ŞÜKÜR ERİŞTİK ŞÂBAN AYINA!

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

Bu ay itibarıyla Şâbân-ı şerif ayına girmiş bulunmaktayız. Günler bir bir bitti. Bir ay önce üç ayların kutlu zemini içerisinde; Allah Teâlâ’nın ayı olan Receb ayına erişmiş ve elimizden geldiğince, günlerimizi doğru değerlendirerek ihyâya çalışmıştık. İşte Receb ayı bitti ve bizler Şâban ayına başlamış bulunuyoruz. Nasipse o da bitecek ve ardından on bir ay boyu hep özlemle beklediğimiz, Ramazan ayına erişeceğiz.

Evet, sevgili okurlar! Bu yazı vesilesiyle hepinizin ve İslam âleminin Şâban ayını tebrik ediyoruz. Bu ayın Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in şefaatine erişmemize vesile olmasını cân u gönülden Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyoruz. Bu ayda O’na olan sevgi ve muhabbetimizin ifadesi olarak çokça salevât-ı şerîfeler getirmeli, Kur’ân’a daha çok yönelmeli, illâ Ramazan ayında değil, Şâban ayında da sırf O’nun rûh-i cemîli için hatimler okumalı, Rabbimiz’in rızâsı için oruçlar tutmalıyız. Zira O -aleyhissalâtü vesselâm- Şâban ayında âdeta kendini Kur’ân’a kapatırdı. Ramazan ayından sonra en çok bu ayı, oruç ile geçirirdi. Şu mübârek üç aylar iklimi; bilhassa da yeni girdiğimiz Şâban ayı, günümüze ayrı bir letâfet ayrı bir bereket getirmeli. Belki Receb ayını istenilen şekilde değerlendiremediyseniz, işte size yine farklı bir fırsat! Haydi davranalım, doğrulalım, Şâban ayının güzelliklerinden nasiplenmeyi kaçırmayalım. Zira Receb ve Şâban ayını ne kadar güzel değerlendirirsek, Ramazân’ı o güzellikle karşılarız.

Şâban ayı günlerimiz bize hem dünyamız hem âhiretimiz adına bol mânevî kazançlar getirsin; günlerimiz O Kâinâtın İncisi’yle dolsun. O; dudaklarımıza nağme, gönüllerimize muhabbet olsun. O -aleyhissalâtü vesselâm-; dilimize duâ, yüreğimize sevgi doldursun. Her gün her namazın arkasından şöyle bir on dakika O’nu hayallerimize misafir edecek tefekkür saatimiz bulunsun. Sayısı artmış olarak O’nun mübârek rûh-i şeriflerine takdim edeceğimiz salevât-ı şerîfelerimiz bolca olsun inşâallah.

Önce bu güzel ayda şöyle bir kendimizi sorguya çekelim:

Bizler müslümanlar olarak; bu güzel dîni ümmetine bırakabilmek için ne fedâkârlıklara katlanan, kendi akrabaları tarafından dışlanan, kavminden nice hakaretler gören, öylesine emîn ve sâdık bir şahsiyet olmasına rağmen getirdiklerine itimat edilmeyip yalanlanan, kendi yurdundan ayrılmak zorunda bırakılan; O insanlık şâhikası, bir muhteşem Peygamber’e bakınca; biz hangi fedâkârlığa katlanıyoruz veya katlandık? O’nun bize onca emekler harcayarak takdim ettiği yüce İslâm’ı yaşama ve yaşatma hususunda ne gibi gayretlerimiz oldu, oluyor?

