EĞER MAKSUT ESERSE, MISRA-I BERCESTE KÂFÎDİR!

Hadi ÖNAL hadional23@gmail.com

«Berceste», Farsçadan dilimize geçmiş bir kelime… Sağlam, latîf, seçme, güzel, kolayca ve hemen hatıra gelen ancak yüksek bir mânâ taşıyan söz anlamında kullanılmaktadır. Mısra-ı berceste ise, edebiyatımızda; yüksek anlamı olan, şiiri ve şairi unutulduğu hâlde özü unutulmayan, dilden dile dolaşarak günümüze ulaşan şiir demektir. Kısaca anlamlı, hikmetli söz de diyebilirsiniz «mısra-ı berceste» için.

Tarihte bir Kanunî Sultan Süleyman’ımız var. Hani birçok batı ülkesinde Muhteşem Süleyman olarak tanınan 10. Osmanlı padişahı; 89. İslâm halîfesi… 30 Eylül 1520’de tahta çıkan 46 yıl padişahlık yapan, «Muhibbî» mahlâsı ile şiir yazan, dîvan sahibi… Dîvânında tam 2779 adet gazel olan şair padişah… Ancak, o hacimli dîvânından;

Halk içinde mûteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.

beytinden başka günümüze ulaşan etkili ne bir şiiri ne de bir beyti kalmış.

Ne demişti Koca Râgıb Paşa:

Turfe dükkân-ı hikemdir bu kühen tâk-ı felek,
Ne ararsan bulunur derde devâdan gayrı.

“Şu köhne dünyanın kubbesi tuhaf bir hikmet dükkânıdır. Burada derde devâdan başka ne ararsan bulunur.”

Ancak biz, çok şey değil; derdimize devâ arıyoruz. Aradıkça da mısra-ı bercestelere sarılmak zorunda kalıyoruz. Ne güzel söylemiş Şeyhülislâm Yahyâ;

Neler çeker bu gönül söylesem şikâyet olur.

Bercestelerin bazılarının yazarı belli değildir. Meselâ, II. Mahmud devri devlet adamlarından acımasızlığı ve baskıcı yaptırımları ile halk arasında korku salıp sindiren Hâlet Efendi’nin idam edilerek öldürülmesinin ardından söylenen;

Ne kendi eyledi râhat, ne halka verdi huzur,
Yıkıldı gitti cihandan dayansın ehl-i kubûr.

söyleyeni belli olmayan berceste şiirlerimizdendir.

Bir sözün asırlara damga vurması elbette bir büyük tecrübenin sonucunda söylenmiş olması ile doğru orantılıdır. Nitekim;

Miyân-ı güft u gûda bed meniş îhâm eder kubhun,
Şecâat arz ederken merd-i kıptî sirkatin söyler.

“Huyu kötü, mayası bozuk adam; söz arasında çirkinliğini sezdirir. Kıptînin merdi, yiğitliğini anlatırken hırsızlığını söyler.” sözü Râgıb Paşa’nın Kahire valiliği esnasındaki tecrübelerine dayanarak kaleme aldığı şiirindeki meşhur beytidir.

Ziya Paşa, edebiyatımızda mısra-ı berceste yönü ile öne çıkan isimlerden biridir. Onun pek çok sözü, dillere pelesenk olmuş; karşılaşılan her olumsuzlukta hemen imdâda yetişmiştir. Onun; soysuz birine üniformanın kazandıracağı herhangi bir şeyin olamayacağını ifade eden;

Bed asla necâbet mi verir hiç üniforma?
Zer dûz palan vursan eşek yine eşektir.

beytini unutmak mümkün mü? Ya da;

Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efrâz,
Birkaç kuruşu mürtekibin cây-ı kürektir.

“Milyonla çalanlar; yüksek ve şerefli mevkîlerde, başı dik, alnı açık olarak bulunur; birkaç kuruş çalan hırsız ise kürek cezasına çarptırılır.” beyti ile anlatılmak isteneni kim görmezden gelebilir ki…

Yine Ziya Paşa’nın;

İkbâl için ahbâbı siâyet yeni çıktı,
Bilmez idik evvel bu dirâyet yeni çıktı.

“Yüksek mevkîlere erişebilmek için dostlarını çekiştirmek yeni çıktı; önceden bilmezdik, bu türden hüner ve beceri yeni çıktı.” beytindeki sözün doğruluğunu;

Milliyyeti nisyân ederek her işimizde,
Efkâr-ı Frenge tebaiyyet yeni çıktı.

“Yaptığımız her işte millî birlik ve şahsiyeti unutarak Avrupalıların fikirlerine uymak yeni çıktı.”

beytindeki sözünün gerçekliğini hangi akıl sahibi inkâr edebilir ki…

Nush ile uslanmayanı etmeli tekdîr,
Tekdîr ile uslanmayanın hakkı kötektir.

berceste beyitleri tam da atasözü niteliğindedir. Hele Ziya Paşa’nın;

Eyvâh bu bâzîçede bizler yine yandık,
Zîrâ ki ziyân ortada bilmem ne kazandık?

“Eyvah bu oyunda bizler yine yandık, çünkü zarar ortada. Bu konuda bilmem biz ne kazandık?” sözüne kafa yormak ve;

“Zararın neresinden dönülürse kârdır.” diyebilmek ne büyük erdem.

Elbette mısra-ı berceste denince büyük üstad Fuzûlî’yi anmadan edemeyiz:

Yâ Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni,

Bir dem belâ-yı aşktan etme cüdâ beni.

“Allâh’ım, beni aşk derdi ile bir bütün eyle ve bir an bile beni aşk belâsından ayırma!”

Biz, Bağdatlı Rûhî’nin;

Uyduk dil-i dîvâneye dil uydu hevâya…

mısraı ile anlatılan deli gönlümüzün havasına uymadan ve Bursalı Tâlib’in;

Kişi noksânını bilmek gibi irfân olmaz!

deyip yazımızı Mehmed Âkif ERSOY’un darb-ı meselleşmiş berceste mısraları ile noktalayalım:

Hayır, hayâl ile yoktur benim alışverişim,
İnan ki, her ne demişsem görüp de söylemişim.

Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek,
Sözüm odun gibi olsun, hakîkat olsun tek!