Aile Yuvasında HUZUR ve SAÂDET

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com – seyri@yuzaki.com

Hazret-i Âdem’den beri;

İnsanoğlunun en büyük meselelerinden biri, aile yuvasında huzur ve saâdet.

Çünkü en mukaddes yuva:

Aile.

O zarar gördüğünde milletler zarar görüyor.

Bu yüzden;

Modern vahşet; eski zulümlerden daha azgın bir zâlimlik içinde milletleri çökertebilmek için yıllardır, her şekilde ve ısrarla aile yapılarını bozmanın uğrunda savaş veriyor. Son derece hilekâr bir savaş. Çünkü modern vahşetin saldırı şekli, en büyük iyiliği yapıyormuş da aile yapısını en güzel şekilde tanzim ediyormuş gibi canhıraş bir kavga.

Böylece;

Aile denilen sarsılmaz kalenin içine kendileri gelip de yıkmak için uğraşmıyor. İçerden fethedip de bizzat ailenin fertlerine darmadağın ettiriyor bu mukaddes yuvayı. Hem de aileyi kurtarmak adına. Asırlardır yıkamadığı büyük aileyi / milleti mağlûp etmenin en sinsi ve yıkıcı hamlelerini yapıyorlar, küçük aileyi harap oluşa sürüklüyorlar. Dıştan bakınca ne güzel bir cankurtaranlık vazifesinde gibiler, içten bakınca ortada ne can bırakıyorlar ne cânan.

Hangi zehri akıtacaklarsa;

Onu şifâ zannettirecek hâdiseler üretiyorlar, bunları gözleri korkutacak şekilde şişiriyorlar ve insanları olumsuz endişelere sürüklemeyi başardıkları anda da; «İşte derman bu!» deyip nice mikroplar şırınga ediyorlar.

Netice;

–Doğar doğmaz çöplüğe atılan bebekler,

–Birbirlerini aldatan karı-kocalar,

–Birbirlerine savaş hâlinde anne-babalar,

–Birbirlerini parçalayan taraflar,

–Birbirlerine yabancılaşan evlâtlar,

–Târumâr olan kardeşlikler,

–Karşılıklı hunharca cinayetler…

Yani;

Âh aile, vâh gaile.

Bugün istatistikler incelendiğinde, dağılan aile yuvaları ve problemleri hakkında korkunç tablolar karşımıza çıkıyor. Onlara bakınca; türlü ambalâjlar içinde aile yuvasına şifâ diye zehir akıtanların, inşâ ediyor görünüp de târumâr edenlerin ne yaptıkları bariz, her şey ortada. Maalesef bugün menfî hâdiseler etrafında güya yardıma koşan iyilik melekleri tarafından da;

–Hakkı savunmak sûretinde intikamlar körükleniyor.

–Masum bir duygu gibi gösterilerek ihânetler normalleştiriliyor.

–Elmayla armut arasında eşitlik derdiyle sayısız haksızlıklar üretiliyor.

–Birlik ve beraberliği yok eden bencillikler özendiriliyor.

–Yok yere muhabbeti öldüren nefretler benimsetiliyor.

–Aynı gaye için birleşen gönüllere aralarındaki bağları koparacak aykırılıklar, zıtlıklar ve başına buyrukluklar en başarılı formüller diye ezberletiliyor.

–Karşısındakini umursamayan nefsânî dürtüler ve kötü özellikler, kişilik şartı olarak algılatılıyor.

–Nice şeytânî fikirler, tek taraflı felsefî kılıflar içinde en güzel düşünce şekli zannettiriliyor.

–Evliliğin gerçek mantığı bozularak menfaatçi ilişkiler destekleniyor.

Sonrasında;

Ailede huzur ve saâdet târumar. Fertler târumar. Aile târumar.

Çünkü;

Modern vahşetin cilâlı formüllerine kananların acı acı yaşadığı, işte belâlı âkıbetler:

–Muhabbet ve sevgiler, ağır darbeler aldı.

–Hürmet ve saygılar, perişan oldu.

–İtimat ve güvenler, sarsıldı.

–Sadâkat ve bağlılıklar, koparıldı.

–Şefkat ve merhametler, zincirlendi.

