İÇ KONUŞMALAR

H. Kübra ERGİN hkubraergin@hotmail.com

Hayatü’s-Sahâbe adlı eserde şöyle anlatılır:

İbn-i Büreyde el-Eslemî -radıyallâhu anh- anlatıyor: Birisi, İbn-i Abbas -radıyallâhu anhümâ-’ya sözlü sataşmada bulununca İbn-i Abbas ona şöyle demişti:

“Sen beni kötülüyorsun; ama biliyor musun, bende üç özellik vardır:

Birincisi; Kur’ân okurken bir âyete geldiğimde şöyle derim: «Keşke bütün insanlar benim bildiğim kadar Kur’ân âyetlerini bilseler!»

İkincisi; müslümanların kadılarından birinin adâletle hükmettiğini duyduğumda çok sevinirim. Kaldı ki; hayatımda bir kere olsun, o hâkim ile bir işim olmaz.

Üçüncüsü ise; müslümanların yaşadığı bir şehre bereketli yağmur yağdığını işittiğimde, çayırda yayacak hayvanlarım olmadığı hâlde bundan ötürü sevinir ve mutlu olurum.” (İbn-i Hacer, el-İsâbe, 2/334)

Bu haber üzerinde biraz düşünürsek görüyoruz ki bir müslümanın güzel ahlâkı ve fazîleti, sevindiği şeylere de tesir ediyor. Müslümanların iyiliğine sevinmek, onlar için hayır istemek, mü’min kalbinin sahip olması gereken bir sıfat.

Sevinmenin hakikîsi elbette asıl âhiret gününde olanıdır. Asıl yurdumuz olan âhirette güzel âkıbete kavuşanların yüzlerine mutluluğun parlaklığı, gönüllerine neşe ve huzur verilecektir:

“Allah onları o günün dehşetinden korur; yüzlerine aydınlık, gönüllerine sürur verir.” (el-İnsân, 11)

Malûm; bayram günleri de, âhiretteki sevinçten önce dünyada ikram edilmiş sevinç günleridir. Müslümanlar; ibâdetlerine, iyiliklerine, kazandıkları sevaplara sevinirler. Yalnız kendi kazandıklarına değil, ümmet için sevinirler.

Oruç ve diğer ibâdetler sayesinde yıl boyunca kaçınamadığımız hatalarımızın affedilmesine, Allâh’ın mü’min kullarına rahmet ile bakmasına sevinirler.

Allah -celle celâlühû- kullarına karşı şefkatlidir; aşırı derecede üzüntüye gömülüp kalmalarını istemez. Hazret-i Meryem Vâlidemiz, geçirdiği zorlu imtihan sebebiyle aşırı endişeye ve üzüntüye kapılıp;

“Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim!” deyince;

“Artık üzülme. Rabbin, karnında olanı şerefli kılmıştır.” (Meryem, 23-24) diye nidâ edilmiştir.

Sonra kendisine hurma ikram edilerek;

“Hurma ağacını kendine doğru silkele, üstüne taze hurma dökülsün. Ye, iç, gözün aydın olsun…” (Meryem, 25-26) denilmiştir.

Belki Hazret-i Eyyûb -aleyhisselâm- başına gelen hâllere sabretmiş, şikâyet etmemiştir. Ama derdin acısından çok, insanların kötü konuşmaları ve Allâh’ın peygamberi hakkında sûizan etmeleri gönlüne tesir etmeye başlayınca üzülüp;

“Şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokunduruyor.” (Sâd, 41) diyerek dergâh-ı İlâhî’ye ellerini açmıştır. O zaman sıhhati kendisine iade edilip, üzüntülerinden feraha çıkarılmış, hattâ ettiği yemini yerine getirmesi için yol gösterilmiştir.

İnsanın üzülmesi de sevinmesi de, Allâh’ın kulları üzerindeki tasarruflarının sonucudur. Âyet-i kerîmede;

“Güldüren de O’dur, ağlatan da O.” (en-Necm, 43) diye bildirilmiştir.

