MAHŞERDE SELÂMETİN YOLLARI

İrfan ÖZTÜRK

Mahşer günü; bazı kimseler dizlerine, bazıları göğüslerine ve bir kısmı da boğazlarına kadar ter içinde kalacaklardır. Kızgın güneş, kafatasları içindeki beyinleri kaynatacaktır. Kimseden kimseye hiçbir yardım ve imdat olamayacaktır.

Orada, Arş-ı Âlâ’nın gölgesinden başka gölgelik de bulunmayacaktır. Gözler yuvalarından fırlamış, kâfirler perişan, münafıklar hasret-i hüsran, günahkârlar nedâmette kalacaklardır.

Yalnız;

•Ülkelerini hak ve adâletle idare eden âdil emirler,

•Gençliklerini ibâdet ve tâatle geçirenler,

•Allah rızâsı için birbirlerine karşılıklı muhabbet edenler,

•Fenalık yapabilmek imkân ve fırsatı elinde iken, Allah korkusuyla o fenalığı terk edenler,

•Allah Teâlâ’nın celâlinden korkarak ve azâb-ı ilâhîye dûçâr olmaktan kaygılanarak âkıbetlerini düşünen, hâlî ve kimsesiz yerlerde gözyaşı dökenler,

•Kalpleri mescidlerde ve bütün emelleri ibâdette olanlar,

•Fakir ve yoksullara gizli gizli iyilikte bulunanlar, Arş’ın gölgesinde ve Allah Azîmüşşân’ın himayesinde bulunacaklardır. (Buhârî, Ezân, 36; Müslim, Zekât, 91)

Zira;

➢Adâlet, kerem-i libâs-ı takvâdır. Allah Teâlâ’nın yüce sıfatlarından bir sıfattır. Cenâb-ı Hak, âdildir ve kullarından âdil olanları sever.

➢Gençlerin, Allah Teâlâ’ya ibâdetleri Allah katında daha kıymetlidir.

➢Allah rızâsı için, karşılıklı muhabbet çok sâfiyânedir.

➢Haram olan şeylerden sakınmak ve kaçınmak en büyük ahlâktır.

➢Mescide ve ibâdete gönül bağlamak, ashâb-ı suffeye ittibâdır.

➢Gizli olarak sadaka vermek mahbûb-i Hudâ’dır.

➢Allah korkusuyla dökülen gözyaşı, günah ve mâsiyet derdine devâdır.

Elbette ve elbette bu sıfatlara mâlik olan kullar, Rabbimiz’in sevgili kullarıdır.

Rivâyete göre;

Allah -celle celâlühû-; Tûr-i Sînâ’da Hazret-i Musa -aleyhisselâm-’a hitâben şöyle buyurmuş:

“–Ey Kelîm’im!.. Ben Azîmüşşân’a hamd ü senâ eden hamd edici kullarım olmasaydı, dünya yüzüne bir katre yağmur yağdırmazdım. Bir yeşil ot ve yaprak bitirmezdim.

Yâ Musa! Lâ ilâhe illâllah kelime-i tayyibesini söyleyen diller, Ben’i seven gönüller olmasaydı; Bana isyan etmek cür’etinde bulunan dünya ehli üzerine cehennem ateşlerini musallat ederdim.

Yâ Musa! Yüzlerini yere koyarak sabahlara kadar hâl-i mezellette; «Allah!.. Allah!..» diyen âbidler olmasaydı; bir göz açıp kapayıncaya kadar Bana âsî olanlarını isyanlarını imhal etmez, o âsî kullarıma asla mühlet vermez, hattâ belki cezalarını da âhirete bırakmayarak onlardan dünya hayatlarında intikamımı alırdım.

Yâ Musa! Kıyâmet günü muhasebe olunmamak istersen, akşam ve sabah dilini zikrullah ile süsle! Zira; dillerini zikrullah ile süsleyenler ve huzûruma öyle gelenler, muâhezemden emîn ve sâlim olurlar.

Yâ Musa! Dünya ve ukbâda unutulmamayı istersen, fakirlere merhamet ve muhabbet et. Onlara karşı cömert ve eli açık ol. Çünkü, fakirler sizler için bir nimettir ve âhiret azıklarınızı onlar yüklenmişlerdir. Cömertlik ve eli açık olmak, mânevî bir elbisedir. O muhteşem kaftanı her kim eynine giyerse, kıyâmet günü cehennem katranlarına bulaşmış, cehennem elbiselerini giymekten kurtulur. Bilmiş ol ki, îmân elbisesinin kemâli, dış âlem elbisesi olan cömertlikle zâhir olmuştur. Bu iki elbiseyi giyenler, cehennem elbiselerini giymezler.”

Zikredenlerin kalpleri zikrullah ile mutmain olur, yatışır.

“…Kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) âyet-i kerîmesi buna şâhid-i âdildir. Aklım başımda, vicdanım ve akl-ı selîmim yerindedir, diyen kimseye lâzım olan, sahih bir îtikad ile îtikadlanmak, ehl-i sünnet ve’l-cemaat akāidine uyarak ilmen, amelen ve ihlâsen farzları, vâcibleri ve sünnetleri tahsil etmek, böylelikle «kāl» ilmini ve «hâl» ilmini öğrenmek, Allah Teâlâ’nın rızâsına nâil olabilmek için helâl kazanmak ve helâl yemek, aile efrâdına da helâl yedirmek, kimseye yük olmamak, kimseyi incitmemek ve kırmamak, evrâd ve ezkârıyla ve sâir nâfilelerle meşgul olarak bir nefesini bile Rabbi anmadan geçirmemek, eli kârda ve gönlü yârda olmak, gözü Hak yolunda, ağzı Hak kelâmında, dili Hak zikrinde, özü Hak muhabbetinde, sözü Hak sohbetinde, kulağı Hak kelâmında bulunmak, mü’min olarak yaşamak ve mü’min olarak ölmek ve sâlihler zümresine ilhâk olunmayı niyaz eylemektir. Bütün bunların olabilmesi için de büyük din bilginlerinden, tefsir sahibi Fahruddîn-i Râzî’nin şu öğütlerine kulak vermek gerekir. Buyuruyorlar ki:

“Bir geminin, herhangi bir denizde yol alabilmesi iki şarta bağlıdır:

1. Geminin delik olmaması,

2. Kaptanının yıldızlardan ve pusuladan anlaması.

Tıpkı bunun gibi, bir mü’minin de gerek bu dünyada gerekse âhiret âleminde necat ve felâhı iki şey ile kāimdir:

1. Sağlam gemi misali, sahih bir îtikad,

2. Yıldız ve pusula misali, her biri birer hidâyet yıldızı olan ashâb-ı Rasûl -aleyhisselâm-’a ve ıtret-i Muhammediye’ye (Efendimiz’in pâk nesline) tâbî olmaktır.” (Envaru’l-Kulub, VIII, 340-343’ten tasarrufla)

Allah Teâlâ cümlemizi dînine hâdim olabilmeyi nasip eylesin. Âmîn yâ Muîn…

Çalışıp gayret eyle,
Ashâb-ı kiram gibi…
Önümüzde rehber var,
Kur’ân ve Sünnet gibi…

(Gülzâr-ı İrfan)