Şanlı Mâzîmizden Seçme Nükteler – DOKUNAN GIDÂ

Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

Mahmud Sâmi RAMAZAN­OĞLU -kuddîse sirruhû- 1892’de Adana’nın Tepebağ mahallesinde doğdu. Nesebi, Hâlid bin Velid -radıyallâhu anh- Hazretleri’ne dayanır. İlk ve orta tahsilini Adana’da tamamlayıp yüksek tahsil için İstanbul’a gitti. Dâru’l-Fünûn Hukuk Fakültesi’ni birincilikle bitirmesine rağmen; «Farkında olmadan kul hakkına girerim.» endişesiyle mesleğini icrâ etmeyip bir ticarethânenin muhasebesini tuttu. Karşılaştığı bir zât kendisine zâhirî ilimlerin yanında bâtınî ilimleri de ikmâl etmesini tavsiye etti ve onu Koca Mustafa Paşa’daki Kelâmî Dergâhı’na yönlendirdi. Orada Es‘ad Erbîlî Hazretleri ile görüştü ve talebesi oldu. Dergâhtaki tahsilini kısa zamanda tamamlayarak icâzetnâme aldı. Erenköy Zihni Paşa Camii’nde vaazlar ve hususî sohbetlerle insanları irşâd etti. 1979 yılında Medîne-i Münevvere’ye hicret etti. 12 Şubat 1984 Pazar sabahı ebediyete irtihâl etti. Kabri, Cennetü’l-Bakî‘dedir.

***

Muhterem dedem emekli müftü İlhan ARMUTÇUOĞLU anlatır:

“Sâmi Efendimiz’le bir umre ziyaretinde idik. Bir otelde ihvanla kahvaltı yapılacaktı. On kişilik sofrada Sâmi Efendimiz’le yan yana oturuyordum. Kahvaltıda ikram olarak -azıcık dahî yesem beni saatlerce acıdan kıvrandıran- kızarmış yumurta vardı. Bu sebeple tabağımdaki yumurtayı yemedim. Sâmi Efendimiz ise, kendi tabağındaki yumurtadan bir miktar alıp kalanını olduğu gibi benim tabağıma boşalttı. Yesem acıdan kıvranacağım, yemesem büyük edepsizlik olacak… «Bu işte bir hayır var. Üstâdım teslim olup yememi istiyor.» dedim. Besmele çekerek yemeye başladım. Nihayet tabaktaki bütün yumurtayı bitirdim. Hikmet-i ilâhî; o sofrada yediğim kızarmış yumurta dokunmadığı gibi, o günden sonra yediğim hiçbir kızarmış yumurta da bir daha bu fakire dokunmadı.”

FAKİRE HELÂL OLAN BİZE HELÂL OLMAZ!

Sultan II. Murad Han, 1404’te Amasya’da doğdu. İlk eğitimini aldıktan sonra, on iki yaşında vali olarak Amasya’ya gönderildi. Babasının vefatı üzerine 1421’de, Bursa’da saltanatın başına geçti. Otuz sene tahtta kaldı.

Edirne’deki Uzunköprü ve Üç Şerefeli Camii, Bursa’daki Murâdiye Camii yaptırdığı mühim eserlerin başında gelir.

İstanbul’u kuşattıysa da iç karışıklıklar sebebiyle fethe muvaffak olamadı. Henüz tahtta iken uzlete çekilerek yerini oğlu Mehmed’e bıraktı. Ancak gelişen şartlar, onu tekrar devletin başına geçmeye mecbur bıraktı.

İlme, âlime ve evliyâya son derece ehemmiyet gösterirdi. Hükmettiği coğrafya, âlim ve evliyâ açısından son derece münbitti. Öyle ki; onun bu yönünü bilen Molla Yegân, hac dönüşünde Molla Gûrânî gibi bir ilim güneşini beraberinde getirdi ve Sultan’a takdim etti.

II. Murad Han, 3 Şubat 1451’de vefat etti. Kabri, Bursa Muradiye Camii hazîresindedir.

***

Mûtad olarak her yıl Beytullâh’a gönderilmekte olan akçelerin o sene de hazırlanıp yollanması vakti gelmişti. Padişah veziri Fazlullâh’a dedi ki:

“–Fazlullah! Hazırlanan akçeleri Halîlü’r-Rahmân’a, Kudüs-i Şerîf’e, Kâbetullâh’a ve Medîne-i
Rasûl’e gönder. Hem Mevlânâ Yegân hacca niyet etmiş, onunla yollayasın.”

Fakat hazinede kâfî akçe bulunamadı. Çandarlı Halil Paşa’dan ödünç aldılar. Padişah;

“–Halil! Bu verdiğin para helâl midir?” diye sordu. O da;

“–Babamdan kalan mîras paradır Sultanım!” dedi. Vezir Fazlullah gördü ki, Padişah’ın zaman zaman akçeye ihtiyacı olur. Dedi ki:

“–Devletli Sultanım! Padişahlara hazine gereklidir. Destur buyurursanız toplayalım.” Padişah;

“–Nasıl toplayalım?” diye sordu.

