HAYAT DENEN İKİ KAPILI HAN

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

Şükür yeni seneye eriştik efendim, bu yazı yeni senenin ilk yazısı olacak, başlayalım bakalım. Hayırlar çıksın inşâallah.

“Hayat iki kapılı bir handır.” derler ya sevgili okurlar, o kapıdan giren ve çıkanların haddi hesabı yok. Dünya denen bu âlemde, hayat denen ömür günlerini herkes bir ayrı yaşıyor. Dünyayı şenlendiren varlıkların en mükemmeli olan insanların; kendilerine yüce Yaratıcı tarafından takdim edilen hayatı, -tâbiri câizse- har vurup harman savurarak kullandıklarında zarara uğrayanlardan olacakları, eğer Hakk’ı bilerek O’nun istediği istikamette hayatlarını geçirirlerse mükâfatlandırılacakları, mukaddes kitâbımızda bildiriliyor. Buna rağmen hayatı öylesine; gününü gün ederek yaşayanlar, bütün bir geleceği ziyan etmiş olurlar.

İşte hayattan bir sene daha gitti. Artık geçen senenin günleri bir daha geri gelmeyecek. Geçmiş senede insanlar pek çok güzellik yanında birçok kötülükleri de işlediler. Hem dünya çapında hem fert bazında hoş olmayan hattâ zulüm boyutunda olan hâdiseler gerçekleşti. Gördüğünüz gibi, yine hayat devam ediyor. Ve devam ettiği sürece aynı yanlışlar veya hayırlar gene işlenecek. Önemli olan hatayı fark edip, bir daha işlememeye çalışmak. Yeni senede geride kalan hataları, günahları işlememe gayretine girmek, geleceğe dair önemli bir yatırımdır. Elbette bu, «tevbe» ile olur. Tevbesizlik vücudun en nezih organı olan yüreği kirletir. Arınmayan kalp, tekrar tekrar günah işlemeye meyleder. Bir de önemli olan bu hâlin farkında olmaktır. Bazıları;

“Din benim neyime, yaşayıp gidiyorum, dîne hiç de ihtiyaç duymuyorum.” yanlışıyla hemdemler. Böyleleri doğrusu hayatlarına çok yazık ediyorlar. Zira dünyaya bir defa geliyoruz. Ne kazanırsak bu dünyadan götürülecek, gelecekteki ebedî âleme.

Kimileri hayatı öyle fazîletli bir şekilde yaşıyorlar ki; bu dünyadan göç ettikten sonra hayat boyu hep onların geride bıraktığı güzellikler konuşuluyor, hayırla yâd ediliyorlar. Kimileri de geride üzüntü, kırgınlık, acı ve keder bırakıyor. Arkasından; «İyi ki gitti!» deniyor. Kimi yaşadığı hayat günlerinde başına gelenlere; «Batsın bu dünya!» ya da; «Hayat, harcadın beni!» derken kimileri de; «Sen yâ Rabbî!», «Aman yâ Rabbî!» diyerek başına gelene isyan etmeden tahammül gösteriyor, sabrediyor. Sıkıntısı olmayan insan yoktur aslında. Her dert, her belâ kişiyi olgunlaştıran imtihanlardır. Unutulmasın ki, her güzellik sabrın ardı sıra gelir. Böylesi bilir ki; «Hiçbir şeyin yetmediği yerde, yüce Allah her şeye yeter!» O inanır ki insanın başına gelen kötü şeyler; üzülmek, yanmak, sızlanmak için değil, yalnızca Rabbe dayanıp daha güçlenerek yeniden ayağa kalkmak içindir.

Pek tabiî insan, hayatı kendi gönül penceresinden baktığı gibi değerlendiriyor. Bazıları ağlanacak şeylere gülüyor bazıları gülünecek şeylere ağlıyor. Sevinmek, üzülmek, gülmek, ağlamak içinde bulunduğumuz ruh hâlini yansıtır. Oysaki gözyaşı varsa orada rahmet vardır. «Gözyaşı kalbe abdest aldırır.» derler. Dert ve sıkıntılar; hâdiselere hikmet gözlüğüyle bakana, Cenâb-ı Hakk’ın hediyesinden başka bir şey değildir. Yüce Yaratıcı katında değerli olana, hediye sunulur.

Hayatımızı yaşarken bir gün ebedî âleme gideceğimizin hesabı muhakkak yapılmalı, etrafımızdakileri kırmamalı, kimseyi incitmeden hayatı zarifçe yaşamalı. Hattâ hayvanlar ve diğer canlılara da aynı hassâsiyet gösterilmeli. «Rabbim beni hiçbir gönlün kırılma sebebi eyleme!» diye duâ duâ yalvarmalıdır.

YENİ SENEDE YENİ BİR İNSAN

Her şeye rağmen bu yeni senede yeni bir insan olmaya, örnek bir müslüman olmaya ne dersiniz?

Bu yeni senenin daha başında şöyle bir hayat muhasebemizi yaparak; daha derli toplu, hayata daha güzel bakabilen, hâdiseleri daha ayrı bir ferâsetle değerlendiren, etrafımızda yaşananlara duyarsız kalmayan, daha kaliteli bir mü’min olsak ne güzel olur değil mi?

Müslümanın hayatı sadece dar bir alanı ihtivâ etmez. O; kendisini Rabbine en güzel bir kul olarak takdim etme isteğiyle yaşarken, yakın ve uzak çevresindekilere güzel örneklik teşkil eder. Aynı zamanda müslüman hem kendini hem çevresini ıslah etme gayretinde olur. Etrafında olup bitene bîgâne kalmaz. Yani İslâm’da mü’min, hayatın bir köşesinde kalmaz; «Hayatın her safhasında ben de varım!» der. Zira İslâm, hayatı kuşatıcı bir dindir.

