BİR HADİS:

Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

عَنْ أَب۪ي مَالِكٍ الأَشْعَرِيِّ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ ،
قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ :
« … اَلصَّلَاةُ نُورٌ ، وَالصَّدَقَةُ بُرْهَانٌ ، وَالصَّبْرُ ضِيَاءٌ … »

Ebû Mâlik el-Eş‘arî -radıyallâhu anh-’ten nakledildiğine göre Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“…Namaz bir nurdur, sadaka bir burhandır, sabır bir ışıktır…” (Müslim, Tahâret, 1)

BİR MESAJ:

“Ey mü’min kardeşim! Başına gelen sıkıntılara karşı sabır göster ki yolun aydınlık olsun!”

MÜHİM BİR VAZİFE: SABIR

“Asra yemin ederim ki insan gerçekten hüsran içerisindedir. Bundan ancak îmân edip sâlih
amel işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnâdır.” (Asr Sûresi)

Dünya, imtihan yeri. Bu bakımdan rûhu bedeninden çıkıncaya kadar insanoğlu, bin bir türlü imtihanlardan geçer. Bu, bir nevî fermân-ı ilâhîdir. Zira yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele!” (el-Bakara, 2/155)

Âyet-i kerîme, Arapça gramerine göre bir te’kid harfi olan lâm harfi (ل) ile başlıyor. Bu, şu mânâya gelmektedir: Kaçınılmaz bir şekilde, her insanın başına; mutlaka korku, açlık, ölüm ve fakirlik gibi sıkıntılar gelecektir. Öyleyse mühim olan, bu sıkıntılar karşısında mü’minin tavrının ne olacağıdır. İşte bu noktada mü’minin en önemli silâhı yani savunma mekanizması, sabırdır.

Âyet-i kerîmenin sonunda Cenâb-ı Hak, sabreden kullarını müjdeliyor. Çünkü sabrın sonu selâmettir. Büyüklerimiz; “Kim sabrederse zafere ulaşır.” demişlerdir. Onun için mü’min, imtihan dünyasının îcâbı olarak başına gelen belâ ve musîbetlere karşı sabır gösterip sebât ederse, eninde sonunda kazanan o olur.

Onun için sabır bir ışıktır. Serlevhâ hadîsimizde sabrın bir ışık olduğu ifade edilmektedir. Bu ifade, sabrı tasvir eden belîğ ve vecîz bir ifadedir. Çünkü sabır, yolu aydınlatan bir fener gibidir. Sabır feneriyle yolunu bulur, yola devam edersin. Aksi hâlde yola devam edemezsin veya yolunu şaşırırsın, yanlış yollara düşersin. Tıkanır kalırsın…

Bu bağlamda sabır, çözümdür. Sabır, iletişime devam etmektir. Ayrıca sabır, nefsine hâkim olmaktır. Zira;

“Güçlü kimse, insanları güreşte yenen değil, bilâkis öfke ânında kendisine hâkim olandır.” (Müslim, Birr, 107)

Bu bakımdan sabır, insanı hüsrâna uğramaktan kurtarır. Asr Sûresi’nde Cenâb-ı Hak, ancak îmân edip sâlih amel işleyenlerin ve birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin hüsrâna uğramaktan kurtulabileceklerini ifade buyurmuştur.

Merhum şairimiz M. Âkif ERSOY; Asr Sûresi’nin bir nevî tefsiri mahiyetinde, âyet-i kerîmelerdeki derûnî mânâları şu şekilde nazma dökmüştür:

Çünkü meknûn o büyük sûrede esrâr-ı felâh,
Başta îmân-ı hakîkî geliyor, sonra salâh,
Sonra hak, sonra sebât. İşte kuzum insanlık,
Dördü birleşti mi, yoktur sana hüsrân artık.

