ÇOBAN ÇEŞMESİ

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN

Derinden derine ırmaklar ağlar,
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi…
Ey suyun sesinden anlayan bağlar,
Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi? (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

Senai Beyle Hacı Selimağa Kütüphânesindeki mesaimize başlamadan önce buluşma yerimiz olan eski «Salacak İskelesi»nden bozma çayhânede oturuyoruz:

–Artık kütüphâneye giderken ayaklarım geri geri gidiyor Hocam!

–Alışacağız Senai Bey!..

Derken çaylarımız yenilendi.

Senai Bey:

–Hocam! Çayın güzeli suyundan gelirmiş, derler. Bu çay bana neler hatırlattı size de anlatayım.

–Buyurun Senai Bey!

“–Bir Trakya kasabasına gitmiştik. Boş vakitlerimde aracımla küçük gezintilere çıkıp yakın köyleri ziyaret ediyor, köy camisinde namaz kılıp kasabaya öyle dönüyordum.

Yine bir gün ana caddeden sapıp bir köy yoluna girdim. Bir süre gidince yol kenarından bir hayli içeride, orman kenarında, bir çeşme gördüm. Etrafında herhangi bir yerleşim, bir ev bile yoktu. Issız, dağ başında tek başına bir çeşme. Şaşırdım, kendi kendime söylendim;

«Yahu bu dağ başında kimin işine yarar bu çeşme?» diye.

Köye varıp da camide namaz kıldıktan sonra köy meydanına doğru ilerlerken köy kahvehânesinin camındaki tabela dikkatimi çekti. Tabelâda; «ÖZEL ÇAYIMIZI İÇMEDEN GEÇMEYİN!» yazıyordu. Girip bir çay da ben söyledim.

Bir taraftan çayımı yudumlarken, yan tarafta oturan nur yüzlü bir amcayla göz göze geldik ve sohbet etmeye başladık. Ona yolda gördüğüm çeşmenin yerinden ve gereksizliğinden bahsettim. Amca bana gülümsedi:

«–Bak evlâdım! Bir dahaki sefere oradan geçerken biraz uzağında dur. Sessizce seyret bakalım, o çeşmeden kimler geliyor, kimler geçiyor…»

Dönüşte çeşmenin biraz uzağında durdum, beklemeye başladım. Çeşmenin önünde bir yalak vardı, su bu yalağın içine akıyordu. Yalağın diğer ucunda ise bir delik vardı, yalak dolduğu zaman suyun fazlası bu delikten dışarı sızıyordu.

Önce bu sızan suyun oluşturduğu birikintiye kuşlar gelmeye başladı, çeşit çeşit kuşlar hem su içiyor hem yıkanıyorlardı.

Sonra bir sincap atladı suya, kenardan köşeden bir kaplumbağa… Börtü böcek… «Gündüz böyle ise akşamları da yaban hayvanları gelip buradan su içiyordur.» diye düşündüm.

Geri kalan su toprağın altına sızıyor, hem nebâtâtı besliyor hem de yer altı sularına kaynak oluyordu.

O sırada uzaktan hayvanlarını otlatan bir çoban göründü; hayvanları yalaktan su içerken, kendisi de elini yüzünü yıkayıp kana kana su içti.

Biraz sonra başka bir çoban sürüsüyle geldi, o da hayvanlarını suladı. İki çoban, küçük bir ateş yakıp bir çay demleyip içmeye başladılar. Onların yanına varıp selâm verdim, beni çay içmeye davet ettiler.

Onların çayına ortak oldum, çok lezzetli bir çaydı. O lezzetin bu çeşmenin suyundan kaynaklandığını söylediler. Nitekim biz orada çay içerken arabalarıyla insanlar gelmeye başladı; yanlarında getirdikleri kaplara, çeşmenin suyundan dolduruyorlardı.

Çay faslından sonra çobanlar işlerine, ben ise tekrar köye yollandım. Gördüklerimi o yaşlı amcayla paylaşmak istiyordum. Köy kahvesinin bahçesinde yaşlı amcayı buldum, yanına oturdum:

–Çeşmeyi ziyaret ettin mi evlâdım?

–Evet amcacığım.

–Gördün mü? «Bu dağın başında ne işi var?» dediğin çeşmeden kimler geliyor, kimler geçiyor.

Peşin hükümlü olmanın verdiği suçluluk duygusuyla yaşlı amcayı dinlemeye başladım:

«Bak evlâdım! Peygamber Efendimiz’e çeşitli zamanlarda;

“–Sadakanın en fazîletlisi hangisidir?” diye sorulurdu. Bir defasında şöyle cevap verdiler:

“–Sadakanın en fazîletlisi, su teminidir.” (Ebû Dâvûd, Zekât, 41; İbn-i Mâce, Edeb, 8) buyurmuş.

Nitekim bir gün Sa‘d bin Ubâde ismindeki sahâbenin annesi vefat etmiş. Sa‘d -radıyallâhu anh-, Rasûlullah Efendimiz’e gelerek;

‘–Ey Allâh’ın Rasûlü! Annem öldü, onun adına sadaka verebilir miyim?’ diye sormuş.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

‘–Evet!’ buyurmuş.

Sa‘d;

‘–Hangi sadaka daha hayırlı ve değerlidir?’ diye sorunca Efendimiz;

‘–İnsan ve hayvanların su ihtiyaçlarına cevap vermektir.’ (Nesaî, Vesâyâ, 9; İbn-i Mâce, Edeb, 8) buyurmuş.

O çeşmeyi yaptıran zât-ı muhterem de sünnete riâyet ederek; sadece insanları değil hayvanları ve nebâtâtı da düşünerek bir çeşme yaptırmış ki, ne kadar isabetli bir karar verdiğine sen de şahit oldun.

Bizim kahvehânenin çay suyu da oradan gelir, o sebeple böyle lezzetli olur. Şimdi giderken o çeşmeden bir kap su al. Evde bir güzel çay demleyin için bakın, nasıl o suyun tiryakisi oluyorsunuz.»

Dönüşte ben de çeşmenin başına gidip; o buz gibi suyundan içip, elimi yüzümü yıkayıp serinledim. Hayrâtı yaptıran zât-ı muhtereme duâ edip, yanımdaki kaplara su doldurup kasabaya doğru yollandım.

İşte böyle Hocam, yaşlı amcanın bana verdiği ders böyleydi.”

–Evet Senai Bey, ne yazık ki hepimiz bu peşin hükümlü olma tuzağına düşüyoruz. Bir şeyin aslını bilmeden, kıt ve yanlış bilgilerle hüküm verince ne kadar isabetsizliğe düşüyoruz. Oysa Allah -celle celâlühû- Kur’ân-ı Kerim’de, insanları ön yargı ve peşin hükümden uzak durmaya çağırıyor:

“Hislerinize uyup adâletten sapmayın.” (el-A‘râf, 7/135) buyuruyor.

Rabbim bizi yanlışlardan muhafaza eylesin.