Şanlı Mâzîmizden Seçme Nükteler – HİZMETİNİ KUTB-İ CİHAN GÖRDÜ

Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

Asıl adı Ebû Yezîd Tayfur bin İsa olan Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri, mîlâdî 777 senesinde Bistam’da dünyaya geldi. Anne ve babası son derece dindardı. Câfer-i Sâdık Hazretleri’nin torunu İmam Ali er-Rızâ Hazretleri’nden ders aldı. Tasavvufta zirve şahsiyetlerdendir. 848 senesinde vefat etti. Kabri, İran’ın Bistam kasabasındadır.

*

Bir cemiyette Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri bir ihtiyarı ellerini zar zor yıkarken gördü. Hemen koşarak ibriği ihtiyarın elinden aldı ve ona abdest aldırdı. Suyu dökerken de;

“–Baba! Sen gençliğinde hiç kimseye hizmet etmedin mi ki muhtaç olduğun bugünde sana hizmet eden bir kimse yok?” diye sordu. İhtiyar adam;

“–Ettim, ettim… Eğer etmeseydim senin gibi bir kutb-i âlem bana su döker miydi?” şeklinde cevap verdi.

YAVUZ’U ÎKAZ EDEN CESUR

Ali Cemâlî Efendi, nâm-ı diğer Zembilli Ali Efendi’nin doğumu hakkında net bir bilgi yoktur. Aksaray’da doğduğu rivâyet edilir. Kendisine fetvâ soranlara kısa sürede cevap vermek için evinin penceresinden sarkıttığı bir zembille (saplı hasır torba) sualleri alıp, cevapları yine aynı usûlde vermesinden dolayı halk arasında «Zembilli müftü veya Zembilli Ali Efendi» olarak tanındı. Çocukluğunu Konya ve Karaman civarında geçirdi. Tahsil için İstanbul’a gelip Molla Hüsrev’in önce talebesi, sonra damadı oldu. Muhtelif medreselerde müderrislik yaptı. 1503’ten 1525’e kadar şeyhülislâmlık makamında oturdu. Kanunî Sultan Süleyman zamanında Rodos Adası’nın fethine iştirak etti ve camiye çevrilen bir katedralde ilk cuma namazını kıldırdı. Ali Efendi, 1526 yılında vefat etti. Kabri, Zeyrek yokuşunda yaptırdığı mescidin avlusundadır.

*

Yavuz Sultan Selim Han ve maiyyeti Edirne’ye giderken Şeyhülislâm Zembilli Ali Efendi de kendisini yolcu etmeye gelenler arasındaydı. Padişahı yolcu edip dönerken, yolda dört yüz kişinin elleri bağlı olarak götürüldüğünü gördü. Bunların yasaklanan ipek ticareti yaptıklarını ve bu sebepten dolayı cezalandırılacağını öğrendi. Zembilli Ali Efendi hemen geri dönerek Selim Han’a yetişti. Padişahın huzûruna çıktı. Aralarında şu konuşma geçti:

“–Elleri bağlı 400 kişinin katli şer‘an helâl değildir. Bu hususta mes’ul olursun. Sakın bunları katletme!”

Padişah kızarak;

“–Âlemin nizâmı için padişahın siyaseten katil emri vermesi mubah değil midir?” diye sordu.

“–Ancak büyük bir kargaşada bu mubahtır, ipek ticareti buna girmez.”

“–Bir hükümdarın buyruğuna karşı gelmekten daha büyük kargaşa olur mu?”

“–Senin ipek emîni tayin etmen bu ticarete izin verildiğinin delilidir.”

“–Saltanat işlerine ait bu gibi hususlarda söz söylemen vazifen değildir!”

“–Bu husus sizin âhiret işlerinizdendir ve buna karışmak benim vazifemdir. Zira bu adamları katlederseniz büyük vebal vardır.”

Ali Efendi, bunları söyledikten sonra müsaade almadan padişahın huzûrundan ayrıldı. Bu davranışa daha da gazaplanan Padişah, hiddetinden atını bir o yana bir bu yana çevirdi. Etraftaki herkesin gözü kendisindeydi. Bir müddet sonra duruldu. Atı üzerinde sessiz ve hareketsiz kaldı. Canı sıkkın bir şekilde tekrar yola koyuldu. İç muhasebe hâlinde Edirne’ye vardı. Edirne’den tutukluları affettiğini ve salıverilmelerini ferman eyledi.