İşte sabır, mü’minin sahip olması gereken en güzel ahlâk esaslarından biridir. Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hayatı boyunca sabır ahlâkı ile beraber yaşadı. Başına gelen musîbetler karşısında hep sabretti. Küçük yaşta yetim ve öksüz kaldı, sabretti. Peygamber olduktan sonra, müşriklerin onca işkence ve eziyetleri karşısında sabretti. Hazret-i Fâtıma hâriç bütün çocuklarını toprağa verdi. En zor anlarında sevgili eşi Hazret-i Hatice Vâlidemiz’i ve amcası Ebû Tâlib’i kaybetti. Sabretti, hiç pes etmedi. Dâvâsından asla vazgeçmedi.

Günümüzde de müslümanlar, farklı zulüm ve işkencelere maruz kalmaktadır. Ümmet-i Muhammed; sadece topla tüfekle değil, bazen ekonomik saldırılarla sarsılmak istenmektedir. Bazen de gerçeği ters yüz ederek, yalan ve iftiralarla, yanıltıcı algılarla müslümanlar haksızlığa uğramaktadır.

Bütün bu çağdaş saldırılara karşı mü’min; ferâset ve basîreti elden bırakmayarak sabırla yoluna devam etmelidir. Asla pes etmemeli, asla mukaddes dâvâsından vazgeçmemelidir.

Çünkü sabır, pes etmemektir; sabır, hak dâvâda sebât etmektir. Nitekim Fahr-i Kâinât Efendimiz sabır gösterip sebât etti, ashâb-ı kiram sebât etti. Geçmiş ümmetler sebât etti.

Sevgili Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîfinde, geçmiş ümmetlerin yaşadığı sıkıntıları ve bu sıkıntılar karşısında mü’minlerin sabredip sebat göstermesini şöyle tasvîr etmiştir:

“Geçmiş ümmetler içinde öyle kimseler vardı ki, kemiklerinin üstündeki et ve siniri demir tarak ile taranırdı da bu (işkence) onu dîninden çevirmezdi. Yine başının tam ortasına bir testere konulur, başı ikiye bölünürdü de, bu (işkence) onu dîninden çevirmezdi. Allah, bu dîni mutlaka kemâle erdirecektir. O kadar ki, bir bineği üzerinde bir kimse (yalnız başına) San‘â’dan Hadramevt’e kadar, Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmayarak yolculuk edebilecektir.” (Buhârî, İkrâh, 1)

Güzel vatanımız; geçmişte Kur’ân derslerinin yasaklanması, ezân-ı Muhammedî’nin Türkçe okunması gibi ne bâdireler atlattı. Sabırla ve sebatla Allâh’ın izniyle bu bâdireler atlatıldı. Ama ümmet-i Muhammed’in başına gelen sıkıntılar, musîbetler bitmeyecek. Fermân-ı ilâhî gereği kıyâmete kadar böyle devam edecek. Sıkıntılar ve zorluklar, sadece zamanına göre şekil değiştirecek.

İşte bu noktada mü’minin kuşanması gereken en önemli silâh, mütemâdiyen sabır olacak. Neticede sabredenler kazanacak, hak dâvâsından dönmeyip sebât edenler kurtulacak, felâha erecek.

Şöyle bir soralım kendimize: Eğer bâtıl karşısında Hakk’ı üstün tutan mü’minlerin duruşu olmasaydı, zoru görünce ayaklar geriye doğru çekilse idi, bugünleri görebilir miydik?

Bu mânâda sabır, mü’minler için bir vârolma mücadelesidir.

Sabır; sebât etmektir, onca zulüm ve işkenceler karşısında dimdik ayakta kalabilmektir. Sabır; bâtıl karşısında eğilmemektir, boyun eğmemektir.