Bizim hayatımız, O -aleyhissalâtü vesselâm-’ın hayatına benziyor mu? Ne gibi farklılıklarımız var? Çıkaralım, listeleyelim… O’na benzemeyen taraflarımızı hiç olmazsa şu mübârek Şâban ayında giderelim, bu husustaki eksikliklerimizi tamamlayalım. Bari; O’nun ayında, O’na benzemek için yoğun bir çaba sarf edelim. O’nun sünnetlerini bir bir ihyâ edelim, yayılmasına çalışalım. Bilhassa pratik hayatta çok kullanılan sünnetlerini; kendimiz, ailemiz, dost ve arkadaşlarımız arasında uygulamaya ahdedelim. Emin olun, sünnetleri ihyâ ederken dikkat edin; gününüze ayrı bir bereket, farklı bir güzellik gelecektir. Bunların yanı sıra yaptığınız, uyguladığınız davranışlara ait olan hadislerin kırk tanesinin metnini de ezberleyin. Bu Şâban ayı size, kırk hadis ezberleme farkı katsın. Ve yine sırf O’nun rûh-i şerîfi için bir hatim yapma şerefine erdirsin sizi, ne dersiniz? Sanırım olmayacak şeyler yazmıyorum değil mi? Haydi gayret. Gayret sizden, tevfîk Allah Teâlâ’dan olacaktır, emin olun.

O’NUN YOLUNA REVÂN OLANLAR

Kâinâtın Güneşi, İnsanlığın Nûru, Zamanın Efendisi, Âlemlerin Göz Bebeği, İki Cihânın Sultânı, Eşsiz Rasûl Muhammed Mustafâ -aleyhissalâtü vesselâm-; her mahfilde, her mekânda, her zeminde konuşulmalı, anlatılmalı, insanlığa tanıtılmalıdır. Zira insanlık güzellik tanımak istiyorsa, ancak ve ancak O sevgili Peygamber’i tanımak durumundadır. Hiç olmazsa içinde bulunduğumuz O yüce Peygamber’in ayı olan Şâban ayında, O’nu tanımalı ve herkese her ortamda O’nu tanıtmalıyız. Dahası O’nu hayatımızın her merhalesine taşımalıyız.

Kur’ân-ı Azîmü’ş-Şân ilk nâzil olmaya başladığında; câhiliyyenin bütün problemlerini şahıslarında sergileyenler, en kâmil ahlâk tezâhürlerini hayatında yaşayan bir güzel kul gördüler. Gördüklerine hayran kaldılar ve derhâl îmân ettiler. Bundan böyle de O insanlık şâhikasıyla birlikte, İslâm yolunda yürüdüler. En çirkin işleri yapanlar, önceleri düşmanlık etseler dahî kısa bir süre sonra, O müstesnâ insanın getirdiklerine inanarak teslim oldular.

Peygamber-i Zîşân’ın eşsiz şahsiyetine hayran olanlar, derhâl Müslümanlığa girdiler.

Peygamber-i Zîşân’ın kâmil ahlâkına şahit olanlar, hemen îmân ettiler.

Peygamber-i Zîşân’ın rahmet ihtivâ eden sözlerini dinleyenler, hidâyete eriştiler.

Peygamber-i Zîşân’ın yüzündeki nûru görenler; «Bu yüz asla yalan söylemez!» dediler.

O güzellik şâhikasının namazını seyredenler, arkasında saf tuttu. O’nun yetimlere, kimsesizlere, yoksullara, ihtiyaçlılara sahip çıktığına şahit olanlar; fazîletin ne demek olduğunu idrâk etti. O’nun af ve bağışlamadaki enginliğini görenler; «Sen ancak Allâh’ın elçisi olabilirsin!» dediler. O’nun insanları cennete götüren bir kutsî elçi olduğunu fark edenler, vakit kaybetmeden; «Ümmet-i Muhammed»e katıldılar. O’nun yüzündeki nûru temâşâ edenler, O’na âşık oldular; akabinde de, O emsalsiz örnek «Hakk’ın Sevgilisi»ne tâbî oldular. Onlar; «Kişi sevdiğiyle beraberdir.» kervanına katılarak iki dünya saâdetine erdiler.