Tarihçi Hammer şu tespitte bulunur:

“…Ulemânın -Çin’den başka- hiçbir hükûmette Devlet-i Osmâniye’de olduğu kadar kudreti yoktur.

”SULTAN’IN YAPTIRDIĞI CAMİYE ADINI VERDİREN ZÂT!

Sultan III. Mustafa Han, 28 Ocak 1717’de Edirne’de doğdu. Dînî-dünyevî, askerî-idârî ilimleri devrin meşhur âlimlerinden tahsil etti. İlm-i nücûma meraklıydı.

1757’de tahta çıktı. Yaptığı ıslahatlar III. Mustafa’nın ilk icraatlarından oldu. Hac yolunun emniyetini sağlamak üzere tedbirler aldı.

Akdeniz’i Kızıldeniz’e bağlamak için Süveyş’te kanal açmayı düşündüyse de muvaffak olamadı. Kanal yaklaşık bir asır sonra açılabilecektir.

Sultan III. Mustafa, Rus Savaşı sırasında üzüntüsünden hastalandı ve 21 Ocak 1774’te vefat etti. Kabri, İstanbul Lâleli’deki türbesindedir.

*

Sultan, bir cami yaptırmaya karar verir. Cami inşaatı başlar. Muhitte Lâleli Baba isminde bir zât yaşamaktadır. Sultan cami inşaatına geldiği bir gün Lâleli Baba’nın nâmını duyar ve onunla tanışmak, görüşmek ister. Buluşurlar. Sohbet esnasında Padişah, Lâleli Baba’ya bir sual sorar:

“–Bu dünyada en güzel şey nedir?” Lâleli Baba;

“–Yiyip içtikten sonra def edebilmektir.” der. Padişah, beklemediği bu cevaptan memnun olmaz. Bu zâta böyle bir cevabı yakıştıramaz. Yüzünü buruşturan Padişah, oradan ayrılıp saraya döner. Ertesi gün Padişah rahatsızlanır. Bir türlü ihtiyacını giderememektedir. Saray hekimlerinin hazırladığı otlar, ilâçlar ve tedaviler en ufak bir fayda etmez. Padişah bu musibetin, o muhterem zâta hürmette kusur ettiğinden dolayı isabet ettiğine kanaat getirir. Lâleli Baba’nın gönlünü almak için yanına gider. Lâleli Baba ise camiye kendi ismini verirse ona şifâ bulması için duâ edeceğini söyler. Padişah nâçar kabul eder, Lâleli Baba duâ eder. Padişah, Allâh’ın izniyle şifâ bulur.

MÜNEVVER HAMİNNE

Hâtıra ve roman yazarı, ismiyle müsemmâ Münevver AYAŞLI Hanım Selânik’te doğdu. Konya Türkmenlerindendi. Halep’te başladığı eğitimini Beyrut’ta devam ettirdi. Arapça ve Farsça öğrendi. Meşhur şarkiyatçı Louis Massignon ile Henri Massé’nin teşvikiyle mistisizme ve tasavvufa yöneldi.

Hacı Bayrâm-ı Velî Hazretleri’ne gönülden bağlı olan Ayaşlı, beyinin vefatından sonra edebiyat sahasına alâka duydu. Muhtelif gazetelerde makaleler kaleme aldı. Eşsiz hâtıra ve romanlar yazmasında tanışıp görüştüğü Abdülhak Hâmid, Yahya Kemal, Necip Fazıl, Âsaf Hâlet Çelebi, İsmail Hâmi Dânişmend ve Mithat Cemal gibi devrin ileri gelen edebiyat ve sanat ehli tesirli oldu.

Münevver Hanım, 20 Ağustos 1999’da vefat etti. Kabri, Rumelihisarı Mezarlığı’ndaki aile kabristanlığındadır.

*

Bir seferinde Ayaşlı ile Üstad Necip Fâzıl arasında şöyle bir konuşma geçer:

Üstad Münevver Hanım’a,

“–Vatanseverlik ölçüsü olarak bir test buldum. En koyu vatansever görünenlere soruyorum:

«–Abdülhamid Han’ı sever misiniz?»

Böylece onu sevenlerin gerçek vatansever olduğunu anlıyorum.”

Ayaşlı da Üstâd’a şu cevabı verir:

“–Ben bu teste bir ilâve daha yapmak istiyorum. «Necip Fâzıl’ı sever misiniz?» diye sormak lâzım. Verdikleri cevaba göre vatanseverlik ölçülerini tespit edebilirim.”