GAZETE KÂĞIDINA SARILI BİR KÜÇÜK BALIK!

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

Yıllar bir gözyaşı olup da kaymış,
Nurlu ihtiyarın yanaklarında.
Yapraktan saçını yerlere yaymış,
Sonbahar ağlıyor ayaklarında.

Süzüyor ufukta bir kızıl yeri,
İçi karanlıkla dolu gözleri;
Alnında akşamın ince kederi,
Sessizliğin sırrı, dudaklarında.

Yanan bir kâğıtta küçük bir satır,
Yazı gibi akşam onu karartır;
Artık o, silinen bir hâtıradır,
Bu ıssız bahçenin uzaklarında.*

Onları tanıdığım zaman ikisi de seksenini devirmişti.

Pembe Teyze, efendisini -kendi deyimiyle- Bulgar gâvurunda toprağa verip öz yurduna göçmüş; Kâmil Dayının ise çok sevdiği hanımcığı 10 yıl evvel Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu; bir şekilde yolları bu Trakya kasabasında kesişmiş, birbirlerine yoldaş olmuşlardı.

Pembe Teyze; o yaşına rağmen, tek katlı kerpiç evlerinin mütevâzı bahçesinde yetiştirdiği domates, biber gibi zerzevatla övünür, bahçesinin bir köşesini ayırdığı süs çiçekleri için ise kimseye lâf ettirmezdi.

Kâmil Dayı ise eski bir orman işçisiydi. Emekli olduktan sonra evinin arkasına kurduğu traktörden bozma kayışlı hızarıyla, devletin orman köylülerine dağıttığı makta denilen odunları biçerek yakmaya hazır hâle getirirdi.

Sabah namazıyla kalkarlar; Pembe Teyze bahçesiyle uğraşmaya başlar, Kâmil Dayı ise hızarının başına geçerdi.

Ben genellikle yaz aylarında kasabada olduğum için; oturduğum balkondan, onların akşam yemeklerini bahçede yemelerine şahit olurdum.

Yemek yedikleri yer, bahçenin yola bakan tarafına koydukları derme çatma bir masa ile artık evde kullanılamayacak duruma gelmiş iki eski koltuktan ibaretti.

Pembe Teyze, yaptığı yemekleri evin içinden küçük sac tabaklara koyup tek tek masaya taşırdı. Kâmil Dayı ise sofra kurulmaya başlar başlamaz yolun karşısındaki bakkala geçer; o hep tenkit edip en azından her gün yapmamalarını salık verdiğim ancak en büyük keyifleri olan iki yüz elli gram tahin helvasını alıp gelir, masaya koyar, beraber yemeğe başlarlardı.

Cuma günleri hariç!

Her ikisinin de hayat tecrübelerinden çok istifade ettim.

Mesela; Kâmil Dayı Pembe Teyzeyle bir araya gelip yuva kurmaları konusu açıldığında şunları söylemişti;

“–Hakk’a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kazâ geçirir, kimi ölümcül bir hastalık, kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddî kayıp… Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren bâdireler atlatırız. Ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar, kimimiz ise ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.”

“–Nereden buluyorsun bunları Kâmil Dayı?” diye sorduğumda;

“–Akşamları yatsı namazını kıldıktan sonra biraz Kur’ân-ı Kerim okuyorum, ardından uykum gelinceye kadar Mevlânâ’nın hayatını okuyorum…” diyerek onun hayat tarzından da dersler çıkarmama vesile olmuştu.

Onunla Istranca ormanlarının içlerindeki derelerde balık tutmaya giderdik. Bir keresinde ağ atmaktan çok yorulmuştu; bir şeyler yedik, toprağa sünnet üzre sağ yanına doğru uzandı, başının altına bir taş koydu, sağ elini sağ yanağının altına yastık yapıp öyle uyudu, sanki tabiatın bir parçası olmuştu.

Bir akşam yine ormanda kalmıştık; üzerimize orman sivrisinekleri saldırıyordu, bir bez parçasını iple bağlayıp traktörün yakıt deposuna daldırdı, o mazotlu bezi altında oturduğumuz ağaca bağladı, kokusundan sivrisinekler yanımıza yanaşamamıştı.

O geceki muhabbetimizde bana anlattıklarından aklımda kalanlar:

“–Kader hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten; «Ne yapalım kaderimiz böyle!» deyip boyun bükmek cehâlet göstergesidir. Kader; yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergâh bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatına hâkimsin ne de hayat karşısında çaresizsin.”

Pembe Teyze ise ayağında şalvarı, omuzuna attığı hırkası, ayaklarında kara lâstikleriyle her gün bize uğrar; eli hiç boş gelmez, o gün evde ne var ise alır öyle gelirdi. Bir gün hiç unutmam eli boş gelmemek için; Kâmil Dayının tuttuğu, onun evde pişirdiği, küçük balıklardan bir tanesini gazete parçasına sarmış öyle gelmişti.

Gazete kâğıdına sarılı bir küçük balık! Öyle geleneklerine bağlıydı yani.

Pembe Teyze, cuma günlerine ayrı bir önem verirdi.

Cuma günleri mutlaka ya lokma döker ya un helvası kavurur ya da irmik helvası yapardı. Şekeri bittiyse undan hamur yapar onu yağda pişirip yakın konu komşuya dağıtırdı.

Soranlara;

“–Ölenlerin ruhları cuma akşamları evlere gelir kontrol eder; Kur’ân okunup, helva kavruluyorsa sevinirler. Onun için un kokutmak lâzım…” derdi.

Bu yolla sanki bu dünyadan göçenlerle bu dünyada kalanların ruhları arasında sürekli bir irtibat sağlanmış oluyordu.

Velhâsıl Kâmil Dayıyla Pembe Teyze geleneklerine bağlı; onları anlatan, öğreten, yaşayan, yaşlı insanlardı.

Eğer geleneklerimize sahip çıkmak istiyorsak, onlardan yani yaşlılarımızdan öğrenecek çok şeyimiz var.

Son olarak Kâmil Dayıyla yine bir orman gezimizde bahsi geçen konuyu sizinle paylaşmak isterim:

“Yaşadığımız hayat, elimize tutuşturulmuş rengârenk ve emânet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddîye alır ki; ağlar, perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı, kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir ya kıymet bilmeyiz.”

Allah Teâlâ bizleri aşırılıklardan uzak, kıymet bilenlerden eylesin…

Her ikisi de birer yıl arayla vefat etti. Allah Teâlâ ikisine de rahmet eylesin…
________________________________
*Bahçedeki İhtiyar – Necip Fazıl KISAKÜREK
(Yazımızda, Şems-i Tebrizî’nin «Aşk» romanından iktibaslar vardır.)