ŞIH NENENİN VERDİĞİ DERS…

Fahri SARRAFOĞLU sarrafoglufahri@gmail.com

Aksaray ilimiz; birçok Allah dostlarının olduğu, hattâ bir rivâyette yetmiş bin evliyâ yatağı diye bilinen bir şehrimiz. Bu satırların yazarı da burada doğmuş biri olarak birçok güzel insandan eğitim aldım, birçok güzel insan tanıdım. İşte bunlardan biri de Şıh Nene diye bilinen bir hanım evliyâ idi. Kendisi; aklına geldiğinde hemen bir şiir söyleyen ya da o anda karşısında muhatabı kim varsa hiç çekinmeden, olduğu gibi aktaran Melâmî meşrep denen bir hanım neneydi. Aksaray’da Çoğlakı Mahallesi’nde metruk bir türbede yatar kalkardı. Mahallenin yardımları ile geçinir. Ama öyle herkesin de yardımını kabul etmezdi. Sert hem de oldukça sert mizaçlıydı. Kendisiyle ilk yüz yüze karşılaşmam 1978 yılındaydı, yani 12 yaşındaydım. Ama söyledikleri hâlâ bugünkü gibi aklımdadır. Çünkü hakikat yolcularının sözleri, kulağa değil kalbe söylendiği için aradan yıllar geçse de akılda kalır.

Mevsim bahar mevsimi idi. Şıh Nene; elinde kalın bastonu, üstünde yeşil bir atkı, başında kırmızı bir kalın başörtüsü, bindallı denen mahallî şalvar ve etekten oluşan kıyafetiyle Küçük Bölcek Mahallesi’nin çeşme başından ağır ağır geliyordu. Başı açık olan hanımlar onu görünce, hemen kaçıyorlardı. Nasıl kaçmasınlar ki, hiç çekinmeden elindeki asâsıyla bacaklarına vuruyordu. Dedik ya kimseden çekinmezdi. Mahallemizde ustalığı ile bilinen Rasim Emmi vardı. Onun kapısının önünde durdu. Rasim Emmi; yüzü asık bir şekilde evinin önünde bir taşa oturmuş, başını da iki eline almış düşünüyordu. Ben de garip bir hanım olduğu için merak ettim onun arkasından geliyorum. Dolayısıyla ne dediklerini rahatlıkla duyuyordum. İşte Şıh Nenenin 1978 yılında Rasim Emmiye söylediği ve bugün bile hâlâ geçerli olan sözü:

“Heyy goca herif ne düşünün? Binin yarısı beş yüz o da bizde var elhamdülillâh! Derdin paraysa Allah virir ya. O zengin deel mi ondan iste. Haste isen de duâ et yine Rabbim şifâsını verir, tabibe git. Emme yok derdin içindeyse, için sıkılıyorsa, biri ümüğünü sıkıyor gibiyse bak ona garışmam ha! Onu sen halledecen gari. Ya birinin gönünü gırdın ya da birinin yüregine ataş attın. Tövbe itmeden; sona da gidip hangi garibin hakkını aldıysan gidip halâllik almadan, daraltın geçmez diyim sana. Ağar yaparsan aha ondan kelli senin daraltın da gider, yüregin de ferahlar. Dimem o ki a goca herif; tez git tefekkür et, düşün «kimin tavuğuna kış dedin» düşün. Hemen tövbe et. Böyle kümesine tilki girmiş horoz gibi düşünme. Git de gönül evini temizle, pakle sona da gönünün içine O’nu yani Irabbımızı davet et…”

Kısaca:

Rabbimiz Teâlâ’nın bin yıl önceki insana ihsan ettiği donanımlarla şimdiki yüzyılda insana bahşedilen donanımlar arasında fark yoktur. Âlemin sahibi, birine ayrımcılık yapmaz ya da bir diğer kula torpil geçmez. Burada esas olan, insana verilenlerin her zaman aynı ve âdil olduğudur. Bunu kişi kendisi kesintiye uğratır ya da farkına varmaz. O yüzden çok defa âyetlerde tefekküre vurgu vardır. Düşünen insan, sorgulayan ve meraklı olan tekâmül eder. Günümüzdeki ruh hastalıklarının çoğunluğu, yıllar önce Şıh Nenenin de dediği gibi; İNSANIN İNSANA YAPTIĞI ZÜLÜMDEN KAYNAKLANMAKTADIR.

“Muhakkak ki Allah, insanlara (hiç)bir şeyle (asla) zulmetmez. Lâkin insanlar, kendi nefislerine zulmederler.” (Yûnus, 44)

Bir hadîs-i kudsîde şöyle buyuruluyor:

“Ey kullarım! Ben zulmü hem kendime hem de kullarıma haram kıldım. Siz de birbirinize zulmetmeyin…” (Müslim, Birr, 55, No: 2577)