NASIL BİR HAYAT?

Yunus Sami EŞMELİ yunussamiesmeli@hotmail.com

Unutulmuş haberler arasında denk geldim:

«Mutluluk profesörü» olarak bilinen, mutluluk ve umut üzerine yirmiden fazla kitap yazmış, yüksek bir takipçi kitlesine sahip 63 yaşındaki Güney Koreli Choi Yoon-Hee…

Kendi dünyasında usta bir yazar…

63 yaşına kadar insanlara hep mutlu olmanın sırlarını anlatmış durmuş. Bin bir hikâye, nice misaller, türlü türlü tavsiyeler vermiş…

Lâkin…

Hayatının sonu çok hazin ve ibretli. Bir ömür anlatıp durduğu şeylerin tam tersi… Kitaplarını âdeta tek nefeste okuyanları ve televizyon programlarında kendisini hayranlıkla seyredenleri şaşırtan ve şoke eden bir âkıbet… Yıllarca sırlarını (!) paylaştığı mutluluğun aksini ortaya koyan bir garip tablo… Söylediği ile yaptığının dehşetli tezadı…

Çünkü insanlara mutluluğu tarif edip durmasının son hamlesi intihar olmuş. Üstelik beraber yaşlandığı kocasının intiharına yardım ettikten sonra…

Yani;

63 yaşına kadar yazdığı sayfalar dolusu mutluluk lâkırdıları ne yazık ki; «Kocam da geberip gitsin, ben de!» diye noktalanmış!

Baktım bu hususta bir sürü acı gerçekler var. Şu da dikkatimi çekti:

İsmi şişkin bir «kişisel gelişim» uzmanı…

Kartvizitine; «Hayat insana sunulan en güzel armağandır.» diye yazdırmış ve etrafındakilere de her vesileyle dünyanın sıkıntılarından ve dertlerinden kurtulmanın yollarını anlatmış. Yaldızlı ve cilâlı bir yığın güya hayat kurtarıcı sözlerle herkesi avutmuş.

Sonra…

Sonrası fecî. O da dediklerinin tam tersi bir şekilde noktalamış hayatını: İntihar…

Evet;

Mutluluk filân diye süslü püslü anlattıklarının yegâne armağanı kendisine maalesef intihar olmuş sadece.

Peki;

Onların yaşarken göremediği veya görmek istemediği ancak ölüm sonrasındaki acı temâşâ ile eyvahlara boğulduğu gerçek ne?

Gamsız kahkahalara boğularak bu fânî ömrü ziyan etmek. Allah için ağlamayı bilmemek ve öğretmemek. Ölüme uzak bir şekilde onu hiç hatırlamadan yaşamak. Âhiretsiz bir dünya. Bu yüzden hayatta hiçbir şeyi kafaya takmayıp da âkıbet, ecel oltasına çok kötü takılmak…

Hâlbuki yüce Allah îkaz ediyor:

“Gülüyorsunuz (çok yazık) ağlamıyorsunuz!” (en-Necm, 60)

O’nun bizlere gönderdiği Peygamber, bu sebeple daima «Huzûrullah»ta gözü yaşlı bir Rasûl-i Zîşân idi…

Buyurdu ki:

“Siz benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız.” (Buhârî, Tefsîr, 5/12)

Evet;

Günümüzde bir sürü tuzak ve fısıltılar var. Bizi sürekli eğlenmeye, gülmeye, vurdumduymazca nefsânî bir hayat yaşamaya teşvik eden. Ancak unutmamalı ki; Cenâb-ı Hakk’ın bizden murâdı, O’nun yolunda gözyaşı dökmek, ağlamayı bilmek ve öğretmek.

Buna riâyet edenler hep kazandı, riâyet etmeyenler de ebedî kaybetti.

Hazret-i Mevlânâ, bu hakikati şu şekilde ifade ediyor:

“Akıllılar önceden ağlar; sonunda tebessümlere gark olurlar. Ahmaklarsa, önceden kahkahalara boğulur, sonra da başlarını taşlara vurarak ağlarlar.

Ey insan! Firâsetli olup işin sonunu başlangıçtayken gör de, ceza gününde pişmanlık ateşiyle yanıp tutuşma!..”

Gafletse işte bu hakikatleri görmeyi perdeliyor. Perdeyi kaldırmayanlar da, hep kahkahalar etrafında gamsız bir hayat arzusuyla dolu. Bu yüzden sırf dünyevî bir mutluluk ve rahatlama peşinde:

➢Antidepresanlar kullanıyorlar.

➢«Ne kadar çok şeye sahip olursam o kadar mutlu olurum.» düşüncesizliğiyle olmadık hırslara kapılıyorlar.

➢Alışveriş ve tüketim çılgınlığına düşüyorlar.

➢Kendilerini aşırı yemek yemeye veriyorlar.

➢Eğlence peşinde gafletten gaflete ve cehâlet tuzaklarına savruluyorlar.

➢Sorumluluklarından kaçıyorlar.

➢Kötü alışkanlıklara bulaşıyorlar.

➢Benmerkezli bencillikler içinde, bedbaht refleksler sergiliyorlar.

Daha nice yollar, usûller arıyorlar hakikate kör olanlar… Sırf üç günlük dünyada, üç nefes bir mutluluk için.

Fakat hep nâfile!

Çünkü;

Toplumlara modalarla, sosyal medyayla, reklâmlarla, televizyon programlarıyla vb. yollarla fısıldanan; bu dünyevî, içi bomboş dışı süslü tavsiyelerin hepsi aslında türlü türlü tuzaklarla dolu.

