HEYTE LEK! (GELSENE BANA!)

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

Şüphesiz ki insan; Allah Teâlâ’nın yarattığı mahlûkat içerisinde, aklı ve iradesi sayesinde önemli bir mertebede yer alıyor. İnsana diğer mahlûkattan ziyade olarak; yeryüzünü îmar ve ihyâ etme vazifesi verilmiş, bunun için de türlü nimetlerle diğer mahlûklardan güçlü hâle getirilmiştir. Ancak, bu kadar güçlü olmasına, her türlü nimet ve imkâna sahip olmasına rağmen; nefsinin istek ve arzularına teslim olması hâlinde, yaratılmışların en aşağısına düşebilme tehlikesiyle de imtihana tâbî tutulmuştur.

Nefis ve şeytan işbirliği yaptığı zaman; insanın aklı da mantığı da ona karşı koyamıyor. Böylesi bir belâ ve musîbetten, Allah Teâlâ bizleri muhafaza buyursun! Zira Allâh’ın yardımı olmadan bu iki düşman ile baş etmek, gerçekten zor bir imtihan…

İnsanoğlu; her ne kadar güçlü yaratılmışsa da, imtihan gereği olarak fıtratında belli şeylere karşı zaafları vardır. Bu zaafların en başında; paraya/mala mülke, şehvete, makama ve mevkie karşı zayıf olarak yaratılmıştır. Bu özelliklerini insanın yok etmesi, mümkün değildir. Ancak, bunları İslâm’a uydurarak terbiye edebilme ve zaaflarını bir kazanca dönüştürerek lehine çevirebilme imkânı da bulunmaktadır.

Nefsimiz, bizi sürekli bir şeylere davet eder. Hele bugün, bu davetlerin biri bitmeden diğeri gelir ki; insan bu davetlerden hangisinden kaçacağını, hangisinden kaçınacağını şaşırmaktadır.

Karanlık ve fırtınalı bir günde, önümüzü görebilmek için yaktığımız ateş, esen rüzgârın etkisiyle sönüyorsa; lâkin elimizdeki ateşi bir fânus ile koruma altına aldığımızda, nasıl önümüzü aydınlatan bir özelliğe bürünüyorsa; îmânımızı da çevreden esen rüzgârlara ve etkilere mâruz bıraktığımız zaman, onun da sönüp gitme tehlikesi bulunmaktadır. Onu da amellerle koruma altına aldığımız zaman, istikametimizi muhafaza edebilir ve yolumuza sâlimen devam edebiliriz.

Îmânımızı etkileyen bu rüzgârlar, günümüzde daha fazla artmaya başladı. Evlerimizdeki televizyonlardan bir rüzgâr esiyor. Elimizden düşürmediğimiz telefonlardan ve bilgisayarların bağlandığı internetten bir rüzgâr esiyor. Sokaklarımızdan bir rüzgâr esiyor. Çalıştığımız, rızık temin ettiğimiz işyerlerimizden bir rüzgâr esiyor. Bankalardan, alışveriş merkezlerinden, eğlence yerlerinden ve okullarımızdan bir rüzgâr esiyor.

Hâsıl-ı kelâm, her yanımızdan Kur’ânî tâbirle;

“–Heyte lek!: Gelsene bana!” diye davetler yağıyor.

Esen bu rüzgârlar, nefsin hoşuna gidiyor. Şeytan bu yollardan gelen rüzgârları öylesine süslüyor ki, insanın karşı durması zorlaşıyor. Esen bu rüzgârlara karşı, kendimizi koruyamazsak; bir yaprak misâli, bu rüzgârların estiği yöne doğru uçup gideriz. Onun için, rüzgârın eseceği yerleri önceden tahmin etmek ve onlardan gelen etkilerin bizi alıp götürmemesi için hazırlık yapmak gerekiyor.

Nefsin ve şeytanın; «Heyte lek!» çağrısına karşı koyabilmek için, Rabbimiz’in; «Îmân et, ibâdet et, itaat et!» emirlerine uymaya çalışmalıyız. Kendimizi Rabbimiz’in korumasına teslim edersek, nefsin ve şeytanın tuzaklarından korunuruz. Yoksa hazırlık yapmadan, tâat ve ibâdetler ile kendimizi güçlendirmeden; nefis ve şeytanın karşısına çıkarsak, başarılı olamaz ve onlarla baş edemeyiz.

İnsan; nefsini ve şeytanı her an tetikte duran bir düşman gibi bilmeli, onların hile ve tuzaklarına karşı hazırlıklı olmalıdır.

Gönül dünyamızı etkileyen bu rüzgârlardan korunmanın yolu, Rabbimiz ile irtibatımızı sağlamlaştırmak olmalıdır. Hikmet ehli bir zâtın;

“İnsanın kalbi ile Allah Teâlâ arasındaki râbıta hiç kopmamalı. Ne yaparsa yapsın; Allâh’ı hesaba katmalı, Allah’sız bir şey düşünmemeli!” sözü hayatımızın şiârı olmalı.

İnsanoğlu günahlar hususunda kendisine aşırı güvenmemeli. Dilimize yerleşen hikmetli bir sözde;

“Hiç kimse sınanmadığı günahın mâsumu değildir.” denilmiştir. Normal zamanlarda; pehlivanlık yapmak, hava atmak kolay olabilir. Asıl iş, harama düşme ânında o dirâyeti gösterebilmek ve haramdan korunabilmektir. Onun için sürekli olarak Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in;

“Allâh’ım beni göz açıp kapayıncaya kadar bile nefsimle baş başa bırakma!” (Ahmed, V, 42) duâsını dilimizden düşürmemeliyiz.

Allâh’ın yardımı olmazsa; nefis ve şeytan iş birliği yaparak, insanı en aşağılık rezilliklere dûçâr eder de yakasını onlardan kurtaramaz.

Sınır boylarında, her an düşmana karşı tetikte olan bir askerden daha hassas bir şekilde, nefsin ve şeytanın; «Heyte lek!» davetlerinden korunmaya çalışmalıyız. Bunu sağlamak için sâlihlerle beraber olmalı, haramlara ve helâllere dikkat ettiğimiz gibi şüpheli şeylerden bile sakınarak, her an huzurdaymış gibi hassâsiyet kazanmalıyız.

Nefsin ve şeytanın süslediği ve her yanımızdan üzerimize gelen; «Heyte lek!» davetlerine; «Maâzallah!: Allâh’a sığınırım!» diyebilmeyi Mevlâ bizlere nasip eylesin.