HÂDİSELERE İYİMSER BAKMAK

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

Sene boyu özlemle beklediğimiz Ramazan ayının sağanak sağanak rahmet yağan mâneviyat iklimi de maalesef sona erdi. Üzüldük tabiî, ancak ardından gelen bayram coşkusu hüznümüzü biraz olsun hafifletti. Hakikaten Ramazan ayı, istifade edenler için muhteşem güzellik günleridir. Ramazân’a ehemmiyet verenler; o gürül gürül akan rahmet deryâsında yüreklerini, ruhlarını, gönül dünyalarını felâha ve feraha eriştirirler. Böylesi güzelliklerden istifade etmeyenlere doğrusu yazıklar olsun!..

Ramazân-ı şerîfin güzelliklerinin ardından gelen bayram ile, müslümanlar âdeta Hakk’ın emirlerine teslim olmanın getirdiği huzur ve hazzı yaşarlar ama şımarmazlar. Hele ağlayan bir İslâm coğrafyası varken, kendilerini aşırılıklara teslim etmezler. Havf ve recâ arasında olurlar. Hattâ üç aylarda bilhassa da Ramazan ayında nefis ve şeytana karşı gösterilen cehd ve gayretleri neticesinde elde ettikleri kazançlarını kaybetmemek için daha bir ihtimam gösterirler. Zira Ramazan ayında zincirlere vurulan şeytanlar, artık serbestçe yanımızdadır. Oruçla ve diğer ibâdetlerle biraz biraz terbiye kıvamına gelen nefis; Ramazan ayının bitmesiyle boş bırakılmamalı, hayat daha bir teyakkuzla yaşanmalıdır. Başımıza gelen hâdiseler, bizi îtidalden ayırmamalı. Sahip olduğumuz kazançlarımız için ne aşırı sevinip şımarmalı ne de aşırı üzülüp kadere veryansın etmeli.

Sizlere aşağıda bahsedeceğimiz bilgiler; şimdiye kadar karşılaştığımız ve hayatımızın sonuna kadar karşılaşabileceğimiz müşküllerde, bize ışık tutar mâhiyettedir:

Yaşanan sıkıntı ve problemler, insanın hayata kötümser bakmasına sebep olabilir. İnsanın olumsuz bir çevrede bulunması, bu bakışı destekler. Hâdiseleri devamlı menfî açıdan değerlendirmeye alışmış ortamlarda bulunanlar, kendilerini böyle düşünmekten alıkoyamazlar. Âdeta onlar da akan sele kurban giderler.

Dünya hayatı hiçbir zaman yeknesak bir şekilde hep iyilik ve güzellikle veya hep kötülük ve çirkinlikle devam etmez. Bunların her ikisi de hayatın vazgeçilmezleridir. Hayatta; inişler, çıkışlar hep vardır. Hayat onlarla da güzeldir. Hayattaki iyilikler ve kötülükler insan içindir. Çirkinlikler şüphesiz insanın mutlu giden hayatının tadını acılaştıracaktır. Kötülükler, onun rahatını kaçıracaktır bu pek tabiîdir. Bunlardan kaçınılamaz. O hâlde hayatı yaşarken kötülüklerle karşılaşıldığında; onları en güzel şekilde savuşturmayı, çirkinliklerle mücadele etmeyi, zorlukları bir şekilde yenmeyi öğrenmek gerekiyor.

Bilindiği üzere hayat bir imtihan alanıdır. İmtihanda başarılı olmak için; kötülükleri savuştururken kullanılan metotların, hakça ve Hakk’a uygun, aynı zamanda meşrû çerçevede yapılması ehemmiyetlidir. Her hakkāniyetsiz davranışın hem bu dünyada hem âhirette bir bedelinin olacağı unutulmamalı ve ona göre davranış rotası çizilmelidir.

