BİR GÜZEL İNSANDI SÜLEYMAN HOCA

Prof. Dr. Necdet TOSUN ntosun@hotmail.com

Bandırma; bir güzel insanını daha kaybetti, Süleyman TOSUN Hocayı…

1939 senesinde Balıkesir’in Manyas ilçesinin Necip Köyü’nde dünyaya gelmişti Süleyman Hoca. Yakın köylerde hâfızlık yapmıştı. Sonra dînî tahsilini ilerletmek için İstanbul’a gitti. Fatih’te Gönenli Mehmed Efendi’nin Kur’ân kursunda kaldı, Kesikbacak İsmail Efendi’den (ö. 1972) tecvid ve tashîh-i huruf dersleri aldı. Başka hocalardan da istifade etti. Bir süre Keşan, sonra Gelibolu’da imamlık yaptı. Emekli olduktan sonra Bandırma’ya yerleşti. Burada yeni yapılmakta olan ve henüz imam tayini yapılmamış olan iki camide, uzun yıllar gönüllü olarak imamlığa devam etti. Hayatı, İslâmiyet’i öğrenmek ve öğretmekle geçen Süleyman Hoca, yakalandığı bir hastalık neticesinde 79 yıllık ömrünü 2 Mart 2019 tarihinde tamamlayarak Hakk’a yürüdü.

Kitap okumayı çok severdi. Vefatından bir ay önce bana telefon ederek, Elmalılı Tefsiri’nin Osmanlı harfleriyle basılmış şeklini sormuştu. Fıkıh konusundaki geniş bilgisi sebebiyle, vazife yaptığı Gelibolu’da ve Bandırma’da fetvâ sormak isteyen insanlar genellikle ona başvururdu. Kendisi şöyle anlatıyor:

“Bir gün Gelibolu’da yatsı namazından sonra cami cemaatinden biri;

«–Hocam, burma koçtan kurban olur mu?» diye sordu.

Ben de;

«–Olur!» dedim.

Adam;

«–Hocam, hangi kitapta geçiyor, yerini gösterebilir misin?» dedi.

Ben;

«–Olur, yarın göstereyim…» dedim. Eve geldim. Evdeki kitaplarda sabaha kadar araştırdım ama bulamadım. Gündüz müftülüğe gittim. Müftü Efendiye durumu anlattım;

«–Sizin evdeki kitaplarda yerini bulabilir miyiz?» diye sordum.

Müftü;

«–Fetvâyı doğru vermişsin. Ama benim vaktim yok, kitaplarda arayamam!» dedi. Müftülükten çıktım.

Bir otobüs muavini;

«–İstanbul!.. İstanbul!..» diye bağırıyordu. Bindim otobüse, geldim İstanbul’a. Beyazıt’taki Sahaflar Çarşısı’na gittim. Bir antika kitap dükkânına girdim. Osmanlı dönemi baskısı eski kitapları karıştırırken, aradığım fetvâyı buldum. Dükkân sahibine kitabın fiyatını sordum. Söylediği rakam maaşımın yarısına yakındı. Bastım parayı; aldım kitabı, tekrar otobüse bindim, Gelibolu’ya gelip o adama kitaptan aradığı cümleyi gösterdim.”

Süleyman TOSUN Hoca böyle fedâkâr ve gayretli bir insandı. Yine Gelibolu’da vazife yaptığı dönemde yani 1980’li yıllarda; ilmi, takvâsı ve vaazları ile halk tarafından sevilip sayılan bir insan olduğu için, onu kendi yanlarına çekmek, böylece cemaatlerini büyütmek isteyen ve Gelibolu’da FETÖcülerin lideri konumunda olan bir kuruyemişçi, Süleyman Hocaya gelir ve;

“–Süleyman Hocam, gel bize katıl!” der. Onlardan uzak duran Süleyman Hoca;

“–Ne olacak size katılınca?” diye sorar.

Adam;

“–Seni meşhur ederiz!” diye cevap verir.

Süleyman Hoca;

“–Nasıl yapacaksınız bunu?” diye sorunca adam;

“–Değişik şehirlerdeki arkadaşlarımıza haber salarız, senin cuma vaazın için otobüsler dolusu insanı Gelibolu’ya getiririz. Vaazlarını kameraya çekeriz, ertesi hafta yine böyle yaparız. Derken halk;

«Süleyman Hoca ne büyük adammış, kıymetini bilememişiz!» deyip etrafına daha çok toplanmaya başlarlar.” demiş.

Süleyman Hoca adama;

“–Ben meşhur olmak için vaaz etmiyorum, Allah rızâsı için vaaz ediyorum, bizim bu konuda rehberimiz Somuncu Baba’dır.” deyip şu hâdiseyi anlatmış:

“Yıldırım Bâyezid, Bursa’da Ulucami’yi yaptırınca caminin açılışında cuma günü ilk vaazı Emir Sultan’ın yapmasını talep eder. Emir Sultan;

«–Hünkârım! Burada Somuncu Baba varken benim vaaz ve hutbe okumam uygun olmaz, bu vazifeyi o yapsa daha iyi olur.» demiş.