Kimileri de O’nun eşsizliğini görmesine, mûcizelerine şahit olmasına rağmen; nasiplenemedi, bîçârelikten kurtulamadı. Çünkü câhiliyye bütünüyle onların benliğini sarmıştı. Nefis ve şeytan yakalarını bir türlü bırakmıyordu. Bugün de böylesi zavallılıkta olanlar var. Yazıklar olsun onlara!..

Hâlbuki o gün de, bugün de ölü gönüller O’nunla ihyâ oldular ve kıyâmet kopana kadar da bu böyle devam edecektir. Çünkü O’nun gösterdiği doğru istikamet, topyekûn bütün insanlığın kurtuluşudur. O’nun kapısı; «Cennete açılan kapı»dır. O’nun kapısında bulunmak; cehennem ateşinden âzâd olmaktır, câhiliyye âdetlerinden arınmaktır. O’nun devri, çirkinliklerin en had safhada yaşandığı bir devir iken; yüce dîn-i mübîn-i İslâm’a sevda boyutuyla bağlı aşk erlerinin titiz davranışlarıyla, hayat âdeta bir rahmet dünyası hâline gelmiştir. Saâdet asrında herkes birbirine; merhametle, cömertlikle, hakperestçe davranmıştır. Hattâ hayvanlar dahî bu rahmet ikliminden nasiplenmiştir. O devir haklı olarak, «saâdet asrı» olarak nitelendi. İşte İslâm tam da buydu. İşte güzellik buydu. Güzelliğin kendisi ise O -aleyhisselâm-’dı.

Gerçek huzur O’nun getirdiklerindeydi. Onlar inandılar, yaşadılar, yaşattılar hattâ bu ilâhî hakikate canlarını fedâ ettiler.

Bugün de gerçek huzur O’nda ve O’nun getirdiklerindedir. On dört asrın bir ehemmiyeti yoktur. Yeter ki biz o güzellikleri, O’nun ve ashâbının yaşadığı gibi yaşayalım. İslâm’ı onların anladığı gibi anlayalım; eğmeyelim, bükmeyelim, yontmayalım, kendimizce yorumlamayalım. Güzel dînimizi O -aleyhissalâtü vesselâm-’ın rehberliğinde yaşayalım. O Kur’ân-ı Azîmü’ş-Şân’ı en güzel yaşayan canlı bir nümûneydi. O öyle güzel yaşadı ki âdeta etrafına; «Böyle yaşayın!» dedi. Çevresindekiler de, O’nu «en kâmil misal» olarak gördüler. Asr-ı saâdette, ashâb-ı kiram; O’nun getirdiklerine harfiyyen uydular, uyguladılar, yaşadılar ve yaşatma mücadelesi verdiler. Böylece; bir gönül iken, gönüllere girerek binlerce gönül oldular.

Bizler; sevgiyi, adâleti, merhameti, doğruluğu, yardımseverliği, cömertliği O’nunla ve O’nun arkadaşlarıyla tanıdık. Onlar hak yoldaki şaşmaz işaretlerdi. Bu yolda bütün güzellikler belirlenmişti. Bize düşen ise sadece uymaktı. Ne mutlu bu yola revân olanlara!

SALÂT Ü SELÂM

Bu ayda O güzel Peygamber’e çokça salevatlar göndermeliyiz. O’na salât ü selâm getirmek, O’na olan vefâmızın bir îcâbıdır.

O’na salât ü selâm getirmek; O’nun peygamberliğine duyduğumuz sevincin ifadesi, O’nun bize sunduğu iki dünya saâdeti müjdesine karşı bir teşekkür mesâbesinde iken, aynı zamanda O’nun bizlere bildirdiği kutsî fermanlara olan inancımızın, itaatimizin ve bey‘atimizin tazelenmesi mânâsındadır.