İslâm her yerdedir. Çarşıda, pazarda, devlet dairesinde, dînî müesseselerde, sosyal alanlarda hep vardır, olmalıdır. Sadece camiye hapsedilen veya vicdana sindirilen, ama aslında sindirilemeyen bir din anlayışı yoktur bizde. Her meslekten, her seviyeden, her çeşit insana söyleyecek çok sözü vardır İslâm’ın. İslâm şahsiyet inşâsıdır, İslâm medeniyet inşâsıdır. Nitekim İslâm bütün ihtişamıyla geldiği günden bu yana; nice gönülleri, nice insanları, nice toplumları ihyâ etmiştir. Yine İslâm; müslümanlarıyla, ordularıyla ne şehirler kurmuş, ne ülkeler fethetmiştir. İslâm; bulunduğu her mekâna en âdil düsturları götürmüş, orayı huzurla donatmış, güzel prensiplerle kuşatmıştır. Tarih buna şahittir.

Peki, bu nasıl başarıldı? Bugün niye aynıları başarılamıyor? Asıl cevaplanması gereken soru bu…

İslâm’ın getirdiği prensipler; insan hayatında boşluk bırakmayan, her ânı dolduran bir yapıdadır. Hâl böyle olunca; dîne sarılan, Kur’ânî hükümleri hayat ölçüleri olarak gören, Peygamberî sünnetleri ciddî olarak hayatının merkezine oturtan mü’minler pek tabiîdir ki, en güzeli sergileyeceklerdir. Bugün de bu düsturlar yerine getirilse, aynı seviyeye gelmemiz için bir engel yoktur. İslâm’ı bize gönderen yüce Allah Teâlâ bizim sahibimizdir. Bizi O -celle celâlühû- yarattığına göre, elbette bizi bizden iyi bilir. O hâlde O’nun gönderdiği ilâhî hakikatlerde beyan edildiği üzere; Kur’ân’ı şaşmaz ölçü bilen, O’nun gönderdiği son Peygamber Hazret-i Muhammed -aleyhisselâm-’ı tartışmasız önder kabul edenden, hayırdan başkası çıkmaz ki!

Ecdat bu değişmez gerçeklerle neredeyse cihana hâkim oldu. Rasûlullah -aleyhisselâm- ve O’nun ashâbı, insanlığın içinden çıkan en hayırlı ümmettir. Her biri yıldızlara eş gösterilen bu güzîde insanlar; dâvâlarına öylesine inanmışlar, önderlerine öylesine güvenmişlerdi ki, inandıkları yolda onlar zerrece şek ve şüpheye düşmeden cansiperâne kendilerini fedâ ettiler. «Din» dediler. «Hak» dediler. «Cennet» dediler. Ama; «Önce can» demediler. «Önce îman» dediler. Bu şekilde onlar bize güzel örnek oldular. Bizim de kalplerimizi onlara açarak; onları iyi anlamamız, îmânı tıpkı onlar gibi aşk boyutunda yaşamamız gereklidir. Dünyaya değil ebedî huzura odaklanmalıyız ki, aynı neticeleri elde edebilelim. Evvelâ kendi ruhlarımızı ihyâ etmeli; sonra da insanlığı ihyâya kendimizi adamalıyız. Bugün bize böylesi adanmış rûha sahip müslümanlar gerekli. Sahâbe efendilerimiz gibi mü’minin derdiyle dertlenmeli, gafletten uyanmalı, kardeşlik şuurunu yeniden gündeme koymalıyız.

Bunların yanında; bize ve ülkemize gelebilecek fitne ve tehditlere karşı büyük düşünmeli, tedbirli ve cesur direnişler sergilemeliyiz. Her ne olursa olsun; Kur’ân ve Sünnet’ten ayrılmamalı, asla keyfî ve nefsî davranmamalıyız. Müslüman her hâlükârda bütün insanlığın yükünü omuzlarında taşıyandır. Böylesi geniş düşünürken; müslüman, hatalarını sevaba dönüştürme, günahlarından tevbe ile arınma ikliminden de asla taviz vermemelidir.

Tabiî bunları söylemek kolay ama yapmak zordur. Elbette zaten bunun için bugün bu hâldeyiz. Ama bir yerden başlamak gerekiyor yoksa işte ümmetin hâli ortada. Muhakkak bu yeni senede bu kısır döngüden artık kurtulmalıyız. Daha ne kadar bu eziklikle yaşayacağız? Son yıllarda ülkemizin dünya coğrafyasında geldiği vaziyet bizleri ümitlendiriyor. «Niye olmasın!?.» diyoruz. İşte bu yazımız da hepimize bir cesaret olsun, diliyoruz.

Dolayısıyla herkes ferdî olarak kendini şöyle bir yoklasın. İsraflarımız, haddi aşan hâllerimiz, ifratlar-tefritler belirlensin, yeniden Hak yola düzülelim inşâallah… Yalnız bu hususta îtidalden ayrılmamalı. Peygamberimiz -aleyhisselâm-’ın hayatınde hep îtidal ve ölçü hâkimdi. O’nun ömr-i şâhâneleri incelediğinizde; tek bir aşırılık, tek bir eğrilik göremezsiniz. O zaman buradan şuraya da gelelim:

Güzel dînimizi ve O’nun güzel Peygamberi’ni bu yeni senede bir kere daha farkını anlamak şuuruyla, fevkalâde bir aşk ve iştiyakla okuyalım ve sünnetlerini bütün incelikleriyle hayatımıza tatbik edelim.