YALNIZIM DİYE HAYIFLANMAYASIN…

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

Sabır, incecik sırat;
Murat içinde murat.
Sabır Hakk’a tevekkül,
Sabır Hakk’a itimat. (Necip Fazıl KISAKÜREK)

O da istemez miydi başını dizine dayayacak birisi olsun, bağrına basacak bir yavrusu olsun, ama olmamıştı işte, Rabbim nasip etmemişti…

Birkaç taliplisi çıkmadı değil, ama içlerinden yüreğine dokunacak birisi çıkmamıştı. O da kaderine râzı olmuştu.

Râbia Hanım ellili yaşlardaydı. Bir anacığı vardı baktığı, o da geçen sene vefat etmişti.

Gündüzleri elinde yünleri komşu çocuklarına kazaklar, hırkalar, patikler örer, geceleri ise Hazret-i Râbiatü’l-Adeviyye gibi;

“Allâh’ım gece oldu, âşık mâşuk birbirine kavuştu. Benim mâşukum Sen’sin! Ben de kalktım, Sen’in yanına geldim.” diye Rabbine duâ ederdi.

Bir de cuma günleri Loğusa Hatun Türbesini ziyaret giderdi.

Bilirsiniz bu türbenin hikâyesini. Hani Eğri Savaşı’na giden Osmanlı askerinin gebe hanımı, o savaştayken vefat eder. Mevtâ, âhâlî tarafından gömülür. Bir hafta sonra savaştan dönen asker, hanımının öldüğünü öğrenince mezarını görmek ister. Mezara geldiğinde duyduğu sesler üzerine mezar kazılır. Meğerse hamile olan hanımı mezarda doğum yapmış; bebek tırmanarak annesinin memesine yapışmış, sütünü emerek hayatta kalmıştır. Çocuk; hemen mezardan çıkarılır, delikanlılık çağına gelince ulemâ sınıfına sokulur ve önemli bir devlet adamı olur. Sultan I. Ahmed Han devrinde ölünce de yine anasının kabrine defnedilir, ama ölü oğlu mânâsına gelen «Meyyitzâde» adı halk arasında dilden dile dolaşır durur. İşte o gün bu gündür Kasımpaşa ile Tarlabaşı yolunun kesiştiği yerde olan bu Loğusa Hatun Türbesi, çocuğu olmayan kadınlar tarafından sık sık ziyaret edilir.

Yine bir cuma günü Râbia Hanım bu Loğusa Hatun Türbesini ziyaret edip Cibali’deki evine dönerken artık ne olduysa Unkapanı tarafına gidecek yerde tam ters tarafa Kasımpaşa yönüne doğru gitti ve bir anda kendini Çocuk Esirgeme Kurumu Çocuk Yuvasının önünde buldu;

“–Hayırdır inşâallah; vardır bunda da bir hayır, madem buraya kadar geldim çantamdaki patiklerden, yeleklerden çocuklara bırakayım bari…” deyip içeriye girdi.

İçeride kendisini yuva annelerinden biri karşıladı. Râbia Hanım çantasındakileri çıkarıp ona verdiği sırada, o kız çocuğunu gördü.

Bütün çocuklar bir arada oyun oynarken, o çocuğun bir kenarda oturup sürekli kapıyı gözlemesi dikkatini çekmişti.

Bir anda göz göze geldiler.

İşte o anda yüreğinin derinliklerine kadar işleyen, kalpten kalbe bir akış oldu.

O gün, daha fazla orada kalmadan çıkıp evine döndü.

Ama o kara gözleri bir türlü unutamadı, nereye baksa o gözleri görür oldu, yüreği sızladı.

Ancak birkaç gün dayanabildi, cuma gününü beklemeden evde biriken kazaklardan, yeleklerden çantasına doldurup tekrar çocuk yuvasına gitti, kapıdan girince o kız çocuğunu yine orada kapıya doğru bakarken buldu.

Yuva annesinden izin alıp, kız çocuğunun yanına gidip oturdu:

–Benim adım Râbia seninki nedir?

Kız;

“–Adviye.” dedi.

Rabia Hanım:

–A! Ne güzel oldu, isimlerimiz yan yana gelince Râbiatü’l-Adeviyye gibi oldu, sen o hazretin ismini duydun mu hiç?

