LİDERLER İSLÂM’A KOŞUYOR -2-

Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr

Medine’nin meşhur liderlerinden biri olan Sa‘d bin Muâz; Mekke’den gelip, burada oldukça düşündürücü faaliyetler yapan Mus‘ab bin Umeyr’in her hareketini takip ediyordu. Abdüleşheloğulları bahçesine kadar gelip; -tabiri yerindeyse- burnunun dibine kadar sokularak, burada da faaliyetler yapmaya başlamıştı. İşte bu yeni oluşumu bozup dağıtması için, Üseyd bin Hudayr’ı üzerlerine gönderip, ardından da öfke ile bakmaya başladı. Es‘ad bin Zürâre ile akraba oldukları için, onlara görünmemeye çalışıyordu. Biraz uzakça olduğundan, Üseyd ile nelerin konuşulduğunu anlayamıyordu. Merakını yenemediği için de, sağa-sola sinirli bir şekilde gezinip duruyordu:

–Bunlar bu kadar ne konuşuyorlar böyle?

Üseyd gidip, bir anda işi bitirecekti. Sa‘d böyle bekliyordu. Fakat aralarındaki konuşma uzayınca, işlerin sarpa sarmakta olduğunu düşünmeye başladı:

–Nerede kaldın ey Üseyd?

Öfkeyle öteye beriye gezinirken, nihayet Üseyd de dönmeye başladı. Üseyd’in geldiğini gören Sa‘d, o yöne yöneldi. Üseyd, hem yakın akrabası ve hem de en yakın arkadaşı idi. Onu çok iyi tanıyordu yani.

Üseyd’in gelişine bakan Sa‘d, gidişi ile gelişi arasındaki farkı görünce, içini bir endişe kapladı. Öyle ki endişesini dile getirmeden edemedi:

–Bunun gidişi bir başka, dönüşü bir başka!1

Gerçekten de Üseyd başkalaşmıştı, değişmişti sanki… İslâm insanı değiştirirdi çünkü. Daha işin başında olduğu hâlde, değişmişti işte. İslâm ile şereflenince, İslâm’ın nûru yüzüne yansımıştı. Sabırsızlıkla Üseyd’in yanına gelmesini bekleyen Sa‘d, hem merak ve hem de endişe ile çıkıştı:

–Nerede kaldın ey Üseyd?

–Ancak geldim ey Sa‘d!

–Ne bu hâlin böyle?

–Ne olmuş ki hâlime?

–Seni gören, gidip o Mekkeliye tâbî olduğunu düşünür! Ne yaptın sen, onu söyle!

–İsteğin üzerine hemen gidip Mus‘ab bin Umeyr ile görüştüm!

–Ben seni görüşüp sohbet etmek için değil, buradan kovmak için göndermiştim ama!

–Ben de onun için gittim ya!

–Neden kovmadın öyle ise?!.

–Nasıl anlatayım bilmem ki!

–Ne demek nasıl anlatayım, ne oldu ki?

Hazret-i Üseyd bin Hudayr -radıyallâhu anh-, henüz yeni îmân etmişti. Hiç altyapısı yoktu yani. Mus‘ab Hoca’dan da bir taktik almamıştı. Buna rağmen akrabası ve en yakın arkadaşı olan Sa‘d bin Muâz gibi en önde gelen birini, yönlendirmeyi başarmalıydı. Ama bir anda nasıl bir giriş yapacağını bilemiyordu. Bu yüzden bir hayli temkinli davrandı:

–İstediğin gibi gidip, hem Es‘ad bin Zürâre ve hem de Mus‘ab bin Umeyr ile konuştum ve yaptıkları işten vazgeçmeleri için onları uyardım! Onlar da sözümü dinlediler. Ayrıca bana, istemediğimiz şeyleri yapmayacaklarına dair söz verdiler. Yemin olsun ki, onlarda zararlı bir şey görmedim.

–Zararlı bir şey görmedin mi?

–Anlattıkları şeyler çok güzel şeylerdi!

–Gidip onları dinledin yani, öyle mi?

–Dinlemeden doğruyu yanlışı nasıl anlayacaktım?

–Doğru ile yanlış neymiş peki?

–Doğru ile yanlışı sonra konuşsak olmaz mı?

–Neden?

–Çok daha önemli bir şey var çünkü!

–Bundan daha önemli ne olabilir ki?

–Es‘ad bin Zürâre!

–Ne olmuş ki Es‘ad bin Zürâre’ye?

–Öldürecekler onu?

–Benim halamın oğlunu öldürmek kimin haddine!

–Hâriseoğulları kabîlesinden birkaç kişi, Es‘ad bin Zürâre’yi öldürmek için harekete geçmişler!

–Ne?

–Üstelik onu öldürmek istemelerinin sebebi de Es‘ad bin Zürâre’nin, senin halanın oğlu olduğunu öğrenmeleridir!

–Sen ne diyorsun öyle ey Üseyd?

–Es‘ad bin Zürâre ile bir düşmanlıkları yokmuş!

–Öyleyse neden öldürmek istesinler onu?

–Dedim ya, Es‘ad senin halanın oğlu olduğu için öldürecekler onu!

–Olamaz öyle bir şey!

–Yetişmezsen olacak!

–Neredeler peki?

–Şu bahçede!

–İyi ama Mekkeli Mus‘ab da orada değil mi?

–Evet ama Mekkeli Mus‘ab sohbet ediyor sadece. O dalgınlıktan istifade ile orada olan Es‘ad bin Zürâre’yi öldürecekler!

–Ben şimdi onlara günlerini gösteririm!

Hazret-i Üseyd -radıyallâhu anh-; kısa da olsa, öyle bir konuştu ki, Sa‘d fena hâlde tahrik oldu. Öfkeyle mızrağını kapıp o bahçeye doğru yöneldi.2

Sa‘d bin Muâz, akrabalarına çok düşkündü. Hazret-i Es‘ad bin Zürâre de akrabası olduğu için, üzerine gitmemişti. Fakat öldürüleceğini öğrenince fena hâlde kızdı;

“–Benim akrabama kim dokunabilir?” diye öfkeyle bağırdı. Mızrağı ile olay yerine yöneldi.

Diğer taraftan da Hazret-i Üseyd bin Hudayr, daha ilk etapta bu kadarını başarmıştı. Sa‘d bin Muâz gibi, kabîlesinin en önde gelen birinin, gidip Mus‘ab Hoca’yı dinlemesi için, böyle bir yol denemişti. Hazret-i Üseyd ona;

“–Gidip de kendin dinle!” deseydi, gitmezdi. Ama akrabasına çok düşkün olduğunu bildiği için, böyle bir usul seçti. Yani onu Mus‘ab Hocanın yanına göndermeyi başarmış oldu.

Biz burada çok ciddî bir plânlamayı daha görüyoruz. Hazret-i Es‘ad bin Zürâre -radıyallâhu anh-, seçeceği mekân ve şahısları çok iyi biliyordu. Bu iki büyük lidere de bunun için gitmişti. Liderleri İslâm’a davet inceliğiydi bu! Lideri, lider davet edecekti yani!

Peygamber Efendimiz, ashâbını bu ufukla da yetiştiriyordu!

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

_______________________________________

1 İbn-i Sa‘d, Tabakātü’l-Kübrâ, c. 3, s. 604; Beyhakî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, 438-439.

2 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, c. 2, s. 97; Halebî, İnsânü’l-Uyûn, c. 2, s. 170-171.