IZDIRÂBIN PANORAMASI

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

İslâm dünyasının hâli… Müslümanların hâli…

Her tarafta ızdırap, her köşede çile, meşakkat ve bin bir musîbet…

Saymak bile insana ayrı bir elem.

Lâkin bîgâne mi kalsın kalem?

Muhibbî gibi diyelim:

Hangi birin diyeyim bin türlü derdim vardır!..

İŞTE SURİYE…

Bir despotun inadına teslim olmuş kadîm İslâm beldesi… Sekiz senedir, târumâr ediliyor. Üzerinde nice plânlar oynanıyor.

Suriye, tâ Haçlı seferlerinden beri, hıristiyan dünyasının gündeminde. Aynı zamanda, birilerinin arz-ı mev‘ûd hayallerinin sınırları içinde. Geçtiğimiz günlerde ABD başkanı Trump da, Suriye hududu içinde bulunan Golan Tepeleri üzerinde İsrail’in hâkimiyetini tanıyacaklarını açıkladı. Suriye, aynı zamanda Türkiye’nin 40 yıldır başını ağrıtan ayrılıkçı terör belâsının üretici bataklığına çevrilmiş durumda. Hâfız Esed zamanında da, Bekaa Vadisi’nde beslenen terör, şimdi de ABD desteğinde tırlar dolusu mühimmatla destekleniyor.

Despotu İran ve Rusya destekliyor ve onun gitmesini güya Amerika istiyor diye, ülkemizdeki şaşkın antiemperyalistlerimiz ve bazı şaşkın İslâmcılarımız, birden diktatör sevici oldular.

Daha düne kadar İslâm’a dil uzatmak için, Araplara da sövüp sayan, İslâm’a; «çöl kanunu», «baldırı çıplak bedevî» seviyesinde ırkçı bir jargonla saldıran bu entelijansiyamız, şimdi Arap hayranı. Demek ki; Kavm-i Arab’ın da fitnebazına hayran, diktatörüne hayran, ırkçısına hayran… Öyle zincirleme tenâkuz ki; zâlim ve zorba Esed’i alkışlıyor da, ondan kaçıp ülkemize sığınan muhâcirlere dil uzatıyor.

Az ilerleyelim:

FİLİSTİN…

Dün değil altmış senedir hep kahır,
Çekti, Filistinli çocuklar çeker…
Her günü, dehşetle geçen bir asır,
Çekti, Filistinli çocuklar çeker… (Tâlî)

Her gün şehidlerin ve şehîdelerin kanları boyuyor kaldırımları… Şu dünyada müslüman kanı kadar kolay dökülen ve çiğnenen başka bir değer kaldı mı?

İsrail; Gazze’ye ablukadan başka, her bahanede hava saldırısı gerçekleştiriyor. İşgal altındaki Doğu Kudüs ve Batı Şeria’da ise, sürekli keyfî tutuklamalar, baskınlar, zulüm…

YEMEN ÂH YEMEN!..

Yemen’de 2014’te Hûsîler, başkent San’â ve çevresini ele geçirdi. Ülkede bir iç savaş hâli devam ediyor. Amerikan destekli Suud, BAE Koalisyonu, Hûsîlerin işgal ettiği bölgeyi abluka altında tutuyor. Yemen; mezhep temelli bir çatışma sahası olarak, Şiî İran ve Vehhâbî Suud’un güç gösterisine kurban ediliyor.

Suriye gibi Yemen de, bir satranç tahtası… Çok kutuplu dünyanın zorbaları, bu tahta üzerinde hamlelerini gerçekleştiriyorlar. Ne insan güçlerini yoruyorlar ne para kaybediyorlar. Birinci Cihan Harbi’nde, sonunda kendi efkâr-ı âmmelerine (kamuoylarına) söz geçiremedikleri için savaşı bitirmek mecburiyetinde kalmışlardı. Şimdi Suriye veya Yemen kırk yıl bu vaziyette kalsa kimsenin umurunda değil. Çünkü ölen müslüman…

Adamlar oyunlarına bakıyor, gücünü deniyor, muhataplarını tartıyor. 200.000 insan koleradan ölmek üzere imiş, umurlarında değil. Onları tek alâkadar eden husus, topraklarına ayak basmaya kalkan mültecîler. O kadar!..

