ÖLÜM SENİ BULANA DEK İYİLİĞE DEVAM ET!*

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

Başlıktaki söz öyle edebiyat olsun diye veya slogan hâline gelsin diye söylenmemiş; bilâkis her harfinin hakkı verilmiş, içi doldurulmuş ve tam mânâsı ile yaşanarak söylenmiş bir sözdür. Yazımızın kahramanları; mânevî iklimi ve tarihî mekânları ile meşhur Bursa vilâyetimizde, Dilrubâ Evleri ismi ile alanlarında tek olduğunu düşündüğüm bir hizmet yürütüyorlar. Yıllar önce kendilerini ziyaret eden dostlarımız aracılığı ile haberdar olmuş, 104 yaşındaki Fatma Teyzenin hikâyesini dinlemiştik.

Kendilerinden haberdar olduğumuz zaman, gayet mütevâzı şartlarda hizmetlerine devam etmekteydiler. Şebnem dergisinin, Ocak sayısında yapılan röportajı okuyunca; şartlarının değiştiğini ve tam teşekküllü bir mekâna kavuştuklarını öğrendim. Hem yazımızın, hem de bu hizmetlerin öncü kahramanı Hatice OKUR ile yapılan röportajı okuyunca; bir taraftan hayretimiz, diğer taraftan da hayranlığımız arttı.

Yazımızın başında, alanlarında tek dememiz boşuna değil elbette. Ülkemizde faaliyet gösteren birçok yardım kuruluşu, belediyelerin evde bakım hizmetleri, valilik ve kaymakamlıkların sosyal yardım müesseseleri mevcut. Ancak, sürekli olarak yaşlı ve düşkünlere yardım edilen ve bakılan müesseseler yok maalesef. Resmî kurumların bağlı olduğu kanunlarda, ne yazık ki Hatice Hanımın öncülüğünü yaptığı bu müessesenin bir karşılığı yok. Karşılık bulabilmesi için, sadece bir alanı seçmek gerekiyormuş. Şayet böyle şümullü bir hizmet yürütüyorsanız, resmiyette tam mânâsı ile muhatap bulamıyormuşsunuz.

Devlete bağlı müesseselerde, hasta veya düşkün de olsa altmış iki yaşını doldurmamış ve belirlenen bir oranın altındaki engelliler hizmet alamazken; Dilrubâ Evlerinde hiçbir şart ileri sürülmeksizin bakıma muhtaç yaşlılar, hastalar ve engelliler hizmet alabiliyor. Ayrıca çeşitli sebeplerden dolayı, ailesi tarafından kabul edilmeyen genç ve çocuklu kadınlar için; hem sığınma evi ihtiyacı hem de çocukları için kreş ve yetimhâne hizmeti veriliyor. Bununla da kalınmayıp, günümüzün en büyük illeti uyuşturucu madde bağımlısı olup kurtulmak isteyen birçok insanımıza da özel bir ortamda tedavi hizmeti veriliyor.

Bu güzel hizmetlerin nasıl başladığını ve yürüdüğünü merak edenler için âcizâne tespitimiz; Rabbi ile irtibatı sağlam, samimî, ihlâslı ve gayretli bir mü’minin;

“Yâ Rabbî! Bana bir imkân versen; bir misafirhâne açarım, herkesi misafir ederim, onlara çok iyi davranırım, onlara evime gelen misafire yaptığım gibi ilk günkü heyecan ile hizmet ederim. Bana verdiğin bütün ömrümü bu konuda hizmet etmek için geçirebilirim. Ben buna talibim, bunu yapabilecek kapasitedeyim ve çok mutlu olurum…” diyerek münâcâtta bulunması ve buna karşılık; «Al kulum!» denilmesinden başka bir şey değil zannediyorum.