İnsan bazen ortada bir sebep yokken üzülebilir; hattâ kendisinde hiçbir istek, gayret, kuvvet bulamayabilir. Günümüzde buna depresyon diyorlar. Ne yazık ki insanların dayanıksızlığının bir neticesi olarak şu âhirzamanda pek yaygınlaştı.

Eski zamanda insanlar; karnını doyuracak bir lokma bulsa Allâh’a hamd ediyor, seviniyordu. Şimdi buzdolaplarımız gıdalarla dolu, bir düğmeye basıp ısınıyor veya serinliyoruz. Eski zamanlarda kralların sahip olmadığı rahatlık içindeyiz ama en küçük bir şeye sabredemiyoruz.

Depresyondan muzdarip kişiler arasında, kadınlar daha fazla yer tutuyor. Hem yaratılış olarak hassas olmak, hâdiselerden daha fazla etkilenmeyi beraberinde getiriyor; hem de modern hayat tarzı, bu sıkıntıları atlatmayı zorlaştırıyor.

Modern hayat; bilhassa kadınları topraktan, güneşten, üretkenlikten, enerjisini harcayıp zihnini boşaltacağı işlerden kopardı, beton kutulara hapsetti. Meselâ depresyonun bazen D vitamini eksikliğiyle alâkası olabiliyor.

Hareket etmek, iş yapmak, bilhassa duygu yönünden insanı işe yarar hissettiren faaliyetlerde bulunmak depresyonun en büyük şifâsı. İnsanın yorulmaya da ihtiyacı var. Hareketle birlikte vücutta kan dolaşımı canlanıyor, beyinde serotonin üretimi artıyor. İntihar edenlerin beyninde serotonin miktarı düşük bulunmuş.

Hem iş sırasında beyin o işi nasıl yapacağını plânlayıp yönetirken, tekrarlayan düşüncelere saplanmaktan kurtuluyor. Ortaya çıkan güzel sonuç; insana sürur veriyor, sıkıntılarını dağıtıyor.

Gençliğimde Hanımlar Eğitim ve Kültür Vakfına giderdim. Orada faaliyetlere katılan hanımlardan şöyle dediklerini duyardım:

“Ben buraya gelmeden önce bunalımdaydım. Burada şifâ buldum.”

Zamanımızda çocuk sayısının azlığı, işleri kolaylaştıran araçların çokluğu ve rutin işlerin insanı pek de tatmin etmemesi, kadınları boşluğa itiyor. Erkekler arasında da en çok bekâr veya dul, yalnız yaşayanların depresyona girdiği bildiriliyor.

Depresyona yatkın kişilik yapısının da en önemli özelliği; çok coşkulu, enerjisi yüksek kişiler olmamaları… İnsanın şevkle bağlı olduğu bir gayesi olmayınca, durgun ve isteksiz bir yapıda oluyor. Bu durumda en küçük bir şeyden etkileniyor.

Depresyonu bazen birtakım acılar, kayıplar, üzüntüler tetikliyor. Ama o acıyı atlatıp geçememenin sebebi; «tekrarlayıcı olumsuz düşünceler ve iç konuşmalar.» Psikologların bu kuru teknik tabirlerini kullanmamın sebebi, aslında söyledikleri şeyin bizim ıstılahımızdaki nefis vesvesesiyle aynı şey olduğuna dikkat çekmek…

Rabbimiz buyuruyor ki:

“Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de Biz biliriz. Çünkü Biz, ona şahdamarından daha yakınız.” (Kāf, 16)

Yapılan araştırmalara göre beyin uykuda dahî hiç durmuyor; devamlı düşünceler, iç konuşmalar üretiyor. Bunların ekseriyeti de menfî, karamsar, şüpheci, suçlayıcı düşünceler. Rabbimiz çeşitli âyet-i kerîmelerde nefsimizi tezkiye etmemizi emrediyor.

