Îmânın Bir Tezâhürü: VEFÂ

Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

BİR HADİS:

عن عَبْدِ اللّٰهِ ابْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمَا
وَإِنّ۪ى سَمِعْتُ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ :
« إِنَّ أَبَرَّ الْبِرِّ صِلَةُ الْوَلَدِ أَهْلَ وُدِّ أَب۪يهِ»

Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anhümâ-’nın işittiğine göre Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“İyiliklerin en güzeli, evlâdın baba dostlarını ziyaret etmesidir.” (Müslim, Birr, 11)

BİR MESAJ: “Yaşadığın hayatta, rehberin gibi vefâ ahlâkına sahip olmaya çalış!”

Üzülerek ifade edelim ki teknoloji bakımından her an mesafe kat edilen şu modern dünyada, mü’min; büyük ahlâkî erozyona maruz kalmaktadır. Her geçen gün, her biri yüksek bir medeniyetin umdesi olan İslâm’ın o güzelim temel ahlâk esasları, çağın mü’mini tarafından; şehvet, hırs, tamah gibi kötü hasletlere birer birer kurban edilmekte, karşımızda tabir câizse içi boşaltılmış, mânâsı kaybolmuş bir İslâm kalmaktadır.

İşte kurban edilen, dolayısıyla hebâ edilen o güzel ahlâk esaslarından biri de vefâ ahlâkıdır. Vefâ ahlâkının günden güne kayboluşuna, halk arasında bir nevî teşbih veya telmih yapılmış ve vefânın İstanbul’da sadece bir semt adı olarak kaldığı ifade edilmiştir.

Evet vefâ ahlâkı, mü’minler olarak bizim kaybolmaya yüz tutan bir ahlâkımızdır. Onun için mü’min; yüklenmiş olduğu ağır mes’ûliyetin idrâkine varıp üzerinde vâr olan modern dünyanın kasâvet ve sıkletlerinden sıyrılarak, İslâm’ın diğer ahlâk esaslarını ihyâ etmeli, bununla beraber vefâ ahlâkını da ihyâ etmelidir.

Zira vefâ, îmandandır. Bir gün Sevgili Peygamberimiz, Âişe Vâlidemizle birlikte iken yaşlı bir kadın geldi. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, yaşlı kadının hâlini hatırını sordu. Pek çok iltifatlarda bulundu. Yaşlı kadın gittikten sonra ona gösterdiği bu ilgi, alâka ve ihtirâmı fark eden Hazret-i Âişe Vâlidemiz meraklı bir şekilde;

“–Bu yaşlı hanım kimdi yâ Rasûlullah?” diye sordu. Vefânın zirvesinde olan Fahr-i Kâinât Efendimiz şöyle buyurdu:

“–Hatice’nin arkadaşı olup onun sağlığında bize gelip giderdi. Şüphesiz ahde güzel bir şekilde vefâ göstermek îmandandır.” (Hâkim, Müstedrek, I, 20)

Evet, vefâ îmandandır. «Allah ve Rasûlü’ne îmân ettim.» diyen bir mümin, vefâ ahlâkına sahip olmak durumundadır.

Vefâ, bir ahlâk-ı hamîdedir. Vefâ, en güzel ahlâk esaslarından biridir. Onun için güzel ahlâkıyla Allâh’a yaklaşmayı murâd eden bir mü’min, vefâ ahlâkına sahip olmalıdır.

Vefâ, en güzel ahlâkın sahibi Sevgili Peygamberimiz’den bize bir mirastır. Zira O, vefâ ahlâkına sahipti. Aslında O’nun hayatının neredeyse tümü vefâ ahlâkı ile geçti. Hazret-i Âişe Vâlidemiz’in naklettiğine göre vefatından sonra bile Muhtereme Vâlidemiz Hazret-i Hatice’yi asla unutmadı. Sık sık ondan bahseder, bazen koyun kesip Hazret-i Hatice’nin dostlarına gönderirdi. (Buhârî, Menâkibü’l-Ensâr, 20)

Evet, O vefâ sahibiydi. Kendisine ilk defa sütanneliği yapan Ebû Leheb’in câriyesi Süveybe’yi ömrü boyunca unutmamış, sık sık ziyaret edip ikramda bulunmuştu. Süveybe; hicretten sonra Ebû Leheb tarafından âzâd edildiğinde vefat edinceye kadar onun ihtiyaçlarını karşılamış, vefat ettiğinde de ikramda bulunmak için yakınlarını arayıp soruşturmuştur. (İbn-i Abdilber, İstîâb, I, 27-28)

Vefâ sahibi Fahr-i Kâinât Efendimiz, zor zamanlarında kendisine kucak açan Medine’yi ve ensârı unutmadı. Ensar, Efendimiz’e öyle bağlanmıştı ki bir gün olup imkân ve kuvvet bulduğunda Mekke’ye geri döner mi diye büyük bir endişe içerisine girmişlerdi. İçlerini kemiren bu endişelerini çekine çekine ensardan Ebû’l-Heysem bin Teyyihân -radıyallâhu anh- şöyle dile getirdi:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Biz Sana bey‘at edip söz verdikten sonra Allah Sana tekrar kavmine dönecek güç ve kuvveti verirse, Sen’in onlara dönüp bizi bırakmandan endişe ederiz.”