İnsan sıkıntılar yaşadığı süreçte, eğer îmânî özellikleri tam oturmamışsa; çoğunlukla üzüntüye, çaresizliğe, ümitsizliğe düşerek kendisine kötümser bir tablo çizebilir. Bunda, içinde bulunduğu çevrenin etkisi vardır. Bir kişide olayları hep kötümser olarak yorumlama alışkanlığı yerleşmişse; artık o kişi bırakın çirkin olayları, iyi gibi görünen nice olayları bile farkında olmadan; «Bu işin altında mutlaka bir bit yeniği» var(mış)çasına ya şüphe ve endişeyle ya da; «Bittik! Mahvolduk!» yanılgısıyla kötümser bir şekilde yorumlar.

Hâlbuki şöyle düşünülse nasıl olur? «Acaba karşılaştığımız olayı doğru yorumladığımdan emin miyim?»

Bazı mâneviyat büyükleri;

“İnsan mutluluğu ve mutsuzluğu kendi kafasında aramalı, kendi düşünce yapısında görmelidir.” derler. Ve şu iki; «sıkıntı yorumlama misali»ni nazara verirler:

Peygamber Efendimiz -aleyhisselâm-, bir sabah Âişe Vâlidemiz’den;

“–Evde yiyecek bir şey yok!” sözünü işitince;

“–Öyle ise ben de bugün oruca niyet ediyorum.” karşılığını verir ve hiçbir üzülme belirtisi göstermez. (Ebû Dâvûd, Sıyâm, 72)

Aynı durum bir sabah Hazret-i Mevlânâ’nın evinde de görülür, hanımı;

“–Evde yiyecek bir şey yok!” deyince;

“–Ne mutlu bana, bu­gün evimiz Peygamber Efendimiz’in evine benzedi!..” diyerek sevincinden semâ yapmaya başlar ve o güzel kul, sıkıntısını bu şekilde mutluluk vesilesi olarak yorumlar. İşte bakış açıları… Menfî hâdiseleri yorumlama güzellikleri… Bizlere de kıssadan hisse…

İslâm büyüklerinin bu muhteşem yorumlama misalleri bizlere nümûne teşkil etmeli. Empati yapıp aynı hâdiseyi kendi içimizde yaşadığımızı düşünürsek; acaba biz aynı müsbet yorumu yapabilir miydik? O zaman bize düşen, karşılaştığımız hâdiseleri kendi kültürümüzdeki müsbet yorumlarla değerlendirerek hâdiseler karşısında «felâket tabloları» çizmemektir. Bu menfî kültür bize, maalesef batılılardan geçmiştir. En ufak menfî yönde cereyan eden içtimâî hâdiselerde «kaos edebiyatı» düzenlerin, yaşadığı sosyal hayatı paylaşan kişilerin de ister istemez hâdiseleri «kötülük edebiyatı» çerçevesinde değerlendirmesine sebep oluyorlar. Bu hakikaten insanların ruh sağlığını zedeleyen olumsuz bir durumdur. Olumlu düşünme, kötü gibi görünen bir olayı hayra yorma, insanın sağlığını bozmaz; aksine insanı mutlu kılar ve böylesi kişiler cemiyete güzellik katarlar.

Bazen de insanlar şahsî olarak hayata kötümser bakarlar. İnsanların kendisi için «kötü şeyler düşündüklerini» vehmederek boş yere kendilerini mutsuz kılarlar. Meselâ;

“Endişelerimden bir türlü kurtulamıyorum. Kendimi insanların gözünde değersiz hissediyorum. Herkes beni aşağılıyor, benden nefret ediyor.” ya da;

“Beni sevmiyorlar o yüzden kimse beni yanında istemiyor. Hiç kimse benimle ilgilenmiyor, herkesin çağırıldığı yere ben çağırılmıyorum.” yahut;

“Hep … sebeplerden dolayı çevrem tarafından horlanıyorum, dışlanıyorum, öteleniyorum. Bundan dolayı içimde bir daralma, bunalma, bitkinlik ve yılgınlık hissediyorum.” gibi sözleri etrafımızdan hep duyarız.

