AMAN CENAZEM ORTADA KALMASIN!

Fahri SARRAFOĞLU sarrafoglufahri@gmail.com

Bu satırların yazarı, 1988 yılında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinden mezun olunca yabancı dil eğitimi için Londra’ya gittim. Tabiî orada da bugün İstanbul’u nasıl geziyorsam, Londra’nın da önemli yerlerini adım adım gezmeye başladım. Londra’da Türklerin çoğunlukla oturduğu yer olan Stoke Newington denen bir semt var, oraya da gittim. Bir cuma günüydü. Cuma namazını kıldık; namaz sonrası yavaş yavaş dağılmaya başlayınca, cemaatin içerisinden biri geldi benimle musafaha yaptı ve;

“–Ben müslümanım; buraya her cuma gelirim, adım da Hamza!” dedi.

Ben de;

“–Memnun oldum!” dedim. Sonra aynı kişi caminin içinde bulunan diğer kişilere de tek tek gidip kendini tanıttı, bana dediklerini onlara da söyledi:

“–Adım Hamza, ben her cuma buraya gelirim. Müslümanım…” Evet, aynen böyle söylüyordu.

Şaşırdım, o zamanlar 22 yaşında bir gençtim ve merak ettim tabiî. Yanına gittim;

“–Hamza Bey! Merhaba, neden herkese gidip, kendinizi tanıtıp, adınızı söyleyip sonra da müslüman olduğunuzu ve her cuma buraya geldiğinizi söylüyorsunuz, merak ettim doğrusu…” dedim. Hamza Bey, elimi tuttu ve heyecanla şunları söyledi:

“–Bak sevgili kardeşim! Ben 20 yıldır burada Londra’da yaşıyorum. İşim burada, memlekete yazın gidiyorum. Türk vatandaşıyım. Eşim, çocuklarım burada. Artık buralı olduk. Benim çok sevdiğim bir arkadaşım vardı, eşi yabancı idi. Yani gayr-i müslim bir hanımla evli idi. Arkadaşım geçen yıl vefat etti. Kendisi, pek camiye gelmezdi. Ama müslümandı, namazını kılardı. Nasıl olduysa ailesi o kısımla ilgilenmedi ve gayr-i müslim mezarlığına defnettirdi. Cemaatin de haberi olmadığı için, müdahale edilmedi. Kendisi şu an maalesef müslüman olmasına rağmen hıristiyan mezarlığında yatıyor… İşte ben de o korkudan dolayı her cuma buraya geliyorum ki burada namaz kılanlar, beni görenler tanısınlar ve eğer burada ölürsem beni müslüman mezarlığına defnetsinler… Onun için böyle her hafta gelip, yeni kişilerle tanışıp, kendimi tanıtıyorum ki cenazem ortada kalmasın…”

Bu hâdiseye çok şaşırmıştım. O zamanlar Londra’da Central Mosque denilen büyük bir camimiz vardı. Meşhur Yûsuf İslâm, her hafta cumartesi günleri oraya gelir ve sohbet halkası olurdu. Kendisi ile tanışmıştım. Benimle çok ilgilenirdi sağ olsun… Bu konuyu ona aynen anlattım. Burada yaşamanın da böyle bir tehlikesi var demek ki diye… Yûsuf İslâm -Allah hayırlı ömür versin- tebessüm etti ve bana şu mühim sözleri söyledi:

“–Sevgili kardeşim! Muhammed Sûresi 35. âyet-i kerîmede Allah Teâlâ buyurur ki:

«Vallâhü meaküm ve len yetiraküm a‘mâleküm: Allah sizinle beraberdir. Sizin amellerinizi asla eksiltmeyecektir.»

Bakara Sûresi 143. âyet-i kerîme meâlinde de şöyle buyurur Rabbimiz:

«Allah, îmânınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz Allah, insanlara çok şefkatli ve çok merhametlidir.»…

Yani bir kişinin hangi mezarlığa gömülü olduğu önemli değildir. Hangi mezarlık için amel yaptığı ve kimin için amel işlediği önemlidir. Hıristiyan gibi yaşayıp hıristiyan gibi ölmüşse, müslüman mezarlığına gömülse ne olur ki!?. Veya müslüman gibi yaşamış, müslüman gibi ölmüşse, hıristiyan mezarlığına gömülmüşse ne olur ki!?. Allah onun hangi mezarlıkta yattığına değil, hangi güzel amelleri yaptığına ve takvâlı olup olmadığına bakar. O kardeşimizin yaptığı güzel bir şey cemaatle konuşmak; ama ona ayıracağı vakit kadar, takvâlı olmaya da zaman ayırması daha güzel olurdu sanki…

Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- buyurmaktadır:

«Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.»”

Evet, Yûsuf İslâm sağ olsun… O yıllarda böyle bir sohbetimiz olmuştu, hatırımda kaldığı kadarıyla.

Kısaca:

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- Efendimiz’in meşhur sözü de bunu ifade eder. Buyurur ki:

“Elbise ve süslenmelerle elde edilen dış güzellik kalıcı güzellik değildir. Asıl güzellik, ahlâk ve davranış güzelliğidir ki; onun sahibini hem îmanlı çevresi hem de Yaratan’ı sever.”

Âl-i İmrân Sûresi’nin 102. âyet-i kerîmesinde;

“Ey îmân edenler! Allah’tan, O’na yaraşır bir şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.” buyurulmaktadır.

Mâide Sûresi’nin 93. âyet-i kerîmesinde de şöyle buyurulmaktadır:

“Îmân edip sâlih ameller işleyenlere; Allâh’a karşı gelmekten sakındıkları, îmân ettikleri ve sâlih amel işledikleri, sonra Allâh’a karşı gelmekten sakındıkları ve îmân ettikleri, sonra yine Allâh’a karşı gelmekten sakındıkları ve iyilik ettikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur. Allah, iyilik edenleri sever.”

Yukarıdaki âyet-i kerîmede îman ve sâlih amel iki kere, takvâ ise üç kere zikredilmiştir. İnsanın önce îmân edip kendini Allâh’a ortak koşmaktan koruması ilk takvâdır. İkinci takvâ ise insanın kendisi ile diğer insanlar arasındaki hususlarla ilgili olan takvâdır ve üçüncüsü de, insanın kendisi ile Allah arasındaki takvâsı ve îmânıdır. Bu âyet-i kerîmede takvânın bu üçüncü derecesi, ihsan olarak zikredilmiştir.