TERCİHLER KALBİN AYNASIDIR

B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com

İnsan; ayrı ayrı deryâlar hükmünde olan bâtını ve zâhiri ile bir hikmetler dîvânıdır. O kesbettiği kemâlât nisbetinde, bu iki dünyası ile âhenkli bir bütünlük arz eder. Bu bütünlüğün bozulması hâli; halkın dilinde; «İçi başka, dışı başka» vasfıyla zemmedilir. Fert; çeşitli maksatlarla, iç âlemini gizleyip, kendisini farklı bir tabiatta gösterebilir. Bu marîz hâlet-i rûhiye; bir şahsiyet zaafı olması yanında, içtimâî bünyenin sağlığı bakımından da önemli mahzurlar arz eder. Bu sebepledir ki, cemiyet hayatında; «Münafıklık, küfürden daha fena» olarak görülmüştür. Mevlânâ Hazretleri de, buna işaretle;

“Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol!” buyurur.

Davranışlar; nefis ve irade olmak üzere, iki esasa istinâden tezâhür eder. Nefsî esaslı tercihler; bencillikten kaynaklanması hasebiyle, şahsiyet zaafının yansımalarıdır. İrade esaslı tercihler ise; ulvî değerler çerçevesinde bir murâkabe ile sâdır olduklarından, kemâlât vetîresinin yansıması mesâbesindedir. Nefsine râm olmak; bir insan için yaratılış hikmetine aykırı bir tercih olarak, dünya ve âhiret hüsranına yol açacak bir mecrâya girmektir. Hadîs-i şerifte;

“Cehennem, nefse hoş gelen şeylerle kuşatılmış; cennet ise, nefsin istemediği şeylerle çepeçevre sarılmıştır.” (Buhârî, Rikāk, 28) buyurulur. Bu cümleden olarak tasavvuf mektebinde, nefse hâkim olabilmek için; onun istediklerini yapmayıp, istemediklerini yapmak (riyâzet ve mücâhede), bir terbiye usûlü olarak yer almıştır. Allah Teâlâ’nın ihsan buyurduğu istîdatları değerlendirerek, akl-ı selîmin rehberliğinde tasarrufta bulunmak, iki cihan saâdetini kazanmanın yoludur.

İnsan; niyetlerinden, yaptıklarından ayrı tutulamaz, düşünülemez. Onu vasfeden bu fiilleri, kulluğunun vesikası olarak kendisiyle daima beraber olur. Bu hususla alâkalı olarak hadîs-i şerifte şöyle buyurulur:

“Ölüyü (kabre kadar) üç şey takip eder: Çoluk-çocuğu, malı ve ameli. Bunlardan ikisi döner, biri kalır. Çoluk-çocuğu ve malı döner, ameli (kendisiyle) kalır.” (Buhârî, Rikāk, 42)

Halk dilinde; «Küp içindeki neyse, onu sızdırır.» denilir. Şahsiyet, ferdin alâkaları ve kabulleri ile temâyüz eder. Bu cümleden olarak; tercihler kalbin aynasıdır. Kalbî temâyülün hâsıl edeceği neticeyi, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“Kişi sevdiği ile beraberdir…” (Buhârî, Edeb, 96) diye işaret buyurur.

Sevdikleri ile, sevindikleri ile, alâkaları ile rûhî kemâlâtın en güzel örneği; Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- Vâlidemiz’in, «canlı bir Kur’ân» olarak vasfettiği Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’dir. Söz ve fiil olarak, O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den sâdır olan her şey; buna riâyet eden herkese dünya ve âhiret saâdetini kazandıracak, ilâhî tâlim ve terbiye ile kemâlâtın zirvesine ulaşmış bir rûhâniyetin tezâhürleridir.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; «Müşriklerin, dâvâsından vazgeçmesi karşılığında her istediğini vermeye hazır olduklarını» söyleyen amcası Ebû Tâlib’e, dâvâsının yüceliğini şöyle beyan buyurmuştu:

“Amca! Vallâhi; Allâh’ın dînini tebliğden vazgeçmem için, güneşi sağ elime, ayı da sol elime koyacak olsalar, ben yine de bu dâvâdan vazgeçmem. Ya yüce Allah onu bütün cihana yayar, vazifem tamam olur yahut da bu yolda ölür giderim!”

Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın bütün gayret ve hissiyâtı da bu yüce dâvâ çerçevesinde billûrlaşır.

Bir gün avdan dönen Hazret-i Hamza -radıyallâhu anh-; Ebû Cehil’in, adamları ile beraber Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e hakaret edip incittiklerini öğrenince, gidip Ebû Cehil’in kafasını yarar ve onu azarlar. Sonra yeğeninin yanına gelerek;

“–Gönlün rahat olsun; intikamını aldım.” der.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in cevabı ise şöyle olur:

“–Bu beni sevindirmez. Beni ancak, senin müslüman olman sevindirir.” Hazret-i Hamza -radıyallâhu anh-, bu muhteşem ve samimî cevapla hidâyete erer.

Hayber kuşatmasında, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurdu:

“Bu sancağı yarın öyle birine vereceğim ki, Allah Teâlâ onun eliyle Hayber’in fethini bize nasip edecek. O Allâh’ı ve Rasûlü’nü sever, Allah ve Rasûlü de onu sever.” Ertesi gün Hazret-i Ali -kerremallâhu vechehû-’yu çağırtarak şu tembihatta bulundu:

“–Onlara yavaşça sokul, sahalarına in, sonra kendilerini İslâm olmaya da­vet et. Onlara gerekli olan İslâm esaslarını haber ver. Ey Ali! Allah Teâlâ’nın senin sayende tek bir kişiye hidâyet vermesi, iyi bil ki, sana kızıl develer bahşe­dilmesinden (senin kızıl develerin olmasından) çok daha hayırlıdır.”1

Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in mübârek hayatının her ânı; niyetlerin ve amellerin, Allah Teâlâ ve Rasûlü’nün rızâsı istikametinde, sevdiklerini sevmeye ve sevgilerini kazanmaya yönelik olmasını işaret buyurmaktadır. Nitekim, Dâvud -aleyhisselâm- şöyle duâ ederdi:

“Allâh’ım! Sen’den; Sen’i sevmeyi, Sen’i sevenleri sevmeyi ve Sen’in sevgine ulaştıracak amelleri sevmeyi dilerim. Allâh’ım! Sen’in sevgini bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha sevimli kıl!” (Tirmizî, Deavât, 73)

Bu sevgiyi kaybetmek de, en büyük hüsrandır. Bu cümleden olarak Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, nübüvvetin onuncu senesindeki Tâif yolculuğunda uğradığı ağır ezâ ve cefâ karşısında şöyle niyazda bulunmuştu:

“Allâh’ım! Kuvvetimin zaafa uğradığını, çaresizliğimi, halk nazarında hor ve hakir görülmemi Sana arz ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Eğer bana karşı gazaplı değilsen, çektiğim mihnet ve belâlara aldırmam! İlâhî! Sen kavmime hidâyet ver; onlar bilmiyorlar. İlâhî! Sen râzı oluncaya kadar işte affımı diliyorum…”2

Dünya bugün, sevgi ve onunla bütünlük arz eden merhamet ve şefkatten mahrumiyetin hüznünü yaşıyor; bu ıstırapla kan ve ateşler içinde yanıp kavruluyor. Böylesine fecî manzara, insanlığın rûhî harâbiyetinin bir neticesi. Bu da, insanlığın ihsan makamında bir kullukla yeniden inşâsının zarûrî olduğunu gösteriyor. Bu sâlih kulluğun tezâhürü, kalbî kıvamın yansıması; mahlûkata;

«Yaratan’dan ötürü yaratılanı hoş görmek» olan Yûnusça bir nazarla bakmak ve dünyayı hasret kaldığı rahmet iklimine kavuşturmak olacaktır.

_________________________________

1 Prof. Dr. İ. Lütfi ÇAKAN: Siyer-i Nebî.
2 Osman Nûri TOPBAŞ: Hazret-i Muhammed Mustafâ-1, Erkam Yay. İst. 2008, s. 400.