LEVHALARIMIZ

Ömer Sami HIDIR samihidir@gmail.com

Peygamber Efendimiz buyurmakta:

“Güzel söz sihir gibidir.”

İnsan duyduğu, okuduğu sözün tesiri altında kalır. Aziz ceddimiz sözün bu tesirini kullanarak nesli nakış nakış işlemiş ve nazarları celbeden noktalara özenle yazılmış levhalar koymuştur.

Sıcak bir yaz günü susadınız bir çeşmeye rastladınız. Kana kana içtiniz. Bir de çeşme üzerinde bir yazı gözünüze çarptı:

“Diri olan her şeyi sudan meydana getirdik.” (el-Enbiyâ, 30)

Suyun kıymetini hissettiğimiz bir anda bu cümle bizi tefekküre sevk etmekte. Allâh’ın kudretini idrâk ettirmekte. Şükre vesile olmakta.

Veya şu âyet:

“Onların Rabbi, (cennetliklere) tertemiz bir içecek içirir!” (el-İnsân, 21)

Dünya nimetini yudumlarken, âhiret nimetini düşünmek ve hazırlanmaya sevk etmekte…

Yani hem bedenimiz hem de rûhumuz gıdâlanmakta. Osmanlı’da bu kültür mevcuttu. İstanbul’da tespit edilebilen 800 çeşmenin her birinde bir incelik bir letâfet mevcut.

Bir ev veya iş yeri gördünüz, en okunaklı yerinde;

“Mâşâallah” yazısı yahut; “Yâ Hafîz” yazısı. Okuyan kişiye ilâhî kudreti tefekkür ettirmekte. Allâh’ın dilemesi olmasa bu nimete mâlik olunamaz dedirmekte. Her türlü şerden muhafaza için duâya teşvik etmekte.

Tanzîmat sîmâlarından Fuat Paşa, bir İngiliz sigorta şirketi mes’ulünü İstanbul’da gezdiriyormuş. Şehrin binaları üzerinde sıklıkla gördüğü “yâ Hafîz” levhalarının ne olduğunu soran yabancıya, nüktedanlığı ile meşhur Fuat Paşa şu cevabı vermiş:

“–Osmanlı sigorta şirketinin tabelaları!”

Evin içinde sizi;

“el-Mülkü lillâh” levhası karşılamakta. Demek ki bu mal-mülk geçici, mülkün asıl sahibi Cenâb-ı Hak diye düşüncelere dalmakta okuyan.

Ayrıca hemen her evde bulunan «Hilye-i Şerîfe» levhaları bir bereket ve rahmet vesilesi olmakta, evi kazadan belâdan muhafaza etmekte.

Bir mürşid-i kâmili ziyarete gittiniz:

“Edeb yâ Hû!” karşılamakta sizi. Bu hattı okuyan hem Allâh’a ilticâ ederek edep talep etmekte, hem de levha bizi edebe muhalif hâllere karşı îkaz etmekte.

“Kalpler ancak Allâh’ı anmakla mutmain olur.” âyetini okuyan kalpler İslâm’ı aşk ile yaşamanın gayreti içine girmekte.

İş yerini açan bir esnaf, her gün dükkânının duvarındaki; “Rızık Allah’tandır.” levhasını okumakta. Bu hakikati okudukça hileden, yanlıştan geri durmakta. Çünkü kul rızkın Allah’tan geldiğini hakkıyla bilirse hile yapmanın nâfile olduğunu anlar.

Bir hastahânede, doktor da, hasta da;

“Yâ Şâfî!” levhasını okumakta. Bu levhayı okumakla şu hissiyat gönüllere dolup lisân-ı hâl ile çalışanlar ve hastalar şöyle demekte:

“Vazifeliler olarak biz üzerimize düşeni yaparız, hasta da iyileşmek için gayret eder. Ancak şifâyı verecek olan Cenâb-ı Hak’tır.”

Bir kabristanda en çok gördüğümüz;

“Hüve’l-Bâkî” yazısı, ziyaretçileri teskin etmekte. En öz ifade ile ciltler dolusu hakikati anlatmakta.

“Fe sabrun cemîl!” bizlere sabrın güzel olanını tavsiye etmekte.

“Hîç” yazan levhalar bizleri mahfiyet ve tevâzûya davet etmekte.

“Allah güzeldir, güzeli sever.” yazılı levhalar hâllerimizi, işlerimizi güzelleştirmekte.

“Hoş gör yâ Hû!” levhasını okuyanlar müsamaha ve diğergâmlık hissi ile dolmakta.

Prof. Dr. Hüsrev SUBAŞI Bey Anadolu’nun sahip olduğu yüksek şahsiyet ve karakteri şahit olduğu bir manzara ile bize aktarır:

Bir seyahatim esnasında Sakarya’nın Taraklı kasabasından geçerken tarihî bir köprünün üzerinde bir levha dikkatimi çekti. Aracımı durdurup geri geldim, inip yanına kadar gittim. Levha büyükçe bir mermere güzel bir yazı ile nakşedilmişti. Şu beyit yazılıydı:

Şifâu’l-kulûb,
Likāu’l-mahbûb…

Yani, kalpler sevilen ile buluşunca şifâ bulur. Bu hikmetli beyit beni çok etkiledi. Öz bir ifade idi, rûha ferahlık veriyordu. İslâm mayası ile yoğrulan coğrafyamızın engin gönüllü insanlarının o berrak gönüllerinden taşan güzel bir ifade idi. Benim gönlümde de hâlâ müstesnâ bir yeri vardır.

Bir köprüsünde bile böyle güzel inciler saklayan bir millet olarak, özümüzde meknûz olan bu güzellikleri tekrar hayatımıza dâhil etmeliyiz.

Mevlâ’m, her ânı hikmet ile yoğrulan ömürler lutfeylesin…