–Sabır ve sebatlar, kâğıt gibi buruşturulup atıldı.

–Mes’ûliyet ve sorumluluklar, suç hâline dönüştürüldü.

–Takvâ ve samimiyetler, akla bile getirilmez oldu.

–Fazîletler ve âlicenaplıklar, şahdamarından yaralandı.

Bu hususlarda;

Uyanık, şuurlu, iradeli, tedbirli ve muhafaza edici olamayanların boş hayallerle kurduğu her aile, bin bir gaileden ibaret hâle dönüştü. Böylece birilerinin cinsiyetsizlik projeleriyle, îmandan ahlâka yaldızlar içinde insanı bozma projeleriyle sinsi sinsi hedefleyip de gerçekleştirmeye çalıştığı ailesiz tipler ve çarpıklıklar üretmek, kendine yer buldu. Üstelik bunları, toplumu şekillendiren kanunlara ve eğitim ortamlarına da sanki çiçekli vazolarmış gibi yedirmeye uğraşır oldular. Lâkin erken görmek gerekir ki; o çiçekli vazolar, ancak aileleri ve nihayet koca bir milleti infilâk ettirecek süslü bombalardır, intihar bombalarıdır.

En büyük hata;

Aile meseleleri ele alınırken yapılıyor. Hâdiseler tek taraflı bir şekilde üst üste yığılıyor ve diğer tarafa karşı insanlar tamamen kör hâle getirildikten sonra her türlü yanlış, en çareci doğru diye hükümleştiriliyor. Çözüm diye kavgalar büyütülüyor, tahribat artırılıyor.

Oysa çözüm maksadında dürüst olmak lâzım.

Eğer mevzu gerçekten tedavi ise, rotanın ve formüllerin bu hakikatin dışına hiç çıkmaması şart. Yüce Allah boşuna buyurmamış:

–İstikamet!

Niye?

Yolda sayısız girinti ve sapış yerleri var. Düz otoban değil.

Şimdi;

–Muhabbet ve sevgiyi tedavi için ne yapmak gerek?

Tedavi istikametinden çıkmadan, bu suâli tahlil ve tatbiktir en isabetlisi. Bunda başarılı olabilmek için de;

Her şeyden önce muhabbet ve sevgilerin markalarına iyi bakmak gerek. Çünkü markası kâfirlere ve zındıklara ait bir muhabbet ve sevgi anlayışı ile bir müslümanın şifâ bulması mümkün değil. Müslümanın muhabbeti, mutlaka Muhammedî olmalı! Tâ ki, yuvaları tedavi etsin! Nedir Muhammedî muhabbet? Mâyesi, karşısındakini râzı ve memnun etme duygusuyla yoğrulmuş bir sevdâ. İki tarafın da hiç vazgeçmeden bu düsturla hareket ettiği bir yuvada muhabbet ve sevgi zedelenir mi hiç? Asla zedelenmez.

Aile yuvası;

Cennetten birlikte düşen kadın ve erkeğin yine birlikte cennete dönüş köprüsüdür. Dolayısıyla aile yuvasında son neticenin cennet olabilmesi için bütün meselelerde kıldan ince ve kılıçtan keskin olan o köprüyü başarıyla geçmek şarttır.

Bu yönüyle;

Aile, mukaddes bir eğitim mektebidir. Birlik ve beraberliğin tevhîd üzere eğitimi oradadır. Fazîletler medeniyetinin temeli oradadır.

Bu itibarla;

Ailelere şırınga edilen tüm virüslü formülleri çöpe atarken tüm fazîletli değerleri tekrar kazandırmak yegâne zarûrettir. Milleti tehlikeye düşüren tuzak ve felâket dolu uçurumlardan önce son kurtuluş hamlesi buna bağlıdır.

Bu hamle;

Ancak TAKVÂ içinde;

•Huzur

•Muhabbet

•Merhamet

•İtimat

•Sadâkat

•Karşılıklı saygı

•Sabır

•Mes’ûliyet

•Fazîlet ve

•Samimiyete sarılmak

Böylece tüm ilâhî hakikatleri yuvalarımızın yine en vazgeçilmezleri hâline getirmekten ibarettir. Tıpkı tarihimizde olduğu gibi. O zaman gerçekten aileler, tekrar Hayme Analar, Akşemseddinler ve Fatihler doğuran bir mukaddes iklim olur.

