KÂĞIT MENDİL GİBİ KULLUK OLUR MU?

Fahri SARRAFOĞLU sarrafoglufahri@gmail.com

Çocukluğumda yaz Kur’ân kurslarının ayrı bir önemi vardır. Aksaray Küçük Bölcek Mahallesi’nin küçük bir mescidi vardır. Cami demiyorum; o yıllarda minberi olmadığı için, cuma namazı kılınmazdı. Sonradan minber ilâve edildi. Cami bugün bile, birçok hâtıraları ile ayakta duruyor. Hikâyemiz 1976 yılının yazında geçiyor. Bendeniz 10 yaşındayım ve yaz Kur’ân kursuna o camiye gidiyorum. Evimiz; Aksaray Merkez Çerkez Mahallesi’nde olmasına rağmen, arkadaşlarımın ve akrabalarımın çoğu burada olduğu için, her gün yürüyerek buraya geliyordum. Sadece yaz Kur’ân kursu için değil, Ramazan’da teravihler için de bu mütevâzı ve küçük camimize geliyordum. Camimizin uzun boylu, dik yürüyen, tok sesli Ali (Akça) Hocası vardı. Ali Hocamız disiplinli biriydi.

İşte bir gün Kur’ân kursuna gelirken; şimdilerde bol miktarda bulunan, hattâ trafik sıkıştığında bile hemen yanınızda biten satıcıların sattığı kâğıt mendil var ya, o mendillere o zaman «selpak mendil» deniyordu. Piyasaya çıkalı fazla olmamıştı, 4-5 yıllık bir geçmişi vardı. Pek de yaygın kullanımı yoktu. Niye kullanıyorduk, pratikti çünkü. Kullan at. Zaten sloganı da öyleydi: «Cebinde mikrop tutma, kullan at!» Herkesin kumaş mendilleri vardı. Hattâ pazartesi günleri, ilkokulda bile tırnak ve mendil denetimi olurdu. Kumaş mendillerimizi göstermek zorundaydık. Biraz durumu iyi olanlar selpak mendil getirirlerdi. Biz de gıpta ile bakardık.

Ali Hocam, gündüz elimde mendili gördü ve bana dedemin adıyla hitap ederek;

“–Hacı Hamza’nın torunu o kâğıt ne öyle?” dedi.

Ben de;

“–Hocam kâğıt mendil, yumuşak ve burnumuzu silince hemen atıyoruz.” dedim. Ali Hocam bir şey demedi. Mendili eline aldı, baktı baktı… Sonra bir tane istedi, verdim kendisine. Ama kullanmadı, düzgün bir şekilde vaaz kürsünün üstüne koydu.

O akşam teravih namazı öncesi vaaz ederken söylediği sözler bugünkü gibi aklımda:

“–Muhterem kardeşlerim! Yeni bir mendil çıkmış. Adına kâğıt mendil diyorlar. Artık cebimizde kumaş mendil taşıtmamak için bunu üretmişler. Güzel bir şey; temiz, burnunu sil, terini sil, yüzünü sil, abdest alınca kurulan sonra at. Ama bu mendil bugün bana konuştu ve dedi ki:

«Ey beni kullananlar! Sakın ha sizin kulluğunuz benim gibi olmasın. Benim ömrüm sadece birkaç dakikalık veya birkaç günlük. Beni kullanan hemen atıyor, gidiyor. Artık bir daha yüzüme bile bakmıyor. Aman sizin kulluğunuz böyle olmasın! Allâh’a yaptığınız ibâdetler sil-at cinsinden olmasın.»

Namazı kılınca, iftarı acınca yani Allâh’ın; «Yap!» dediği ibâdeti yapınca, tıpkı bu mendil gibi bir kenara atıvermeyelim. İbâdetin hatırını da gözetelim. Her ibâdetin hatırı vardır. Bakın cemaat arkadaşlığınız kâğıt mendil gibi «kullan at» olmasın, evliliğiniz, karı-koca münasebetleriniz hattâ babalığınız bile kâğıt mendil gibi olmasın. Cami cemaatliğiniz de kâğıt mendil gibi olmasın. Cemaate, bir arada olmaya gayret edelim. Hakk’ın hatırını gözetelim. Kehf Sûresi’nde Allah -celle celâlühû- şöyle buyuruyor:

«Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; ölümsüz olan iyi işler ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı, hem de ümit bağlamaya daha lâyıktır.»

Biz geçici olana değil, bâkî olana sarılalım. Bâkî olan da Allah’tır.”

KISACA

“Bilin ki; dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlât sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider.) Dünya hayatı, aldanış metâından başka bir şey değildir.” (el-Hadîd, 20)

“Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Korkup sakınmakta olanlar için âhiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz?” (el-En‘âm, 32)

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- şöyle buyuruyor:

“Ey Allâh’ın kulları! Siz bu dünyadan göçenlerden farklı değilsiniz. Onlar; sizden daha uzun ömürlü, daha kuvvetli, daha mâmur beldelere ve daha ölmez eserlere sahip idiler. Birkaç nesil sonra, sesleri sakinleşti ve tamamen duyulmaz oldu. Cesetleri çürüdü, yurtları bomboş kaldı ve eserleri yok oldu. Onlar; muhteşem saraylarını, konforlarını ve atlastan dokunmuş yataklarını, yastıklarını üzeri taşlarla örtülü, toprak yığılı vîrânelere yapılmış mezarlara değiştiler. Yerleri dar, sakinleri gariptir. Onlar orada yalnızların, kendi başının derdine düşenlerin ve birbirleriyle samimî olmayanların arasındadırlar.”