BUGÜN İNSÂFIN NERESİNDEYİZ?

Nurten Selma ÇEVİKOĞLUnurtencevikoglu@hotmail.com

İnsaf, yüce İslâm’a yaraşır ahlâkî bir fazîlettir. Zira insaflı olmak, hakkāniyetli bulunmak; ancak İslâm’ın içinde değer bulur. Yeryüzünün en şerefli mahlûku olan insana, insaflı olmak yakışır.

Peki; o zaman diğer insanları geçtik ama, müslümanların arasındaki insafsızlıklara ne demeli?

Haydi sayalım:

Kişinin kendisine olan insafsızlıkları, kişinin ailesine ve yakın çevresine olan insafsızlıkları, kişinin içinde yaşadığı topluma karşı insafsızlıkları, insanın mahlûkata olan insafsızlıkları, toplumların birbirlerine karşı olan insafsızlıkları… Daha sayabiliriz.

Nedir insaf dersek?

İnsaf; hak-hukuk gözetmektir, dengeyi kurmaktır. Kendin için istediğini müslüman kardeşin için de istemektir.

İnsaf; evimizdeki acı ve kederi paylaşmaktır, ekmeğimizi-aşımızı ihtiyaçlıyla bölüşmektir, hastanın yardımına koşmaktır. Ağlayan mazlumun yanında olmak, sevincine iştirak etmektir.

İnsaf, geçmişi tahkir etmeden geleceği yorumlamaktır. Geçmişe sövmek, aşağılamak kime ne kazandırır? Geçmişteki yanlışlardan ders alarak geleceği inşâ etmek insaf dairesine girer.

İnsaf, haksızlığa karşı çıkmaktır. Mağdurlara haksızlık yapılamaz. Dahası İslâm çerçevesinde zâlim müşrike dahî adâletsizlik yok. Hâl böyle iken müslüman insanların birbirlerine karşı her çeşit haksızlığı revâ görmesi kabul edilebilir mi? Unutulmasın; kin ve nefret tohumları ekip insanları menfî ve insaf dışı davranışların kucağına itenler, şeytanın güdümünde hareket eden zavallılardır.

İnsaflı olmak güzel bir ahlâkî vasıftır. İnsanın çevresinin huzurlu ve şen olması insaflı olmasına bağlıdır. İnsaf, kişi için bir fazîlettir. Kendin için istemediğini başkaları içinde istememek, insaf sınırları içindedir.

Güzel dînimizde insaflı olmak mü’min olmanın alâmetlerindedir. Yoksula yardım etmek, derdi olanın derdine çare bulmak, insanlara insaflı davranmak; gerçek mü’min olma özelliklerindendir. Yüce önderimiz Peygamberimiz -aleyhisselâm- da bu ölçülerdeydi.

İnsaf mefhumunun pek çok boyutu ve farklı yönleri vardır. Meselâ, insanın kendisine insaflı olması gereklidir. Ne demek bu?

«İnsanın kendisine Hazret-i Allah tarafından sunulan beden ve ruh emânetlerini insaflı kullanması» demektir. Müslüman bir kişinin; diliyle gıybet etmemesi, zihniyle zan yürütmemesi, bedenî melekelerini insaf çerçevesi içinde kullanması öğütlenir. İnsan çok yiyerek, bedenini aşırı yorarak, yağ biriktirmemeli, vücuduna ve sağlığına insâf etmelidir.

İnsan, ailesine karşı insaflı olmalı; onlara güzel davranışlarla, adâletle, hoşgörüyle, mûtedil yani dengeli davranmalıdır. İnsaf sınırlarını aşarak; bağırıp-çağırarak, densiz-basit davranışlarla etrafını huzursuz etmemeli. Yine insan yakın ve uzak temas hâlindeki insanlara merhamet, adâlet ve şefkat ile muamele etmeli, insaflı olmalıdır. İnsaflı insanlar, çevreleri tarafından hep sevilen ve istenen kişiliklerdir.

Bilindiği gibi insanlar toplum içerisinde diğer insanlarla irtibat içindedirler. Güzel dînimiz sosyal münasebetlere ehemmiyet veren bir dindir. Düşmanlara dahî insaflı ve âdil olunması bizzat dînimizin prensibidir. Peki, bu nedendir? El-cevap; düşmanlara insaflı davranmak, belki onların bize düşmanlık yapmasından vazgeçmesine böylece dostluk geliştirmesine sebep olabilir. En güzel ahlâk timsâli Peygamber -aleyhisselâm- ve O’nun güzîde ashâbı mü’minlerin yüce Allâh’a ve diğer kullara, emri altındakilere insaflı davranışlar serdetmelerini tavsiye etmişlerdir. Bunun aksi zulümdür. Pek tabiî Allah Teâlâ da zulmedenleri sevmez.