Öncelikle şunu ifade etmek gerekiyor; bir insan azmedip gayret gösterirse, birçok şeyi değiştirebilmektedir, bunların misallerini her zaman görmek mümkün. Bahsettiğimiz bu hizmetin başkahramanı Hatice Hanım ve ekibi de; hakikaten insanüstü bir gayret, sabır ve tahammül gösterip memleketimizin yüzünü ak eden bir hizmet yürütüyorlar.

Şayet bir insan, ihlâs ve samimiyetle bir yola girer ve amel etmeye niyet ederse; Rabbimiz, o gayretin bereketini artırıp karşılığını kat kat veriyor. İşte bugünkü hizmetin bu boyuta ulaşmasına da, o samimiyet ve ihlâsla uzanan bir el ve o ele duâ ile karşılık veren bir Allah dostu sebep oluyor. Bursa’da Emir Sultan Hazretleri’nin türbesini ziyaret sırasında karşılaştığı, Cizre’den gelmiş, yaşlı ve yorgun bir adamı evinde misafir etmesi neticesinde gönlüne düşen;

“–Allâh’ım! Şu misafir hürmetine bize böyle bir kapı açsan, biz de bu kapıda hizmet etsek…” duâsına, gelen ziyaretçinin ayrılırken;

“–Evlâdım! Sana Rabbim ecdâdının han kapıları gibi kapılar açsın. Kıyâmete kadar bu kapılar kapanmasın; içinde çorbalar kaynasın, içinde yaşlıların ve çocukların olsun. Dilrubâ Evlerin olsun!” duâsının karşılıklı olarak kabul edilmesinin tezâhürünü yaşıyoruz.

Hatice Hanımın şahsında, yetiştiği çevrenin çok büyük bir tesirini görmemiz mümkün. Zira Anadolu insanının bozulmayan tabiatı, merhameti ve şefkati ile yoğrulması; Allah Teâlâ’nın bir nimeti olarak insana hizmet etmeyi sevdirilmesi onu bugünlere getirmiş. Bu hizmet aşkı; daha çocukluğunda, mahallesindeki düşkünlere hizmet etmekle başlamış, hattâ bundan dolayı zaman zaman sert tepkilere muhatap olsa da, yolundan taviz vermemiş. Bu hizmet aşkı onu öylesine bir şuura taşımış ki, evlenirken eşinden mihr istememiş, onun yerine;

“Rabbim’in yarattığı kullarına hizmet etmeyi istiyorum, bu hususta engel olmayınız!” şartını koşmuş. Eşi de -Allah râzı olsun- hem bu şartı kabul edip büyük bir hizmetin aksamasını önlemiş hem de hizmetin ecrine ortak olmuş.

Böyle bir hizmetin yürümesi için; insanın öncelikle neye ihtiyacı olduğunu, ne isteyeceğini, kimden isteyeceğini bilmesi ve samimî davranması yeterli. Geriye bütün imkânların seferber edilip, o duânın îcâbının yerine getirildiğini seyretmek kalıyor.

«Neye ihtiyacın var?» diye sorulduğunda;

“Rabbimden büyük bir bina istiyorum. Bu bina asansörlü olsa, aşevi aynı bina içinde olsa… Çocukların kreşi olsa, ders çalışacak ayrı odaları olsa… Hasta yatakları olsa, hastalarımızı rahatça oturtabileceğimiz… Odalarının camları yere kadar olsa, hepsinin odasının balkonu olsa… Yaşlılarımı güneşli havada balkona çıkarıp güneşlendirebilsem… Kış bahçemiz olsa, yaz bahçemiz olsa; çocuklarımız, gençlerimiz dışarıya çıkmaya ihtiyaç duymasa…” niyazına ne cevap verildiğini merak ederseniz, Dilrubâ Evlerini ziyaret ederek, bu duânın en ince detayına kadar nasıl kabul edildiğini müşâhede etmeniz mümkün.

Ne demişti şair:

“Senden ümit kesmem, göğsünde merhamet adlı bir çınar vardır.”

O çınarı var edene binlerce şükür, besleyip büyütenlere hürmet, muhabbet ve duâ ile…

________________

* Hatice OKUR