–Hayır duymadım.

–Sana onu; Hatice Annemiz’i, Ayşe Annemiz’i anlatayım mı?

–Olur.

–Peki, sen neden hep burada oturup kapıya bakıyorsun?

–Babamı bekliyorum.

–Baban ne zaman gelecek?

–Akşama gelecek.

“–Babanın gelmesine daha çok var, gel biz seninle oturup konuşalım…” dedi.

O günden sonra da haftada iki-üç kere çocuk yuvasına uğramadan edemedi.

Râbia Hanımla Adviye çok iyi anlaştılar. Yuva annesi ona, Adviye’nin hayat hikâyesini anlattı. Adviye; annesini bir hastalık neticesi erken kaybedince babası ona bakamamış, akrabaları da İstanbul’a uzak bir şehirde yaşadıkları için, Adviye babasını bırakıp oralara gitmek istememiş, babası da ondan ayrılmaya râzı olmamıştı. Zaten babası yuvaya çok yakın, Camialtı Tersanesinde çalışıyordu, iş çıkışı da akşamları yanına uğruyordu.

Râbia Hanım artık gönüllü yuva anneleri gibi, her gün çocuk yuvasına uğrar oldu. Diğer çocuklara da evde yaptıklarından getiriyor ama, Adviye ile daha çok zaman geçiriyordu. Birbirlerini görmeden duramaz oldular.

Bir gün yine Râbia Hanımla sohbet ederlerken Adviye;

“–A! Babam geldi!” diye bağırdı.

Babası o gün izinli olduğu için erken gelmişti, Râbia Hanım başını önüne eğip hemen oradan ayrıldı.

Aradan birkaç hafta geçmişti ki yuvanın müdiresi Râbia Hanımı odasına çağırdı.

Râbia Hanım tedirgindi; «Acaba bir hata mı yaptım, yoksa Adviye’den ayrılacak mıyım?» diye tasalandı.

“–Hayırdır Müdire Hanım?”

Müdire hanım gülümseyerek;

“–Hayırdır, hayır…” diyerek onu odasına buyur etti.

“–Bak Râbia Hanım! Günlerdir buraya geliyorsun hem çocuklar hem Adviye seni çok seviyor; onlara yardım ediyorsun, Allah senden râzı olsun…”

“–Sizden de Allah râzı olsun.”

“–Râbia Hanım! Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

«En fazîletli amellerden biri, evlilik hususunda iki kişiye aracı ve yardımcı olmaktır.» (İbn-i Mâce, Nikâh, 49) buyurmuş. Geçenlerde Adviye’nin babası burada seni görmüş, bana geldi ve senin dest-i izdivâcına talip olduğunu söyledi, benden de aracı olmamı istedi, ne dersin?”

Râbia Hanım çok şaşırmış ve utanmıştı.

Müdire Hanım devam etti;

“–Bak Râbia Hanım! Seni tanıyorum; senin de başını dizine koyacağın bir can yoldaşına, bağrına basacağın bir evlâda ihtiyacın var. Mevlânâ Hazretleri’nin dediği gibi;

«Yalnızlık Allâh’a mahsustur; her canlı bir eş arar, taşın kalbi yoktur ama onu bile yosun sarar.» Allah Teâlâ bu fırsatı karşına çıkardı işte.” dedi.

Râbia Hanım;

“–Ne diyeceğimi bilemiyorum efendim!” deyip evine döndü. Günlerce gözüne uyku girmedi. Yuvaya da gidemedi.

Üç-dört günün sonra Adviye’nin hasretine dayanamayıp yuvaya gidince onu yine aynı yerde kapıya bakar buldu, hemen yanına gitti ve;

“–Ne yapıyorsun burada Adviye?” diye sorunca Adviye ona sarılıp;

“–Seni bekliyorum.” diye ağlamaya başladı.

Râbia Hanım işte o zaman, onu yalnız bırakmamaya karar verdi ve babasının evlenme teklifini kabul etti.

İşte böyle dostlar; Allah Teâlâ ya bir şükür ya da sabırla imtihan olmaları için, kulun cüz-î iradesine karışmaksızın iki kişiyi karşılaştırıyor ve onları birbirleriyle evlendiriyor.

Kalın sağlıcakla.