BAE ve Suud ise, Amerikan silâh sanayini beslemekten başka bir işe yaramayan petro dolarları ile bölgede güç olma derdindeler. Yıllarca İslâm dünyasında îtikādî bir parçalanmaya âlet ettikleri Vehhâbî propagandasındaki riyâkârlığı da artık geride bırakıyorlar. Sessiz feryatların biraz berisinde, eğlence sektörüne «en» abartılı hizmetleri sunacaklarını ilân ediyorlar.

Kıyâmet alâmetleri arasında, «bina dikme yarışına giren deve çobanları»nın zikredilmesi elbette boşa değil…

Kızıldeniz’in ötesinde ise, Mısır bekliyor bizi.

CUNTA ZULMÜ

Mısır, Arap Baharı denilen süreçte diktatöründen yani Hüsnü Mübârek’ten kurtulmuştu. Ülkede seçimler olmuş ve İhvân-ı Müslimîn’in adayı Muhammed Mursî, Cumhurbaşkanı seçilmişti. Fakat bu mutlu tablo çok uzun sürmedi. Türkiye’de denenen Gezi Parkı vak‘ası gibi orada da Tahrir Meydanı’nda provokasyonlar neticesinde insanlar toplandılar. Râbia Meydanı’nda da Mursî’yi müdafaa edenler… Neticede 2013’te Amerikan destekli bir darbe ile General Sîsî demokrasiye müdahale etti.

Mısır, Türkiye’nin 1960 veya 1980 darbelerine benzer bir döneme girdi. Cunta zihniyeti, İhvân’a yani ehl-i îmâna kan kusturmaya başladı. 60.000 ihvan üyesi hapishânelerde tutuluyor. Zaman zaman idamlar ile gözdağı verilmeye devam ediliyor.

Geçtiğimiz ay Mısır’da 9 genç idam edildi. Bir savcıya sûikast yapmakla itham ediliyorlardı. İşkenceler altında alınan sözde itiraflarla, dokuz fidana gençliklerinin bağrında kıydılar.

İdamla şehîd edilenlerden biri mahkemedeki ifadesinde, kendilerine elektrik ile işkence yapıldığını söyleyerek kendini şöyle müdafaa ediyordu:

“–Bize elektrik şoklarıyla öyle işkenceler yapıldı ki; buradaki herhangi bir genç, bu işkence altında (38 yıl önce sûikaste uğrayan) Enver Sedat’ı öldürdüğünü bile itiraf (!) edebilirdi!”

Kedi; yavrusunu yemeyi kafaya koyduysa, onu fareye benzetirmiş. Firavun’dan bin yıllar sonra; o perişan sondan ibret almıyor da yine evlâtlarını yok ederek, kendi koltuklarını sağlama almaya çalışıyorlar. Cunta, asa asa kese kese otorite sağlamaya çalışıyor. Fakat milletlerarası kamuoyu, Sîsî’nin değil, başka liderlerin «diktatörlüğü»nü konuşuyor. Maskeli batı, Mısır’a hiçbir yaptırım uygulamıyor. BM’den cılız bir îkaz yükseldi; «İşkenceler soruşturulsun!» diye, o kadar.

AVRUPA’NIN KARŞI YAKASI

Libya, Arap Baharı’nda Kaddâfî’den kurtulmuştu. Fakat Yemen’dekine benzer ikiye bölünmüş bir idare orada da çatışma hâlinde.

Cezayir, 90’lı yıllarda İslâmî Selâmet Cephesi şahsında müslümanlara yapılan zulümlerle bilinen bir İslâm beldesi. 2011’de Arap Baharı ilk kez bu ülkeden başladı. Şimdi ülkede yine sokak hareketleri var. Bu yıl Cezayir gibi Tunus’ta da seçimler var ve Avrupa’nın karşı yakasında gerçek bir demokrasi istenmiyor. Çünkü o zaman dindar müslümanlar idareye geçiyor!..

Türk ve Orta Asya müslüman devletlerinin demokrasileri de benzer tablolar arz ediyor.

Deaş sahtekârlığı ile müslümanların hareket ve faaliyetlerine karşı, bütün idareciler korkutuldular. Bunu bahane eden bütün zorbalar, müslümanları tarassut altına aldı.

Kendi vatanlarında müslümanların hâli böyle… Myanmar, Sincan gibi işgal altındakileri siz düşünün!..

