Şanlı Mâzîmizden Seçme Nükteler-GÖSTERİŞLİ ZİNDAN!

Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

İbn-i Hacer el-Askalânî, 28 Şubat 1372’de Mısır’da doğdu. O dört yaşındayken önce babası, bir müddet sonra da annesi vefat etti. Onu ve ablasını babasının tüccar bir arkadaşı büyüttü. Dokuz yaşında hıfzını tamamladı. Mekke’de hadis okudu, fıkıh ve Arap dili üzerine çalıştı. Şiir ve edebiyatla meşgul oldu. Medreselerde hocalık yaptı. 1423’te Mısır Memlûk Sultanı Seyfeddin Barsbay’ın baş kadılık teklifini mecburen kabul ederek, vefatına kadar Mısır Şâfiî baş kadılığı vazifesini üstlendi. İbn-i Hacer, 22 Şubat 1449 tarihinde Kahire’de dizanteri hastalığı sebebiyle vefat etti. Kabri, Kahire’dedir.

*

İbn-i Hacer el-Askalânî; baş kadı iken, bir gün yanında hizmetçilerle beraber pazardan geçer. O esnada bezir yağı satan, üzerine zeytinyağı bulaşmış çirkin elbiseli bir yahudi zorla yanına gelir. Onun katırının yularından tutar ve der ki:

“–Ey Şeyhülislâm! Peygamber’inizin;

«Dünya mü’minin zindanı kâfirin cennetidir.» (Müslim, Zühd, 1)
dediğini söylüyorsun. Sen şu an hangi zindandasın ve ben hangi cennetteyim? (Bir kendine bir de bana bak. Etrafın hizmetçilerle dolu, güzel kıyafetler içinde ve mûtebersin. Bense bu eski püskü kıyafetler içinde perişan vaziyetteyim. Gün boyu çalışıp, günlük nafakamı anca çıkarabiliyorum.)”

İbn-i Hacer;

“–Allâh’ın cennette bana vereceği nimetlere nisbeten ben şu an zindandayım.

Sen ise Allâh’ın cehennemde sana vereceği azâba nisbeten şu an cennettesin.” diye cevap verir.

Yahudi bu sözlerin güçlü tesiriyle İslâmiyet’e girmeye karar verir.

«KURTULUŞ VESİLESİ»NİN YAZILMA VESİLESİ…

Süleyman Çelebi, 1351’de doğdu. İyi derecede dînî tahsil gördü. Babası ve dedeleri ilim ve irfan ehli kimselerdi. Ârif ve kâmil kişiliği vesilesiyle «Çelebi» unvânını aldı. Yıldırım Bâyezid Han devrinde bir süre Dîvân-ı Hümâyun’da ardından da Bursa Ulu Cami’de imamlık yaptı. Süleyman Çelebi, 1422’de vefat etti. Kabri, Bursa’da Çekirge yolundadır.

*

Süleyman Çelebi; Bursa Ulu Cami’nin baş imamlığını yaptığı sıralarda bir gün vaiz efendi, vaazında Bakara Sûresi 285. âyeti tefsir ederken peygamberler arasında makam-mevkî farkı olmadığını, Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in Hazret-i İsa -aleyhisselam-’dan üstün tutulamayacağını söyledi. Bunun üzerine Süleyman Çelebi ve cemaatten bazıları vaize karşı çıktı. Tartışmalar büyüdü. Hattâ Süleyman Çelebi o gün;

Ölmeyip Îsâ göğe bulduğu yol,
Ümmetinden olmak için idi ol.

şeklinde bir beyit söyledi. Halk tarafından çok beğenilen bu beyit dilden dile dolaştı. Süleyman Çelebi; bu vâkıadan yola çıkarak, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in rûhunun yaratılması, vücudunun zuhûra gelmesi, mübârek doğumu ve bu esnada meydana gelen fevkalâde hâdiseler gibi bölümlerden oluşan; «Vesiletü’n-Necât/Kurtuluş Vesilesi» isimli eserini kaleme aldı. «Mevlid» ismiyle meşhur olan bu muhteşem eser, asırlardır çeşitli cemiyetlerde okutulup rûhaniyet-i Rasûlullah gönüllerde diri tutulmaktadır.

