İSLÂM’IN ŞEKİLLENDİRDİĞİ ŞEHİRLERDEN, ŞEHİRLERİN ŞEKİLLENDİRDİĞİ İNSANLARA

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

Kâinatta var olan her nizam, Allah Teâlâ tarafından belirlenmiş bir değişim ve dönüşüm sistemi içerisinde devam edip durmakta. Üzerinde yaşadığımız dünyada; geceler gündüzleri, kışlar yazları takip etmekte ve bu ilâhî hikmet îcâbı, hiçbir şey aynı kalmayıp sürekli bir tebeddülât ile muazzam sistemin devam etmesi sağlanmakta.

İnsanlık tarihi boyunca hak ve bâtıl arasında sürekli bir mücadele ve mücâhede olmuş ve bu mücadele kıyâmete kadar da devam edecektir. Bu mücadele ile insanoğlunun; durağan değil, sürekli olarak aktif olması, kendi inancını ve kültürünü savunması, o inancı yaşadığı yerde hâkim kılması, yaşadığı yerleri şekillendirirken bu inanç ve kültürden faydalanması için gayret sarf etmesi hedeflenmiştir.

Yaşadığı çevrenin şuurunda olmak, o çevreyi tahrip olmaktan korumak, o çevrenin gelişmesine ve bir sonraki nesle aynı şekilde aktarılmasını sağlamak her müslümanın üzerine vazifedir. Çünkü insan, yeryüzünde Allah Teâlâ’nın halîfesi ve yaratılmışların en mükemmelidir.

Müslüman bir insan, bulunduğu yerin rengini ve kokusunu almaz. Aksine bulunduğu yere İslâm’ın kokusunu yayar ve Allah Teâlâ’nın insanlar için gönderdiği ölçülerin yaşanmasını ve yayılmasını sağlar. Bunun için insan, hayatının her ânını İslâm’ın getirdiği ölçüler üzere şekillendirir. İnsanın gerek mânevî hayatında gerek ekonomik ve sosyal hayatında; yaşadığı çevrenin, şehrin çok büyük bir etkisi vardır. Yaşanan bir muhitin sessiz ve sakin olması; orada yaşayan insanların her hâline sirâyet edip huzurlu bir ortam oluşmasına sebep olduğu gibi, yüksek binaların yer aldığı kalabalık ve gürültülü bir ortamda yaşayan insanlara da aksi tesir ederek huzursuz bir toplum oluşmasına sebep olabilmektedir.

İslâm cemiyet dînidir; fertlerden teşekkül eden toplum düzenine, insanların mutluluğuna, faydasına, gelişmesine, ilerlemesine ve kurtuluşuna dair kurallar ve kaideler vaz eder. Cemiyet hayatının düzeni ve intizamı için İslâm, insanın her ânına müdahale eder. İnsan ya bu kaidelere riâyet ederek fıtratına uygun bir hayat yaşar veyahut da yaşadığı hayatı bir inanç hâline getirir.

Medine’ye hicret eden Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; öncelikle müslümanların ticaret hayatında yer almaları için pazar yerleri kurmuş, vazifelendirdiği kişiler ile hem pazarda tekelleşmeyi önlemiş hem de denetim yaptırarak belli bir nizam ve intizam sağlamıştır. Düzenlemeler bununla sınırlı kalmamış; yeni ev yapanların yolları daraltmamalarını, komşularının rüzgârını ve güneşini kesmemelerini, su kuyularına ve ibâdet yerlerine olan mesafelerini kontrol ederek belli bir îmar kanunu uygulamıştır.