Bu hususta Hazret-i Allah buyurur ki:

“Ey inananlar! Allah için adâleti ayakta tutup gözeten şahitler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adâletsizliğe sürüklemesin; âdil olun; bu, Allâh’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’tan sakının, doğrusu Allah işlediklerinizden haberdardır.” (el-Mâide, 8)

Dünyanın temeli ve huzuru adâlettir. İnsanoğlu yeryüzünde bütün mahlûkat için geçerli olan «ilâhî adâleti» temin etmekle mükelleftir. Adâletin temini ise ancak insaflı insanlarla mümkündür.

“Ey inananlar! Kendiniz, ana-babanız ve yakınlarınız aleyhlerine de olsa, Allah için şahit olarak adâleti gözetin; ister zengin, ister fakir olsun, Allah onlara daha yakındır. Adâletinizde heveslere uymayın. Eğer eğriltirseniz veya yüz çevirirseniz bilin ki, Allah işlediklerinizden şüphesiz haberdardır.” (en-Nisâ, 135)

“Allah şüphesiz adâleti, iyilik yapmayı, yakınlara bakmayı emreder; hayâsızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı yasak eder. Tutasınız diye size öğüt verir.” (en-Nahl, 90)

İnsaf; hayatı güçlü ve huzurlu kılar, insânî, ailevî ve sosyal münasebetleri kuvvetlendirir. Bunun tersinde ise münasebetler zayıflar. Fakat ne yazık ki bazen istemesek de insaflı davranamıyoruz. Bu sebeple hayat, teyakkuz ve titizlikle yaşanmalı.

İnsaflı olmak; kendimiz için istediğimiz iyilik ve hayırları başkaları için istemek, kötülükler için de aynı dileklerde bulunmaktır. Meselâ; bize saygılı olunmasını istiyorsak biz de diğer insanlara saygılı olmalıyız, hastayken aranıp sorulmak istiyorsak biz de hastaları sorup soruşturmalı, gönüllerini hoş etmeliyiz. Günlük hayatta münasebette olduğumuz insanların mâkul ve meşrû beklentilerine cevap verirken de insaflı olmalıyız.

Hayatın içinde, Cenâb-ı Hakk’ın bize biçtiği rolü oynarken; «herkese hak ettiği biçimde değil, bütün mahlûkata insaflı davranmanın ahlâklı olmanın göstergesi» olduğu gerçeğini akıldan hiç çıkarmamalıyız. Bu şekilde kâinattaki «ilâhî denge» korunmuş olur. İnsaflı olmak aziz bir haslettir. İnsâf ile insanlar arası dayanışma olur, ihtilâflar giderilir, muhabbet tesis edilir, hakperestlik yayılır.

Başkalarının hakkını ihlâl etmek insafsızlıktır, zulümdür. Zulüm asla tasvip edilemez ama; ne yazık ki dünya bugün, neredeyse zulüm icrâ edilen bir coğrafyaya dönüşmüştür. İnsafsız davranışlar düşman sayısını artırır. Kim insâf ederse, Allah Teâlâ onun iyiliğini verir. Kim de insafsızlık eder kötülük yaparsa, o da kötülük bulur. «Eden bulur dünyası» demişler.

İnsaflı insan rahmete vesile olur. İnsafsızlık ise gaddarlığa sebep olur.

İcrâ edilen haksızlıklara; «el-insaf!» deriz. Devamla; «Bu kadarı da olmaz, pes doğrusu, birazcık insaf, azıcık merhamet!..» deriz. Çünkü gerçekleşen haksız durum merhamet ve adâlet ölçülerine sığmaz. İnsandan insaf beklenir, adâletsizlik ve zulüm değil. Bilinsin ki ahlâkî olmayanda hayır yoktur.