Acı ibretler çok:

Bir adamcağız…

Balıkesir’in bir köyünde yoksul bir ailede dünyaya gelmiş. Yedi kardeşler…

Geçim sıkıntısı ve zor günler…

Kardeşler her görüp beğendiklerini almak bir yana, sürekli birbirlerinin eskiyen elbiselerini giyiyorlar. Çünkü yeni kıyafet alacak para yok. Canlarının çektiği yemeği yiyemiyorlar. İmkân yok. Yine de bütün bunlara rağmen, huzurlular.

Ancak;

Bu düzen hep böyle gitmemiş. Kardeşlerden biri bu yokluktan şikâyetçi olmuş. Kurtulup daha ferah bir hayat için ticarete atılmış. Gece-gündüz durmadan çalışmış ve gün geçtikçe her istediği kıyafeti alabilecek, her istediği yemeği yiyebilecek konuma gelmiş.

Lâkin…

Bu yetmemiş! Bakmış ki kendisinden daha fazla kazananlar var cafcaflı vitrinlerde. Bu sefer de daha çok para kazanmak için, daha farklı yollar aramış durmuş. Zaman zaman stresten hastalıklar geçirmiş. Ama umursamadan devam etmiş hırs pençesinde bir çalışmaya. Neticede arzuladığı üç nefes mutluluk için… Ebedî nefesleri hiç umursamadan…

Sonunda…

Dünyanın fânî zenginlikleri… Birkaç tane ev, sahil kenarında yazlık, ultra lüks araba ve niceleri…

Heyhat!

Bütün bunlara rağmen içinde bir türlü çözemediği neye ulaşsa beğenmezlik hissi, rûhen aşırı mutsuzluk ve huzursuzluk… Sanki kalbin ferahlığı, kurtulamadığı bir esâretin girdabında boğulmakta.

Niye?

Cevabı ortada:

Maddî mutluluk uğruna, mânen baştan sona mutsuzluk zindanında geçen bir hayatın tercih edilmesi. Sürekli doyumsuzluk ve şikâyet dolu bir hayat.

Ne diyelim:

«Mutlu olacağım!» diye dile dolanan lâkırdıların, hedeflerin, balon gibi lâfların en sonunda patlak veren neticesi:

Sadece daha fazla mutsuzluk!

Şu husus gözden kaçmamalı:

Materyalist düzende sürekli bedene yatırım yapıp, nefsin sınırsız taleplerini karşılamaya çalışırken; ruh öbür tarafta gıdâsız, inançsız ve aç kalıyor! Nicelerinin de işte bu şekilde iç âleminde oluşan mânevî boşluğu doldurabilmek adına olumsuz davranışlara başvurduğu âşikâr. Alkol, uyuşturucu bağımlılığı, cinayetler, intiharlar ve daha nice felâketler!

Hep bir mutlu olma, tatmin olma arzusu… Ama sürekli de tatminsizlik, doyumsuzluk ve hüzünle neticelenen hüsranlar.

Peki;

Çözüm ne? İnsan nasıl mutlu olacak? Huzur için ne yapmalı, nasıl bir hayat yaşamalı?..

Cevap, yüce Kitâbımızda:

“Biliniz ki, kalpler ancak Allâh’ı anmakla huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28)

Yani;

Bütün çıkmazlarımızın, tıkanmalarımızın, dertlerimizin çaresi; Cenâb-ı Allah’ta… O’nu anmakta…

Zira dâimî huzur, daima O’nu anmakla ancak mümkün. Daima O’nu anmak da, her dâim O’nunla beraber olmaktır. Her dâim O’nunla beraber olan bir gönül de, hangi şartlar altında olursa olsun; O ne emretmişse onunla amel eder, O neyi yasaklamışsa ondan kaçınır.

Çünkü;

İnsan, sevdiğine râm olur. O, neye muhabbet duyuyorsa ona yönelir.

Bu yüzden kendimize sürekli sormalıyız;

Neleri seviyor, nelerle seviniyor, nelerle üzülüyoruz?

Sevindiğimiz yahut üzüldüğümüz şeyler kalbimizin durumunu gösterir. Kalbi her dâim Allâh’ı anan, O’nunla birlikte olanlar için sevinilecek hususlar ilâhî beyanda şöyle buyuruluyor:

“(İnananlar) ancak Allâh’ın lütuf ve rahmetiyle, yalnız bunlarla sevinsinler. Bu, onların toplayıp durduklarından daha hayırlıdır.” (Yûnus, 58)

Ezcümle;

İnsan, dünya peşinde koşarak huzuru dünyevî lezzetlerde ararsa kendine yazık etmiş olur. Bitip tükenmek bilmeyen emeller, gelgeç hevesler, doyumsuz ve fânî lezzetler uğruna; hayatı ve âhireti hebâ etmemeli. Düşünmeli ki; huzurun kaynağı tek olduğu hâlde bunu başka yerlerde aramak, insana kaçınılmaz bir hüsrandan başka hiçbir şey kazandırmaz. Hüsran da bir kazanç sayılmaz. Bu mânâda tecrübe edileni bir daha tecrübe etme maceraperestliğine kapılmak da bu hakikati değiştirmeyeceğine göre…

O vakit soralım:

Nasıl bir hayat istiyoruz?

Cevabımızı da nefsânî kaygılarla değil, âhiret endişesiyle vererek öyle bir hayat yaşayalım ki armağanı cennet olsun, sonsuz saâdet olsun!