O’na salât ü selâm getirmek; O’na olan ahidlerimizin yenilenmesi ve dahî O’nun ümmeti arasında olmamızın mutluluğunun yansımasıdır. «Bizi de dâhil et yâ Rasûlâllah!» demektir. «Biz de tıpkı ashâbın gibi her dâim Sen’in yanındayız!» demektir. «Bizi de nur halkanın içine al!» demektir. Bu dilek ve temennîler; O’nun ümmeti için talep ettiği kurtulma, affedilme niyâzının içine girmektir. O’nun engin şefkat ve merhametine sığınmaktır. Bu sebeple bizim her dâim O’na muhtaç olduğumuza dair şuurumuzun zinde tutulmasının îzâhıdır salât ü selâmlar.

O’na salât ü selâm getirmekle; O’nun büyüklüğünü kabullenip, kendi küçüklüğümüzü, acziyetimizi idrâk etmiş oluyoruz. O’nun nur halkasına dâhil olma isteğiyle, şefaatine talip olma azmimizi diri tutuyoruz, demektir. Bilmeliyiz ki, O’nsuz olmaz. O bize cennet vizesidir. Biz tüm güzellikleri O’nunla kavradık, güzeli O’nunla tanıyıp öğrendik. Zira güzelin kendisi O -aleyhissalâtü vesselâm-’dır.

Yüce Kur’ân-ı Azîmü’ş-Şân’da buyuruluyor ki:

“Allah ve melekleri Peygamber’e hep salât ederler. Ey mü’minler! Siz de O’na salât edin ve samimiyetle selâm verin.” (el-Ahzâb, 56) O sevgili Rasûl’e; Hazret-i Allah ve melekler salât ü selâm ederken, bizim de en kalbî şükranlarımızın ifadesi olarak samimiyetle bilhassa içinde bulunduğumuz şu Şâban ayında salevatlar getirmemiz gerekir. Salât ü selâm getirmek, Kâinâtın İncisi’ni hatırlamak demektir. Müslümanlar olarak, O’nun bizlere ulaştırdığı kâmil hükümlere riâyet ederken de bir yönüyle O’na olan bağlılığımızı göstermiş oluyoruz. Gün içinde hayatımızda işlediğimiz her bir sünnet; aslında O’nu hatırladığımızın, hayatımızın mihenk taşına O’nu koyduğumuzun ifadesidir.

Bizler O’na olan şükranlarımızı sadece salevatlar getirmekle değil; ezan ile kāmet ile namaz ile teşehhüdlerde de göstermiş oluyoruz. Dilimizin her vakit O’nun ism-i cemîliyle ıslak olması, hayatımızın O’nun sünnetleriyle ihyâ olması, idrâk edene tarifi imkânsız bir lezzettir. İşte içinde bulunduğumuz Rasûl’ün ayı, bu hissi yaşamamız adına bulunmaz bir zemindir. Mü’minleri muhabbet-i Rasûlullâh’a eriştirecek hazları yaşatmak, Şâban ayında keşke bizlere nasip olabilse. Bizleri «Mârifetullâh»a taşıyacak olan bu şanlı basamaktan çıkabilmek için gayretler sarf etmeli.

Şuurla, inançla, samimiyetle, ihlâsla çekeceğimiz salevât-ı şerîfeler bizi şu mübârek Şâban ayında bir rahmet iklimine taşısın inşâallah. Bu salevatlar ile birlikte pratik yaşantımıza koyacağımız her bir sünnet-i seniyye; O’nun merhametinin, sevgisinin, adâletinin, doğruluğunun bize yansıması olarak geri dönsün. Böyle yaptığınız takdirde inanın, O’ndaki engin güzelliklerin kendi şahsınıza taşındığını hayretle müşâhede edeceksiniz. O’ndan her yönüyle nasiplenmemek büyük bir kayıptır. O’nsuz bir dünya, güzelliklerden mahrum bir dünyadır. Eğer güzelliklerden en kâmil şekilde istifadeyi diliyorsanız, illâ da O’nun rahmet iklimine girmelisiniz.

Aynı zamanda salât ü selâm, başlı başına bir duâdır. Rabbim o duânın içerisine bizleri de dâhil etsin. Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammed.