YER KABUĞUNDAN ÇIKAN HİKMET İNCİLERİ

Ömer Sami HIDIR samihidir@gmail.com

Âyet-i kerîmede buyurulur:

“Allah, yeryüzü sizi sarsmasın diye oraya sabit dağlar yerleştirdi. Yolunuzu bulmanız için de nehirler ve yollar yarattı.” (en-Nahl, 15)

Çok katı bir zemin üzerinde yürüdüğümüzü düşünürüz.

Gerçekten de yeryüzü onlarca kilometre kalınlığı ile dünyanın en kuvvetli yapısı. Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri bunu dönemin Sultanı’na yazdığı bir mektupta şöyle ifade eder:

“Allah Teâlâ; insan vücudunda sırtı, kâinatta ise toprağı en kuvvetli olarak yarattı.”

Fakat dünyamız bu hâle gelmeden binlerce sene önce, bir lâv top idi. Sonra soğumaya başladı ve kabuk bağladı. Bu yapıyı bir deve kuşu yumurtasına benzetebiliriz. Kabuk yumurtanın büyüklüğüne göre nasıl ince ise dünyanın sert tabakası da bu kadar incedir aslında. Buradaki fark yer kabuğunun yekpâre olmayışı. Yapılan araştırmalarda yer kabuğunun irili ufaklı 12 parça hâlinde olduğunu görüyoruz. Bunlara levha denilmekte. Kalınlıkları ortalama 33 kilometre. Fakat bu kalınlık; okyanus tabanlarında incelip bazı yerlerde 5 kilometreye düşmekte, yüksek plâtolarda ise 70 kilometreye çıkmakta.

Bu zeminin altında sıcaklığı 1200⁰C olan bir lâv denizi hâlâ mevcut. Kaynayan bir kazandan nasıl fokurtular yükselirse, dünyanın merkezinden de ısı akımları yükselmekte. Kimi zaman zayıf noktalardan yol bulup yeryüzüne çıkan bu akımlar, bir yandan da plâkaların sürüklenmesine sebep olmakta. Bu hareketler neticesinde plâkalar bazen çarpışmakta, bazen ayrılmakta, bazen de birbirini sıyırmakta. Yılda 100-150 milimetreyi bulabilen bu hareketler neticesinde yeni okyanuslar, yeni kıtalar, sıradağlar ve yanardağlar oluştuğu görülmekte. Üzerinde yürüdüğümüz Anadolu levhası, her yıl Ege levhasına doğru 25-30 milimetre yaklaşmakta.

Âyet-i kerîmede buyurulur:

“Sen dağları görürsün de, yerinde durur sanırsın. Oysa onlar bulutun yürümesi gibi yürümektedirler.” (en-Neml, 88)

Âyet-i kerîmede «yürüme, sürüklenme» olarak geçen ve uzak bir bulutun yer değiştirmesine benzetilen bu hareket, bilim dünyasında; «continental drift» yani «kıta sürüklenmesi» olarak isimlendirilir.

Yer kabuğu çok sert. Bunun hemen altındaki üst manto yer kabuğunun hemen altında, bu bölge koyu kıvamlı bir hâlde. Alt manto ise daha akışkan. Baktığımızda yer kabuğu aslında bir akışkan üzerinde yüzmekte. Diğer taraftan dünya da yüksek bir hızla kendi ekseni etrafında dönmekte. Fakat dönen bir sıvı, üzerindeki katı sathı [yüzeyi] nasıl tutabilir? Birbirinden bağımsız hareket etmelerine mâni olunabilir mi? Bir şeyi sabitlemek için çivi veya kazık kullanırız, fakat dünyayı yerinde tutmak için ilâhî bir kudrete muhtacız:

Dağlar!

Âyet-i kerîmede buyurulur:

“Değil mi ki Biz arzı bir döşek yaptık ve dağları birer kazık…” (en-Nebe’, 6-7)

Eğer yeryüzü; iç kısmından ayrı bir hareket hızına sahip olsaydı, freni tutmayan bir araba misâli çok dengesiz bir yapı karşımıza çıkar ve hattâ dünya üzerinde hayat mümkün olmayabilirdi!

Dağlar, plâkaların birbiri ile çarpışması neticesinde meydana gelmekte. Plâkalardan kuvvetli ve ağır olan aşağıya doğru yönelirken, zayıf olan yukarı çıkmakta ve bu plâka dağın görünen kısmını meydana getirmekte. Bir dağın kökü, görünen kısmının 10-15 katı olabilmekte. İlk olarak 1855’te ortaya atılan bu görüş kabul görmüş ve desteklenmiştir. Meselâ Everest Dağı’nın zirvesi yerden 9 kilometre yükselirken, kökleri 125 kilometre derine inmektedir.

Yer kabuğu; üzerinde toprağın birikmesinden, yağan yağmurları bünyesinde tutmaya başlamasından ve bitkilerin gelişmesinden sonra coğrafî olarak dümdüz bir yapıdaydı. 300 milyon yıl önce var olan bu kara parçasına «tüm kıta: Pangea» denilmekte. Bu dönemde yer hareketleri çok fazla olduğu için yeryüzünde ikāmet etmek çok güçtü. Dağların oluşmasından sonra dünya, bugün «izostazi» olarak adlandırdığımız bir denge hâline kavuştu.1

Günümüzde yapılan araştırmalar neticesinde; dağların birbirine çarpan plâkalar arasında bir tampon vazifesi görerek, oluşan enerjiyi emdiği ve kıta hareketini iki kat yavaşlattığı anlaşılmakta.2 Yapılan istatistikî çalışmalar; depremlerin çoğunlukla dağlık bölgelerde meydana geldiğini gösterse de bu sonuçlardan, dağların depreme sebep olduğu anlaşılmamalıdır. Dağlar bir neticedir. Sebep değildir! Aksine dağlar, bulundukları bölgelerde meydana gelen depremlerin tesirini hafifletir. Akl-ı selîm ile düşünebilen herkes, dağların deprem meydana getirecek bir enerji üretemeyeceğini anlayabilir.

Zamanımızda keşfedilen her buluş Kur’ânî bilgileri te’yid etmekte. Buradaki bilgiler de jeoloji alanındaki uzmanlar tarafından tartışmasız kabul edilirken güya bir jeoloji profesörü olan ve ateistliğiyle böbürlenen Celal ŞENGÖR; bu ilmî gerçekleri, garezkârlığı sebebiyle görmezden gelmiş ve Kur’ân’daki bilginin doğru olmadığını iddia ederek, kendisine itimat eden gençliğin îmânına zehirli bir çengel takmaya çalışmıştır. Bu maksatlı çabaların yine boşa çıktığı görülmektedir.

Mevlâ’m hikmet nazarı ile bakıp, ibret alan kullarından eylesin!

_____________________________

1 Muhammed Esed Tefsiri, c. 2, s. 531.

2 Peter DeCelles, Mountains and Earthquakes.