Bunun yanında sabır, îman yolunda lüzumu hâlinde dövene elsiz sövene dilsiz olmaktır. Sabır, mü’min kardeşlerinden gelen eziyetlere Allah için katlanmaktır. Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anhümâ-’dan nakledildiğine göre Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“İnsanlarla bir arada yaşayan ve onların eziyetlerine sabreden mü’min, insanlarla bir arada yaşamayan ve onların eziyetlerine sabretmeyen mü’minden daha büyük ecre nâil olur.” (İbn-i Mâce, Fiten, 23)

Derdi veren Allah, dermanı da verir. Onun için her konuda olduğu gibi sabır konusunda da Rabbimiz’den yardım talep etmeliyiz. Âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:

“Ey îmân edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Şüphe yok ki Allah sabredenlerle beraberdir.” (el-Bakara, 2/153)

Onun için sabretmek isteyene Allah yardım eder. Yine bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

“Kim sabrederse, Allah ona dayanma gücü verir.” (Müslim, Zekât, 121)

Allah -celle celâlühû-, sabredenlerle beraberdir. Zaman olur sabredene Allah -celle celâlühû-, melekleriyle yardımcı olur. Zira âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır:

“Evet; siz sabır gösterir ve Allah’tan sakınırsanız, onlar (düşmanlarınız) hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz, nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder.” (Âl-i İmrân, 3/125)

İşte sabreden, dâvâsında sebât eden mü’min; gücünü îmânından alır. Bu mânâda sabır, îmandandır. Bir seferinde Sevgili Peygamberimiz, ashâb-ı kiramdan birinin;

“–Îmân nedir?” sorusuna;

“–Sabırlı ve hoşgörülü olmak.” diyerek cevap vermişti. (İbn-i Hanbel, IV, 386)

Sabreden mü’min, muvahhid kardeşim! Unutma ki sen, sabır göstermeyene karşı daima üstünsün.

Zira ey mü’min kardeşim! Eğer yüreğinde îmânın varsa bil ki her ne hâlde olursan ol, mahlûkat âleminde sen en yücelerdesin. Bu noktada yüce Rabbimiz bizlere şöyle seslenmektedir:

“Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) îmân etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz.” (Âl-i İmrân, 3/139)

Onun için sabır, mü’minin sahip olduğu en büyük hazinelerden biridir. Sabır, Cenâb-ı Hakk’ın bir ikrâmıdır. Zira bir hadîs-i şerifte ifade edildiğine göre, insanoğluna sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ikram verilmemiştir. (Müslim, Zekât, 124)

Ancak şu kadar var ki sabır; sadece belâ ve musîbetler karşısında gösterilmez, hayatın her alanında hattâ ibâdetlerde bile sabır gereklidir. Meselâ oruç, bir sabır imtihanıdır. Nitekim Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“Oruç sabrın yarısıdır.” buyurmuştur. (Tirmizî, Deavât, 86)

Mü’min, sadece ibâdetlerdeki sünnetlere değil içtimâî hayattaki sünnetlere de ittibâ etmelidir. Bu mânâda sabır, mü’minin ittibâ etmesi gereken en önemli sünnetlerden biridir.

Zira bir İslâm âliminin ifade ettiği gibi; “Hayatın kıtlık, yoksulluk, açlık ve hastalık gibi imtihanlarında sabretmek Peygamber sünnetidir.”

Bu bakımdan mü’min; yaşadığı hayatın her alanında sabır silâhını kuşanmalı, her alanda olduğu gibi sabır konusunda da Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i rehber edinmelidir.

Ezâ ve işkencelere sabır, Allâh’a itaatta sabır, mâsiyette sabır, Allâh’ın takdirine sabır…

Velhâsıl hayatın her alanında sabır, sabır, sabır…

Unutma ki Allah -celle celâlühû-, sabredenlerle beraberdir.

“Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et.” (Bakara, 2/250)

Rabbimiz, cümlemizi sabreden kullarından eylesin!

Rabbimiz; her türlü sıkıntı, belâ ve musîbetler karşısında cümlemize sabırlar lutfetsin!

Âmîn…