ANTİKA AVCISI

Fahri SARRAFOĞLU sarrafoglufahri@gmail.com

İstanbul Boğazı’nın her iki yakasına da inci gibi dizilmiş güzel yalılar vardır. Bu yalıları; Boğaz’ı gezerken meraklılarına anlatıyoruz ama, çok azının içine girmek nasip olmuştu. Geçtiğimiz günlerde ünlü bir iş adamı kardeşimiz, birkaç dostu ile birlikte, bizi de yalısına bir çay ikramına davet etti. Daha yalının bahçesine girerken kendimi müzede hissettim. Değişik yerlerden toplanmış bir sürü antika ve enteresan eşyalar vardı. Eşyaların çoğu yıllar öncesine ait eşyalardı. Kimi iki yüz yıllık, kimi seksen yıllık, kimi ise daha yeni elli-altmış yıllıktı ama eskiydi.

Yalının bahçesinde ev sahibimizle sohbet ederken, bunları nasıl satın aldığını sordum. Her yıl Londra’da yapılan dünyanın en pahalı müzâyedesine katıldığını, bu eşyaların bir kısmını oradan aldığını söyledi. Yurt içi ve yurt dışında önemli müzâyedeleri yakından takip ettiğini belirterek; en büyük hobisinin, böyle tarihî öneme sahip, kısaca bir hikâyesi olan eşyaları toplamak olduğunu söyledi. Bundan çok büyük zevk alıyormuş.

Aklım eşyalarda kalmıştı. Bunları birileri kullandı. Onlar için kullanım süresi bitti. Sonrası başkası aldı. Sonra dünyayı dolaştı, şu an burada bu yalının bahçesinde. Belki bundan sonra kim kullanacak belli değil. Ama eşya, hikâyesi ile hâlâ ayakta duruyor. Eşya yıpransa da bozulsa da antika meraklısı birileri alıyor, biriktiriyor. Ondan sonra mirasçıları ya bir müze yapıp sergiliyor ya da başka bir antika meraklısına satıyor… Ben böyle sessiz, dalmış düşünürken ev sahibimiz yanıma geldi ve kulağıma eğilerek;

“–Siz de mi antika meraklısısınız? Bu eşyaların her birinin ayrı ayrı bir hikâyesi var. Yüz yıl önce Avrupa’da krallar kullanmış. Ünlü iş adamlarının şatolarından gelen eşyalar da var. Bunların şimdi kataloğunu da hazırlatıyorum ki; hangi eşya kime ait, başından neler geçmiş, belli olsun.”

Ev sahibimiz olan kardeşimize gülerek şöyle cevap verdim:

“–Yok yok antika meraklısı değilim ama, bu eşyalar yıllar önce kimler tarafından kullanılıyordu? Şimdi bakın neredeler?.. Aklıma yıllar önce merhum Prof. Dr. Nevzat YALÇINTAŞ Hocamızdan duyduğum bir hâtıra geldi onu size anlatmak istiyorum müsaadenizle…

Hocamızın Çatalca’da mimarisi ile de göz dolduran bir yazlığı vardı. İçindeki eşyaları; gezdiği ülkelerden gelirken, almış getirmiş. Yıllar önce oğlu Murat Beyin daveti ile yazlığı ziyaret ettiğimizde, böyle eşyalara merakla baktığımı gören Hocamız bana şunu demişti:

«–Sarrafoğlu kardeşim! Eşyanın hikâyesi önemli değil. İnsanın hikâyesi önemlidir. Siz dünyada iken güzel bir hikâye bırakabiliyor musunuz? Sizin sözleriniz, kitaplarınız, dünyada iken ahlâklı bir hayatınız, bir mesajınız varsa işte siz ölmez bir âsâr-ı atîkasınız.»”

Sonra ev sahibimin elini tutarak ben de onun kulağına şunları fısıldadım:

“–Bu eşyaları toplamanız gayet güzel. Bir kültürü tanıtıyorsunuz, tarihi sevmemize yardımcı oluyorsunuz, bu da güzel. Ama güzel eser bırakacak, hikâyesi olacak insanların yetişmesine de inşâallah destek olursanız ne kadar güzel olur. Allah Teâlâ insanları ahsen-i takvîm olarak yarattı. Yani; «Kubbede hoş sedâ bıraksın, hakikati, gerçeği kendisinden sonrakilere bırakacak bir şekilde yetişsin, dünyada; hakikat üzere yaşayan, ilâhî kanunları bilen, ilâhî kanunlara uyan kişiler olsun.» diyen şahısların da yetişmesine gayret etmeliyiz.”

Kısaca:

Âyet-i kerîmeler:

“(Allah) yarattığı her şeyi güzel yapan, insanı başlangıçta çamurdan yaratan, sonra onun soyunu bayağı bir suyun özünden yapan, sonra onu şekillendirip ona rûhundan üfleyen; size kulaklar, gözler ve gönüller verendir. Öyleyken pek az şükrediyorsunuz.” (es-Secde, 7-9)

“İncire, zeytine, Sînâ Dağı’na ve şu emin beldeye yemin ederim ki Biz, insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.” (et-Tîn, 1-5)

“Sizden; hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân, 104)

Hadîs-i şerif:

“Sizin en hayırlınız insanlara faydalı olandır.” (Beyhakî, Şuab, VI, 117)