GÜLLERİ SEYREDERKEN

Hayrettin DURMUŞ hayrettindurmus@gmail.com

Bir seher vakti… Öyle bir rüzgâr esiyor ki tarif edilemez. Burcu burcu koku geliyor insanın burnuna. İçin ferahlıyor, sanki büyük bir umman oluyor kalbin. Nazlı yârdan haber mi getiriyor, ona hâlimizi mi bildiriyor? Seherin bu kutlu vaktinde telâşı neden acep? Anlatılamaz bir yel bu, ama atalar güzel bir ad bulmuşlar bu rüzgâra; «Rahmet Yeli.» Gerçekten de rahmet yeli esiyor seherde. Bin bir şifayla dolu otlar uyanıyor, börtü böcek doğan günün telâşında, ağaç dalları sallanıyor aşkla. Kâinâtı süsleyen rengârenk güller uyanıyor bu vakitte. Anlaşılan rahmet yeli, gülün kokusunu cihana duyurma derdinde.

Gül nâziktir. Örselenmeye gelmez. En ufak bir darbe, koparır onu dalından. Onun için gülü sevenler nâzik insanlardır. Hafifçe dokunurlar ona. Müsaade isterler koklamak için. Yanına yaklaşırken bir edebe bürünürler. Bilirler ki onlar; «Güller Gülü»nün haberiyle gelir. Büyüklerimiz gülü koklarken dudaklarından salevât-ı şerîfeyi eksik etmezlerdi. Bizim kültürümüzde gül, O’nun remziydi çünkü. Bütün güller bize; «O Güzeller Güzeli»nin kokusunu getirirdi. Bir rivâyete göre gül, kokusunu O’nun terinden almıştı. Mîrac yolculuğunun sıkletinden düşen damlalar vermişti güle kokusunu. Bu sebepten olacak ki Gül’ün torunları bile «Reyhan Çiçeği»ydi. Refîk-i A‘lâ’ya kanatlandığında kabri gül bahçesi olmuştu İki Cihan Güneşi’nin.

Bahçeye inip gülleri seyrettiniz mi hiç? Lâlenin hatırını sordunuz mu neden boynun bükük diye? Nergisin yorgunluğunu, gülün sararan benzini; «En güzeliniz benim!» dercesine salınan çiğdemi seyrettiniz mi? Bu muhteşem renklerin, bu muazzam tablonun mimarını hatırladınız mı? En güzel isimleriyle andınız mı O’nu? Toprak aynı toprak, su aynı su. Nasıl oluyor da bu topraktan farklı renklerde güller yetişiyor? Hattâ aynı dalda ayrı renkler nasıl buluşuyor? Topraktan pamuğu, bezi, bizi yaratan Allâh’ım Sen ne büyüksün ve her şeye Kādir’sin. İbret nazarıyla baktığımız her yerde, her şeyde Sen varsın!

Nasıl da çeşit çeşit güller. Güzelliğin, zarâfetin sembolü olan güllerin de bükülüyor boynu. Onların da benzi sararıyor. Şairin dediği gibi; «Arının zahmetini çekmeyen balın, seherde suyunu dökmeyen gülün kıymetini bilemezmiş.» Güzel olmak, güzel kalmak zor iş anlaşılan…

Bülbülün sesi neden bu kadar güzel, bu kadar yanıktır? Gül olmasa çıkar mıydı sesi bülbülün? O bülbül ki gülle konuşmak için dikene sarılır. «Siyah güller ak güller» içini kanatır şairin.

Toprağa bak! Damar damar yarılmış. Bağrı gözeneklerle dolu. Verimliliğine göre; killi, kumlu, humuslu demişiz adına. Bereket fışkıran şefkatli bir anne gibidir toprak. Anadolu eşmeleri, höllük yapıp elediğimiz topraklar, vazifesini yapmanın şuuruyla ağarmış kireçli tepeler hepsi «Gül»ün peşinde.

Uçsuz bucaksız çöllerde kumullar niçin bir o yana bir bu yana savrulur? Kimi arıyorlar acaba? Çöle bak! «Çölde gül olur mu?» deme. Görebilirsen güllerin en güzeli orada. Gönlü çöle dönmeyenlerin göreceği, bakanın yüreğini ırmakların çağladığı vahâya çevirecek olan «Güllerin Şâhı»dır O. Güle, gül sevdalananlara selâm olsun.