Dünyadaki hem zengin hem de hâkim güçler, zayıf ve güçsüzleri koruyup kollayacağına -ki insaf budur- bunun tam aksi o mazlum ve mağdurların tüm varlıklarını sömürerek, insafsızca güçlerine güç katmaktalar. Bunun sonucunda zenginler daha zenginleşiyor, fakir ve muhtaçların ise bütün imkânları ellerinden alınıyor. Bir yandan zenginlikleriyle palazlananlar diğer yanda açlıktan ölenler… Şimdi bu durum adâlet ölçülerine sığar mı?

Asrımızda dünyanın şahit olduğu birçok problemin kaynağında «insafsızlık» vardır. Bu neyi gösterir? Bu problemleri oluşturanların özünde; vicdan, merhamet ve adâlet mefhumlarından mahrum olduklarını gösterir. Bugün; Arakan’da, Filistin’de, Gazze’de, Yemen’de, Irak’ta, Suriye’de… Geçmişte; Afganistan’da, Bosna’da, Çeçenistan’da zâlimler insaf hususunda sınıfta kalmışlardır.

İNSAN YAPTIKLARIYLA KENDİNİ ORTAYA KOYAR, DAVRANIŞLARINIZ NEYSE SİZ «O»SUNUZ!

Başkalarını sıkça eleştiririz ama kendimiz aynısını yaparız; onu görmeyiz sonra da hak-hukuk-eşitlikten bahsederiz. «Olmaz böyle şey, el-insaf!» deriz. Önce çuvaldızı kendimize batırmalı değil miyiz?

Gizli kalması gereken sırların ifşâ edilmesi, herkesin birbirinin arkasında atıp-tutması, kötü zan yürütmesi, lâf taşıması; «el-insaf!» dedirtir insana…

Emeğin, alın terinin, çalışmanın, gayretin yok sayılmasına; «el-insaf!» denir.

O kadar çok alarak iyi bir tüketici oluyoruz ki; «el-insaf!» demezler mi insana? İhtiyaç dışı şeyleri alıyorsan; «Sana pes doğrusu kardeşim! Onları bulamayanlar olduğunu hiç düşünmüyor musun?» demez miyiz?

İslâm’a yakışmayan gıybet, lâf-söz taşıma, kötü zan yürütme, tecessüs gibi menfî davranışlar;

“Mü’minler ancak kardeştir.” İlâhî düsturunun neresine sığar? İnsaf!

Borçluya insaf; vicdana, mantığa ters düşen her işe insaf; her türlü acımasızlığa insaf!

Şahsiyette, ailede, okulda, toplumda insaf, insaf, insaf!

Birbirlerini karalayan, öteleyen, küfürle suçlayanlara; «el-insaf!»

Fıtrata ters davranmak insafsızlıktır. Zulüm insafsızlıktır. Kişinin nefsine uyarak yaptığı her türlü yanlışlık, bedenine ve sağlığına insafsızlık yapmaktır.

İnsaflı olmak adâletli olmayı, merhametli ve doğru olmayı gerektirir. Tıpkı Sevgili Peygamberimiz gibi.

Yaşadığımız devirde pek çok insafsızlık misalleri sergilenmekte; hattâ bunlar sürekli dile getirile getirile neredeyse; «İnsafsızlık yaygınlaşıyor.» desek abartı olmaz.

Öğrencisi tarafından öldürülen öğretmenlere şiddet, sağlıkçılara bilhassa doktorlara karşı hasta ve hasta yakınları tarafından uygulanan şiddet, kadına karşı şiddet, çocuğa karşı tecavüz ve istismar vak‘aları… Eğitimin âdeta mukaddes addedildiği, modernleşme ve medenîleşme süreçlerinde insanı, insâfa davet ediyor.

Modernlik maalesef içinde ahlâkîliği barındırmıyor. Modernleşmenin ön plânda tutulduğu bir çağda; insanların birbirlerine daha medenî ve ahlâkî davranması beklenirken, birbirlerine şiddet uygulamaları insaf dairesine sığar mı?

Medenîleşme sürecinde insanlara dayatılan bugünkü sistem, ne yazık ki ahlâkî davranışları sindirmekte ve baskılamaktadır. Hâl-i hazırda insanların üretim ve tüketim toplumu olması isteniyor. Ahlâk, fazîlet ve din öteleniyor hattâ hayatın dışına konuyor. Nefs, zevk, haz, eğlence ve tatmin muhtevâlı bir hayat tarzı insanın önüne konuyor. Maalesef insanlığın bugünkü hâl ve vaziyeti insaf sınırlarının dışına çıkmış durumdadır.