“–Milletin çoğu zekâtlarını tam olarak hazineye vermez. Zorla alalım!” dedi. II. Murad bu cevaba gazaplandı ve;

“–Bre vezir! Bilmez misin ki zekât ve sadaka yoksulların hakkıdır. Biz zekât yemeye müstehak mıyız ki, zorla alalım? Var git işine…” deyip yanından uzaklaştırdı. (Âşıkpaşazâde, s. 196-197)

İBRETLİK ÖLÜM

Hekim, yazar Halûk NURBAKİ, 2 Şubat 1924’te Nevşehir’de dünyaya geldi. İlkokul ve liseyi Afyonkarahisar’da okudu. İstanbul’da tıp tahsili aldı. Necip Fazıl ile sıkı bir münasebet kurdu. Büyük Doğu’nun kurucuları arasında yer aldı. 1951 yılında «İslâm’ın Nûru» dergisinde neşretmeye başladığı yazılarını «Büyük Doğu» dergisinde devam ettirdi. «Zafer Dergisi»nde başyazarlık yaptı. 1961’de Afyon milletvekili oldu. Kanser mütehassısı olan Nurbaki, kaleme aldığı yazılarda pozitif ilimle ilâhî hakikatleri mezcetti. Halûk NURBAKİ, 2 Haziran 1997’de İstanbul’da vefat etti. Kabri, Afyon’daki aile kabristanındadır.

***

Kendisi anlatır:

“Rahmetli babam, o zamanlar Konya’nın tek gazetesi olan «Babalık» gazetesinin başyazarı idi. Ondan işittiğim şu hâdiseyi aynen naklediyorum:

«Dönemin Millî Eğitim Bakanı Necati Bey (Ankara’daki meşhur caddeye adı verilen zât. Tam adı Mustafa Necati UĞURAL) Konya’ya gelmiş ve Lâtin harflerinin üstünlüğünü(!) anlatmak üzere bir konferans düzenlemişti. Şehrin her tarafına yapıştırılan ilânlarda; «Eski Harflerle Birlikte Kur’ân’ı da Tarihe Gömdük!» yazıyor ve konferansın ertesi gün saat 10:00’da verileceği belirtiliyordu. Akşam, mükellef bir ziyafet verildi. Yemekten sonra Bay Necati, ânî bir apandisit krizine yakalandı ve hemen hastahâneye kaldırılarak ameliyat edildi. Gösterilen itinayı anlatmaya lüzum yok, bütün hastahâne hattâ Konya ayakta idi. Bay Necati kurtulmuş, fakat ne çare ki haddini aşarak Kur’ân’a dil uzatmıştı. Gece yarısı imkânsız denebilecek bir şey oldu ve Bay Necati’nin yatağı yan demirinden kırıldı. Hasta yere düşmüş ve ameliyat yeri patlamıştı. Ertesi gün saat 10:00’da, yani konferansın yapılacağı bildirilen saatte öldü.»

Kur’ân’ı tarihe gömmek isteyenler, tarihin en kokuşmuş sahifelerine gömüldüler.” (Zafer Dergisi, sa. 213, 1994)

NOKTADA İLMİNİ BUL!

Büyük İslâm âlimi ve edebiyatçı Kemalpaşazâde Ahmed Şemseddin Efendi, 1468’de Tokat’ta doğdu. İbn-i Kemal, iyi bir eğitim aldıktan sonra baba mesleği olan askerliği seçti. Bir müddet bu mesleği icrâ ettikten sonra, ilme yöneldi. Edirne’ye gitti ve Molla Lütfî’nin ders halkasına katıldı. Büyük bir gayretle ilme sarılan İbn-i Kemal, kısa sürede uzun mesafe kat etti. Muslihiddin Mustafa Kestelli, Muhyiddin Mehmed Hatipzâde ve Sinâneddin Yûsuf Muarrilzâde’den de ilim tahsil etti ve müderris oldu. 1526’da şeyhülislâmlığa tayin edildi.

İbn-i Kemal, Mayıs 1536’da vefat etti. Kabri, Edirnekapı’da Emir Buhârî Camii’nin yanındaki Mahmud Çelebi zâviyesindedir.

***

Kemalpaşazâde ilimde ilerleyince bir ara kendisine gurur ârız olmuştu. Talebelerinden birisi bu hâli fark edip ona bir sual sordu:

“–Hocam! Bir suâlim var; Allâh’ın ilmine nisbetle kulların ilmi ne kadardır?”

“–Be hey torlak molla! Bu söylediğin teşbih kabul etmez şeydir.”

“–Öyle de üstâdım, farz ederek de ölçemez miyiz?” Bunun üzerine Kemalpaşazâde büyükçe bir kâğıda bir yuvarlak çizip içine de küçücük bir nokta koyarak;

“–Bak a molla!” dedi. “Bu daire Allâh’ın ilmi olsun, işte kulların bildiği de ancak şu noktacık kadardır.”

Molla, fırsatı kaçırmayıp taşı gediğine koydu:

“–Hocam, kerem buyurup şu noktanın içinde siz de kendi ilminizi bize gösterseniz!..”

Nükteyi anlayan Kemalpaşazâde, o günden sonra böbürlenmeyi bırakıp mütevâzı bir âlim olarak yaşadı.