İslâmofobi’nin ulaştığı durum ise Yeni Zelanda’daki saldırı ile yeni bir boyut kazandı. Haçlı rûhuyla hareket eden saldırgan; otomatik silâhı ile girdiği camide, 51 müslümanı katletti. Video ile de dünyaya bunu seyrettirdi. Silâhının üzerine yazdığı hilâl-haç mücadelesinin tarih ve isimleri ile yayınladığı manifestodaki İstanbul’a, Ayasofya’ya yönelik ifadeleri, haçlı rûhunu uyandırmaya yönelik ferdî bir gayretten çok, arkası kalabalık sinsi bir faaliyet intibâı uyandırdı.

Bu hunharca katliâmı tel‘in için siyâsî plânda birçok şiddet aleyhtarı, sembolik ve sempatik faaliyetlerin yapılmış olması sevindirici. Fakat batının; sömürgeci, köle avcısı ordularının arkasından misyonerleri göndermek gibi ikiyüzlülüklerine karşı da uyanık olmak gerekiyor.

Süper güçler; zulüm satrancında, müslümanların hâlini bir piyon, bir hamle şansı olarak görüyor sadece. Zâlim İsrail ise, ABD ona arka çıkıyor meselâ; ama zâlim Myanmar ise, Çin ve Rusya… Meselâ Yemen’de Hûsîler, İran ve Rusya bir blok ise; eski idare, Suud, BAE ve Amerika ikinci bloku oluşturuyor. Her iki tarafın da «Yemenliler» diye bir derdi yok.

Mazlum müslümanlar can derdinde; kasaplar hâkimiyet, sömürge ve tasallut derdinde…

Bu sebeple, Doğu Türkistanlının derdiyle alâkalanan Amerikalıya da güvenilemiyor, onun yaptığı / yaptırdığı habere de inanılamıyor. Diğer taraftan Çin’in de sâir memleketlerdeki çalışmaları da tamamen menfaat odaklı. Gelecekte daha da büyüyecek ekonomik gücüyle, dünyada bu sefer Çin’in borusunun öteceği şimdiden belli.

Bu sebeple BM fonksiyon icrâ edemiyor. Kilitlenmiş vaziyette.

Bu panoramaya, Pakistan’daki Hindistan’la yükselen gerilimi, Afrika’daki açlık ve cehâleti, Balkanlarda şimdilik ertelenen problemleri ekleyin…

Sancılar böyle…

•Sancı var, ölüme gebe…

•Sancı var, doğuma gebe…

Hakk’ın; “Nûrumu tamamlayacağım!” fermanına îmânımız var.

Peygamberimiz’in bildirdiği;

“Roma’nın fethi, dünyanın her köşesine İslâm’ın ulaşacağı…” gibi müjdeli alâmetlere îmânımız var.

İnşâallah bu sancılar, doğumlara gebe…

•Birinci Cihan Harbi’nde İslâm âleminin başı kesildi. Yeniden birlik beraberliğe, o vücut bütünlüğüne muhtacız. İslâm kardeşliğine muhtacız. Ülkemizde ise kısıtlı idrak ve iz‘anlarıyla; tıpkı Abdülhamid Han’ı anlayamamış seleflerininkini andırır bir gaflet içindeki münevverlerimiz ve bazı siyâsîlerimiz de, ülkemizde belki iki asırdır ilk kez ele geçmiş bir imkânı, müslümanların tek noktada ittifak edebilme ve iktidar olabilme kuvvetini hebâ etmeye çalışıyor.

•Fikrî, içtimâî farklarımızı ayrışma değil; tanışma vesilesi, kavga dövüş değil, alışveriş vesilesi yapabilmeye muhtacız.

•İstişâreye, muhabbet ve kardeşliğe muhtacız.

•Bu ızdıraplardan hiç değilse haberdar olmalıyız ki, acıyı bir nebze paylaşabilelim.

•Dertlenelim ki yaraları sarabilelim. Yardım edelim. Geride kalanlara sahip çıkalım.

Şu âyet-i kerîmeleri yaşayabilmek niyazıyla:

“O (mü’min)ler, Rablerinin davetine icâbet ederler ve namazı kılarlar.

•Onların işleri, aralarında danışma iledir.

•Kendilerine verdiğimiz rızıktan da infâk ederler.

•Bir haksızlığa uğradıkları zaman, yardımlaşırlar.” (eş-Şûrâ, 38-39)