İç konuşmalar eğer içeride kalmazsa, gıybete de dönüşüyor ki işte esas insanı depresyon girdabına çeken en büyük hastalığımız da budur. Gıybet hâdisesi aslında, dertleşmek adı altında husûmeti tazelemek, yaranın kabuğunu koparıp yeniden kanatmak, kinleri kökleştirmek ve başkalarına da bulaştırmaktan başka bir şey değildir. Tekrar tekrar konuşulmasa çoktan unutulup gidecek nefretler; ilk günkü gibi canlandırılır, çoktan hafifleyecek olan acılar daha da derinleşir.

İç konuşmalar gıybetin hazırlayıcısıdır. İçeride kalsa Allah -azze ve celle- günah yazmıyor ama eğer temizlenmezse, ekseriyetle içeride kalmaz, bir şekilde dışarı dökülür. O yüzden daha içerideyken yok etmek gerekiyor. Eğer yok etmezsek en büyük zararı da sahibine oluyor.

İnsan yaşadığı şeyleri kolayca unutamaz elbette, hele de çok canı yanmışsa… Meselâ bir evlât acısı kolay unutulabilecek bir acı değil. İnsanın onca emek verdiği evlâdını, tam yetişip anne-babasına hizmet edeceği bir çağda, hele de anne-babasının da ihtiyarladığı bir zamanda kaybetmesi.

Hazret-i Ebûbekir es-Sıddîk’ın oğlu Abdullah -radıyallâhu anhümâ-, Huneyn Savaşı’na ve Tâif Muhasarası’na katıldığı zaman kendisine isabet eden bir okla yaralanmıştı. Yarası tam iyileşmedi, daha sonra tekrar açılarak vefat etti. Oğlunun cenaze namazını bizzat Hazret-i Ebûbekir Efendimiz kıldırdı.

Ebûbekir -radıyallâhu anh-, oğlunun yarasından çıkan oku saklamıştı. Sonradan müslüman olarak Medine’ye gelen Sakîf heyetine oku gösterdi ve;

“–Bunu tanıyanınız var mı?” diye sordu. Said bin Übeyd -radıyallâhu anh- kendisinin attığını bildirince;

“–Bu ok Ebûbekir’in oğlunu şehid eden oktur. Ona senin elinle şehidlik veren, seni onun eliyle küfür üzere öldürmeyen Allâh’a hamd olsun! O’nun rahmeti ve ikramı ikinizi de kuşattı.”

Böyle bir îmân olursa insan depresyona girer mi?

Olsa olsa Hazret-i Yâkub -aleyhisselâm- gibi;

“Ben hüznümü, kederimi ancak Allâh’a şikâyet ederim.” (Yûsuf, 86) diyebilir…

Rabbimiz’in şu âyetleri; depresyon, anksiyete, panikatak ve benzeri bütün dertlere ilâç olarak kâfîdir:

“Gerek yeryüzünde, gerek nefislerinizde (hastalık, gam gibi) hiç bir musîbet başa gelmez ki, Biz onu yaratmazdan önce (o) bir kitapta (Levh-i Mahfûz’da = Allâh’ın ilminde) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allâh’a göre kolaydır.

Allah bunu; elinizden çıkan servete ve imkânlara üzülmeyesiniz, Allâh’ın ihsan ettiği nimetler ve imkânlarla şımarmayasınız diye size açıklamaktadır. Allah kendini beğenenleri, böbürlenenleri sevmez.” (el-Hadîd, 22-23)

Ezelde takdir edilen başa geliyor, gelecek… Üzülmek çare değil; öyleyse vazifemize bakalım.

Zaten bu hayatın sonunda hepsinden ister istemez ayrılacağız. Bu yüzden en küçük bir sıkıntıda, kayıpta hemen;

“Biz Allâh’a aitiz, O’na döneceğiz!” dememizi emrediyor Rabbimiz.