş ve aydınlatan ayı yaratan Allah, yücelerin yücesidir.” (el-Furkān, 61)

İnsanoğlu, O yüceler yücesi Rab Teâlâ’ya şükran borçludur.

Sevgili Peygamberimiz -aleyhisselâm- nübüvvetten evvel; üzüntülü, sıkıntılı, kederli zamanlarda yüksek yerlere çıkar, bir süre insanlardan uzak, tabiatla baş başa kalırdı. Peygamberimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın Mekke, Medine, Uhud Dağı ve diğer başka yerlere olan sevgisini dile getiren birçok hadîs-i şerîfi vardır. O -aleyhissalâtü vesselâm-, gök cisimleriyle dahî ilgilenmiş, onların doğuş ve batışlarını duâ fırsatı olarak değerlendirmiştir. Allah Rasûlü; zaman zaman yalnız kalıp, tefekkür maksadıyla memleketi Mekke dışına çıkardı. Hattâ Hira Mağarası’nda böyle bir hâldeyken vahiy gelmiştir.

Tabiat ve çevre güzelliklerinin insanların ruhlarını iyileştireceğinden hareketle, içtimâî vazifeleri ihmal etmeksizin tebdil-i mekân tavsiye edilmiştir. Bu sebeple seyahat etmek, çevreyi değiştirmek, tatil yapmak, tabiatla baş başa olmak insanı dinlendirir, yorgunluğunu giderir, dertlerini unutturur, sinirlerini takviye eder. Ortam değişikliği; dertleri, gam ve kederi siler süpürür, kişiye geçici bir ferahlık ve rahatlama zemini sağlar. İnsan; bunaldığında, sıkıldığında, daraldığında, dertlerinden kurtulmak istediğinde zaman zaman mekân değişikliği yaparak tabiata inmeli, rûhunu farklı ortamlarda dinlendirmelidir vesselâm.