İYİ PAŞAYA KÖTÜ LAKAP…

Damat Mehmed Paşa, Harem’de eğitim aldı. Babası öküz nalbantıydı. Onu sevmeyenler babasının mesleğinden yola çıkarak ona «Öküz» lakabını taktı. İsminin önüne konan bu lakapla anıldı. Önce vezir, ardından Mısır Beylerbeyi oldu. Mısır’a gittiğinde ilk işi, halktan çeşitli adlarla alınan vergileri kaldırmak oldu. Ayrıca vergi tahsil eden memurları, yolsuzluk yaptıkları için Mısır’dan sürdü. Halk, rahat bir nefes aldı. Dört buçuk yıl iyi idare edilmiş bir valilik müddeti, onun saraydaki itibarını arttırdı. İstanbul’a döndüğünde Sultan’ın kızı Gevherhan Hatun ile evlendi. Devletin belli kademelerinde mühim vazifeler üstlendi. En nihayet Halep Beylerbeyliği’ne tayin oldu. Bu vazifesi esnasında hastalandı. Bir buçuk sene hastalıkla boğuştuktan sonra, 1621’de vefat etti. Kabri, Halep’te kendi yaptırdığı Şeyh Ebûbekir Zâviyesi yakınındadır.

*

Sadrazamlığı esnasında, bir seferde bir köyün civarında konaklamışlardı. Köylünün hayvanları da orada otluyordu. Bir öküz Mehmed Paşa’nın yanına sokuldu. Bu vaziyeti gören paşalar gülmeye başladı. İçlerinden biri dayanamayıp;

“–Paşam öküzle neler konuştunuz? Size ne söyledi?” diye lâtife yaptı. Mehmed Paşa sorulan bu iğneli suâle şu cevabı verdi:

“–Evet, öküzle biraz konuştuk. Bana; «Sen bizlerdensin ama bu eşeklerin arasında ne işin var anlamadım.» dedi.”

BİR ÂŞIĞIN YANIK HÂLİ…

Mehmet Abdülkadir KEÇEOĞLU, nâm-ı diğer Yaman Dede, 1887’de Kayseri’nin Talas ilçesinde dünyaya geldi. İlkokulu Rum Ortodoks mektebinde, liseyi Kastamonu idâdîsinde okudu. Arapça ve Farsçaya ilgisi yüksekti. Mesnevî-i Şerîf ve Mevlânâ Hazretleri ile buluşması, hidâyetine vesile oldu. Müslüman olduktan sonra ailevî imtihanlar geçirdi. Çektiği bu sıkıntıların aşkın bedeli olduğunu kabul edip, sabır ve tevekkül gösterdi. İbâdet, îtikat, siyer ve ilmihâl öğrendi. Bir peygamber âşığı olarak, birçok na‘t kaleme aldı. Mısraları, gözyaşlarının kelimelere dönüşmüş hâli idi. 1942 yılında; İstanbul İmam-Hatip Okulunda, Yüksek İslâm Enstitüsünde ve çeşitli okullarda Türk edebiyatı ve Farsça okuttu.

Hak âşığı Yaman Dede, 3 Mayıs 1962 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Kabri, Karacaahmet kabristanındadır.

*

Bir seveni anlatır:

Bir gün dersler bitti, okuldan çıktık. Öğle vakti, Taksim’e doğru gidiyordum. Alman sefâreti civarında bir mescid vardı. Bir baktım, Yaman Dede o mescidin duvarına yaslanmış, sanki son nefesini veriyor gibi bir hâli var. Hâlsiz, mecâlsiz, başı hafif sağ-öne doğru düşmüş, boynu bükülmüş, öyle duruyor.

Hemen koşarak yanına gittim ve;

“–Hocam hayırdır, geçmiş olsun, neyiniz var, hasta mısınız?” dedim.

Baktım hoca ağlıyor. Bu sefer;

“–Hocam niçin ağlıyorsunuz, başınıza bir şey mi geldi?” dedim.

Yaman Dede ise çok ince ve titrek bir sesle;

“–Hayır yavrum, hayır! Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz aklıma geldiği zaman, kendimi kaybediyorum, ayakta duracak mecâlim kalmıyor. Ya bir yere dayanmam gerekiyor ya da oturmam îcap ediyor.” dedi.