Bunların pek çoğu yersiz korku ve endişelerdir. Her türlü olumsuzluk pekâlâ aşılabilir. Öncelikle kişi her karşılaştığı olaya «kötümser olarak bakma» hâlinden kurtulmalıdır. Güzel dînimizin güzel prensiplerine kayıtsız kalmamalı, kişi kendi menfî düşüncelerini bir kenara koymalıdır. Kişi; hevâ ve heveslerinin, istek ve arzularının çizdiği yolda değil dînimizin ve kültürümüzün gösterdiği yollarda yürümelidir. Bizim kültürümüzde güzel bir prensip vardır; «Size kötü gibi görünen birçok şeyde sizin bilmediğiniz nice hayırlar vardır.» Karşılaşılan her menfî hâdisede hemen kötümser bir tablo çizmeden; «bekle, gör» mantığıyla hareket etmeli belki o an hoşlanmadığımız o hâdise için belli bir zaman sonra;

“O gün üzüldüğümüz olay iyi ki de olmuş. O vakit bunu anlayamamıştık.” dediğimiz çok olmuştur.

İnsan her olumsuzlukta; «Batsın bu dünya!» veya «Bu nasıl kadermiş?» gibisinden isyan kokan sözler edip, hayatı suçlama zavallılığına düşmemelidir. Hâlbuki böylesi olumsuz bir yaklaşım yerine;

“Hay Allah! Vardır bunda bir hayır.” veya;

“Ne yapalım başa gelene katlanılır. Bu da bir şekilde geçecektir.” deyip, ümide sarılarak Cenâb-ı Hakk’a yönelip, O’ndan yardım dilemek ve hâdiseleri ondan sonra değerlendirmek daha iyi değil mi? Böylesi bir davranış insana ne kaybettirir? Bilâkis bu pozitif değerlendirme tarzı, kişinin ruh sağlığını olumlu yönde motive eder, onun mutluluğunu bozmaz ve tadını kaçırmaz. Aksine pozitif düşünme, insanın hayatının kalitesini yükseltir. Aksi olan karamsarlık, kötü düşünme; insanın beden ve ruh sağlığını tehlikeye sokar, kişiyi mutsuz kılar.

Ancak insanın kendini olumlu düşünmeye sokması; emek, birikim, tecrübe ve gayret gerektirir. Hayatta her şeyin bir bedeli vardır. Bedelsiz elde edilen şeyler değersizdir. Kötümserliği yenmek için; bilgiyi, mâneviyâtı, amelleri artırmak lâzımdır. Bunlar bedel ödemektir, ancak kişinin menfaati îcâbıdır. Ayrıca «kötümserliği» yenmek için tam tersi davranışlara «iyimserlik» yüklemelidir. Bu hiç de zor değildir.

Uzmanlar tarafından yapılan araştırmalar «iyimserliğin» dört farklı hususta sağlıklı ve kaliteli yaşamaya katkıda bulunabileceğini gösteriyor:

1. İyimserlik; her şeyin kontrol altında olduğu duygusunu ön plâna çıkararak, bağışıklık sistemini güçlendirir.

2. Hayata iyimser bir pencereden bakıp yapıcı ve olumlu tavırlar geliştirebilen insanlar; kötümserlere göre daha erken, daha sık ve fazla oranda tıbbî yardım arayışına girmektedir. Çaresizlik düşüncesine saplanıp kalmış kötümserler, sağlık problemleri için ihtiyaç duydukları tıbbî yardımı yeterince aramazlar.

3. Hayat boyunca ne kadar fazla ve sık kötü olaylarla karşıla­şılırsa, hastalanma oranı da o kadar artacaktır. Böyle durumlar­da ayakta kalabilenler, genellikle olumlu düşüncelerini muhafaza edenlerdir.

4. Olumlu insanların hoşgörü­lü, iyimser, yardım edici, yapıcı ve affedici tavırlarının daha çok olduğu bilinmektedir. Bu güzel alışkanlıklar, iyimser insanların çevresinde dost ve arkadaşla­rının daha çabuk çoğalmasını sağlar.

Hâsılı, bâkî bir âleme giderken uğradığımız bu dünya hayatında; Rabbim, karşılaştığımız hâdiselerde kendisini unutturmasın, gaflete düşürmesin, nefse boyun eğdirmesin, şeytana uydurmasın vesselâm. Âmîn…