Sevgili Peygamberimiz gülümsedi ve ona şu cevabı verdi:

“–Kanınız kanım, mezarlığınız mezarımdır. Ben sizdenim, siz de bendensiniz. Düşmanlarınız düşmanım, dostlarınız dostumdur.” (Müslim, Zekât, 133)

Sanki bir ahit ve bir vefâ sözleşmesi…

Gün geldi Mekke fethedildi. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, doğduğu ve büyüdüğü şehir olan Mekke’de kalmadı. Medine’ye geri dönüp vefât edinceye kadar orada yaşadı ve vefât ettiğinde oraya defnedildi.

Onun için vefâ, mü’minlerin tâbî olması gereken mühim bir sünnettir.

Vefâ ahlâkı hayatın bütününe yayılması gereken bir ahlâktır. Hayatın bütününde ve her merhalesinde mü’minin, vefâ ahlâkına sahip olması gerekir.

Mü’min, en başta Allah -celle celâlühû-’ya karşı vefâ sahibi olmalıdır. O’na olan kulluk vazifesini hakkıyla yerine getirmeye çalışmalıdır.

Vefânın en mühim yerlerinden biri de ana-babaya vefâdır. Bir gazve esnasında Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına bir genç gelip;

“–Anne babamı ardımdan ağlar bırakıp Sana geldim yâ Rasûlâllah!” dedi.

Merhamet pınarı Sevgili Peygamberimiz o gence şöyle buyurdu:

“–Onların yanına geri dön ve ikisini de nasıl ağlattıysan öyle güldür.” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 31)

Evet, cihad İslâm’ın önemli bir umdesi; ancak ana-baba hakkı, ana-babaya vefâ da İslâm’da mühim yeri olan bir husus. Mü’min, kendisini büyütüp yetiştiren ve üzerinde çok hakkı olan ana-babasına karşı vefâ sahibi olmalıdır. Mü’min, ana-babasına karşı öyle vefâ sahibi olmalı ki, onların dostuna hürmet etmeye varıncaya kadar bu ahlâkını devam ettirmelidir. Serlevhâ hadîsimizde baba dostunu ziyaret etmenin en güzel iyiliklerden biri olduğu ifade edilerek, vefâ ahlâkının ehemmiyetine vurgu yapılmıştır.

Dost ve arkadaşlara vefâ da mühimdir. Bir gün Necâşî’nin gönderdiği bir heyet Hazret-i Peygamber Efendimiz’i ziyarete geldiler. Sevgili Peygamberimiz hemen ayağa kalkıp onlara hizmet etmeye başladı. Ashâb-ı kiram;

“–Bırak, Sen’in yerine biz yaparız.” dediler. Ancak O, onlara şöyle karşılık verdi:

“–Onlar benim ashâbıma iyilik yaptılar, ben de bizzat onlara iyilik yapmak istiyorum.” (İbn-i Kesîr, Bidâye, III, 99)

Vefâ ile unutmamak arasında sıkı bir bağ vardır. Zira vefâ, unutmamaktır. Mü’min, vefâ sahibi olmalı, unutmamalıdır. Mü’min en başta Allah -celle celâlühû-’yu unutmamalıdır. Mü’min, «Elest bezmi»nde Rabbine verdiği sözü unutmamalı; «Evet Sen benim Rabbim’sin.» diyerek O’na karşı vefâ sahibi olmalıdır.

Mümin, Allâh’ı unutmamalıdır. Unutmamanın ilâcı, hatırlamaktır. Öyleyse Allâh’ı hatırlamalı, zikretmeli. Mü’minin her dâim Rabbini hatırlatacak günlük virdleri olmalıdır.

Mü’min; vefâ ahlâkına sahip olup, kendisine yapılan en ufak bir iyiliği bile unutmamalıdır. Bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmaktadır:

“Din kardeşini güler yüzle karşılamak gibi (tabiî) bir iyiliği bile sakın küçük görme!” (Müslim, Birr, 144)

Unutmak bir gaflet. Gaflet ise insanı felâkete sürükleyen kötü bir haslet. Rabbimiz, âyet-i kerimede;

“Gafillerden olma!” diye bizleri îkaz ediyor.

Ama bütün bunların yanında mü’minin unutması gereken şeyler vardır. Zira Lokman Hakîm şöyle der:

“Kendine yapılan kötülükleri ve başkalarına yaptığın iyilikleri unut!”

Vefâ unutulmadığı gibi vefâsızlık da unutulmayacak ve karşılıksız bırakılmayacaktır. Zira bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmaktadır:

“Kıyâmet gününde her vefâsızın, vefâsızlığının göstergesi olarak bir sancağı olacaktır.” (Müslim, Cihâd ve Siyer, 14)

Rabbimiz, cümlemizi vefâ sahibi sâlih kullarından eylesin!

Rabbimiz, bizleri unutanlardan ve unutulanlardan eylemesin!

Âmîn…