Tarih boyunca müslümanların idare ettikleri devletlerde bu ölçüler uzun dönemler boyunca muhafaza edilmiş; bir belde kurulurken tam merkeze cami ve medreseler konulmuş, sonra evlerin plânlaması yapılmıştır. Yine bu plânlamada evlerin çok katlı ve yüksek olmamasına dikkat edilmiş, bunu yaparken de cami seviyesini geçmeyecek şekilde ayarlanması sağlanmıştır. Evlerin önünde geniş avlular tesis edilerek, hem evde yaşayan insanların mahremiyeti korunmuş hem de ev halkının dışarının havasını teneffüs etmesi temin edilerek bir ferahlık sağlanmıştır.

Yerleşimi cami çevresinde yoğunlaştırarak; insanların birbirlerini tanıması, birbirlerinin hâllerini bilmesi, hastalık veya ihtiyaç hâlinde yardımlaşma ve dayanışması, içtimâî hayatın canlı olması, birlik ve beraberliğin pekiştirilmesi sağlanmıştır. İslâm’ın şekillendirdiği şehirlerde sadece insanlar düşünülmemiş, aynı zamanda o beldede yaşayan kediler, köpekler, kuşlar dahî düşünülmüş, hem onların karınlarının doyurulması hem de tedavi edilmeleri için mekânlar oluşturulmuş, hattâ onlar için vakıflar bile kurulmuştur.

Yaşadığımız ülkede hızlı ve keskin değişimler yaşanıyor. Bu değişimler ekonomik ve siyâsî alanda olduğu gibi, aynı zamanda kültürel alanda da cereyan ediyor. Ülkemizde yaşanan bu değişimlerin olumlu olan ve bizleri memnun eden tarafları olduğu gibi, olumsuz olan ve bizleri üzen hattâ endişeye sevk eden tarafları da bulunuyor. Bu değişimlerin en tehlikelisi; inancımızdan ve kültürümüzden uzaklaşarak, batılılar gibi düşünmeye ve onlar gibi yaşamaya meyletmemiz oluyor.

Bu özentinin neticesi olarak, yaşadığımız şehirlerin çehresi ciddî şekilde değişime uğradı. Kalabalık ailelerin yaşadığı üç-dört katlı aile apartmanları, yerlerini çok katlı plâzalara veya sitelere bıraktı. Kalabalık aile yapıları, yerini iki-üç kişiden oluşan çekirdek ve «yalnız» ailelere bıraktı. Bundan dolayı geniş ve ferah olan eski evlerimiz küçülerek, kibrit kutusu misali «konutlara» dönüştü. İçtimâî hayatın en ehemmiyetli unsurlarından birisi olan komşuluklar gitti; onun yerine alt komşusunun, üst komşusunun, hattâ kapı komşusunun bile tanınmadığı modeller gelişti.

Bizim kültürümüzde ev; insanların yaşadığı ocaktır, mukaddestir ve satılamaz. Ancak gelin görün ki kapitalizm, evi «konuta» dönüştürerek onu bir ticaret metâı hâline getirdi. Yapılan reklâmlar, herkesin ev alması zorunluymuş gibi bir mantığın yerleşmesine ve konut edinme çılgınlığının başlamasına sebep oldu.

Mensubu bulunduğumuz inanç ve kültürde cami kalp, onu çevreleyen yollar da vücuda kan taşıyan damarlar misali gibidir. Nasıl ki kalpten damarlar yolu ile vücudun diğer âzâlarına kan gönderilmediğinde organlar iflâs ediyorsa; bugün modernizm gereği mâbedsiz şehirler inşâ eden günümüz insanının dikkat etmesi gereken en önemli şey de bir toplumun inançlarından ve kültüründen uzaklaştırıldığı ve rûhunun besleneceği ibâdet yerlerinden koparıldığı zaman cemiyetin çözülmeye ve dolayısıyla çürümeye başlayacağı gerçeğidir.

Görünüyor ki; ilâhî hikmet îcâbı yaşanan değişimler bizim için bir rahmet unsuru olurken, beşerî değişimler bizi fıtratımızdan uzaklaştırmaktadır. Allah Teâlâ yeniden fıtratımıza uygun bir hayat yaşamak için bizlere şuur ve gayret versin.