Aile yapısında huzur ve saâdetin başka yolu yoktur.

Yoksa;

Muhabbet ve sevgileri öldüren yalancı doğrular, hiçbir şey ifade etmez. Malûm; doğru denilen şey, katışıksız bir şekilde muhabbetleri diriltiyorsa doğru sayılır. Öldürüyorsa, ona başka bir kelime kullanmak lâzım. Söyleyin, menfi mânâda öfke ve cinnet karışımlı bir doğru, nefretten başka nedir? Karşılığı da hâliyle kendi cinsinden olmaktadır.

Dolayısıyla;

Aile hakkındaki bütün formüller ve doğrular da yüce teraziye göre sâf olacak, berrak ve şeffaf olacak. Problemleri karanlığa boğan vakalardan arınmış ve iki taraflı olacak. Aksi hâlde bir yanlıştan daha ağır bir yanlışa saplanır durur çözümler.

Meselâ şimdilerde;

Kadınlarla alâkalı sadece olumsuz hâdiseleri merkeze alarak çözüm üretenler, fark etmeliler ki, aslında kadınları daha perişan ettiler. Kadına şiddeti engellemek üzere çığırtkanlık yapanlar, perde ardında kadını ölümün kucağına daha fazla ittiler. Sinsi bir şekilde erkekleri hortlatıp kadın cinayetlerini artırdılar. Yine kadına yazık oldu.

Çünkü yanlış çözümler;

Kadına, istediği gibi iftira atabilme ve yalan söyleme hakkı verdi.

Yalan da söylese, esastır, denildi.

Yahu;

Bozuk bir erkeği düzeltmenin formülü, kadını da bozmak mıdır?

Bu asla düzeltmek değil;

Bilâkis haksız olunsa bile karşı taraftan intikam alabilmeyi tetiklemek için kurulmuş bir tezgâhtır.

Bunun neresi çözüm?

Her yeri âh dolu.

Bugün;

Kılıf ve ambalâj devri fakat, onların içinden ne çıktığı mühim. Eğer altında başka bir gerçek varsa, o zaman ambalâjda ne yazdığının hiçbir ehemmiyeti yoktur. Etikette kadın hakları yazarken işin içinden kadınları felâkete düşürmek çıkıyorsa, o ambalâjları yırtıp parçalamalı. Zira bizâtihî uygulamaların neticesinde kendini göstermeli kadın hakları.

Eğer;

Uygulamaların neticesinden cinayet çıkıyor, cinnet çıkıyor, felâket çıkıyor ve hüsran çıkıyorsa, idrâk etmeli ki; çarpı işlemindeki sıfır misâli bir yanlış yapılmakta ve bu da bütün doğruları götürmektedir.

Çare?

Aile yuvasına dair sahip olduğumuz muhteşem hazinelerimizi hangi mantıkla olursa olsun sıfırla çarpmamak.

Bu da;

Ancak İslâm ile ve Hazret-i Peygamber’in yüce ahlâkı ile mümkün. Aileye dair bundan başka her türlü felsefenin, formülün, fikirlerin, cilâların ve yaklaşımların iflâs ettiği bir devirde; bu gerçeği çok daha güçlü dile getirmek lâzım. Gâvur gözüyle eleştirileri çöpe dökerek îmanlı bir vakur gözüyle hakikat ve hikmetleri görmek ve göstermek lâzım.

Medeniyetlerin ambalâjlarını kaldırıp bakın;

Sadece hakikî bir İslâm yuvasında; gerçek bir muhabbet var, gerçek bir kardeşlik var, gerçek bir akrabalık var, yakınlık var. Gerçek bir huzur ve gerçek bir saâdet var. İki dünyada da;

Yüzlerimizi ak eden bir bütünlük var.

Tüm memleket bu bütünlüğe muhtaç. Tüm dünya buna muhtaç. Tüm âlem-i İslâm buna muhtaç. Suriye, Filistin, Doğu Türkistan, Irak, Myanmar buna muhtaç. Fokur fokur kaynayan tüm devran buna muhtaç.

Yâ Rab!

Nasîb et!

Âmîn!..