Padişah;

«–O ekmekçi, vaazdan ne anlar?» deyince, Emir Sultan;

«–Sultanım! Somuncu Baba büyük bir âlim ve velîdir. Ama tevâzûdan kendisini gizlemek için ekmekçilik yapıyor.» demiş.

Padişah;

«–Peki; o hâlde söyleyin, ilk vaazı o yapsın, namazı da o kıldırsın!» demiş. Emir Sultan Somuncu Baba’ya gelip Padişah’ın emrini bildirince, Somuncu Baba;

«–Yaktın beni, niye söyledin?» demiş. Ama Padişah’ın emri gereği ilk vaazı yapmak zorunda kalmış ve akabinde Bursa’yı terk etmiş.”

Amcam Süleyman TOSUN Hoca bir defasında bana şöyle anlatmıştı:

“Emekli olduktan sonra Bandırma’da gönüllü imamlık yaptığım günlerden birinde sabah namazı için kalkmıştım. Bir kilometre kadar uzaktaki camiye gidip namaz kıldıracaktım. Ancak dışarıda iki karış kar ve şiddetli bir fırtına vardı. Aracım da olmadığı için yaya gitmem gerekiyordu. Kendi kendime;

«–Bu havada camiye kimse gelmez!» dedim. Ama sonra;

«–Ya bir kişi gelir de camiyi kapalı bulursa?..» diye düşündüm. Giyinip kuşanıp yola çıktım. Yüz metre kadar gitmiştim ki fırtına beni yere attı, karlar üzerinde beş-on metre yuvarlandım. Ama yine kalkıp yoluma devam ettim ve camiye gittim.”

Bir defasında da şöyle demişti:

“–Ben yaşı seksene yaklaşmış bir insanım. Bu yaştan sonra güzel giyinsem ne olur, kötü giyinsem ne olur? Ama ben bir imamım. Eğer kötü giyinirsem halk; «İmamlar paspal giyiniyor.» der. İmamlara lâf gelmesin diye, hâlâ güzel giyinmeye çalışıyorum.”

Amcam Süleyman TOSUN Hocanın Bandırma’daki dostlarından Kaya BATMANTAŞ Ağabeyimiz şöyle anlatıyor:

“Bir sabah namazı için, mahallemizdeki camiye gittim. Ama cami kilitli idi. Arabamla Çarşı Camii’ne (Haydar Çavuş Camii’ne) gittim. Orası da kilitliydi. «Ne oluyor bu hocalara bu sabah?» diye düşünürken Süleyman Hocanın gönüllü imamlık yaptığı Yüzüncü Yıl Camii’ne gitmek aklıma geldi. Arabamla oraya gittiğimde camide ışık yanıyordu. İçeri girdim, Süleyman Hoca değişik kitaplardan cuma hutbesi hazırlıyordu. Ona;

«–Hocam, bizim mahalle camisi kapalı, Çarşı Camii de öyle, hocalar çok uyumuş bu sabah…» dediğimde, Süleyman Hoca saatine baktı ve;

«–Daha sabah ezanına bir saat var!» dedi. Saatime dikkatlice baktığımda durumu fark ettim. Evden çıkarken saati yanlış görmüşüm.”

Süleyman Hoca Diyanet’in gönderdiği hazır hutbeyi okuyabilirdi. Ama o, cami cemaatine daha faydalı olabilmek için değişik kitaplardan araştırıp sabahın köründe kendisi hutbe hazırlıyordu. Hayatı boyunca; mevlid ve cenâze peşinde hiç koşmadı, maddî hesaplar yapmadı. Davet edilip gittiğinde de daha çok vaaz etmeyi tercih etti. Ömrü; okumak, İslâmiyet’i öğrenmek ve öğretmekle geçen bir dâvâ adamıydı. Bulunduğu çevrede insanları; dernek ve vakıf kurmaya, içtimâî hizmetlere teşvik eder, dostlarının çocuklarına da dînî dersler verir, her meseleleriyle ilgilenirdi. Bir cemiyet insanıydı, bir gönül insanıydı, tasavvuf yoluna da intisâbı vardı.

Bir ay öncesine kadar gezip dolaşan Hocamız; ciğerinde ve nefes borusunda uzun süre fark edilemeyen bir ur sebebiyle, ânîden aramızdan ayrıldı. Onun vefatıyla birçok dostu ve seveni hüzne gark oldu. Bandırma, bir güzel insanını daha yitirmiş oldu. Onu Kayacık Köyü (mahallesi) mezarlığına defnederken, sevenlerinin de sanki vücudundan bir parçası ölmüş gibi oldu. Son hastalığı döneminde hastahânede zor nefes alırken kızlarına kısık sesle şu âyeti okumuştu:

“Îmân edip de iyi davranışta bulunanlara gelince, Rahmân onlar için (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.” (Meryem, 96)

Gerçekten de Cenâb-ı Hak, sevdiği bu sâlih kulunu insanlara da sevdirmişti. Mekânı cennet olsun. Rûhu için el-Fâtiha!..