İSLÂM, BİZİM NEYİMİZ OLUR?

Sami BÜYÜKKAYNAK skaynak48@hotmail.com

Yaşadığımız zaman itibariyle «insan» varlığının kutsandığı bir dönemden geçiyoruz. Hümanizmanın; «Her şey insanın istediği gibi şekillenir.» doktrini bu günün gündemini oluşturmaktadır. Peki, bu gündeme karşılık, isminin önünde «müslüman» yazan bir insanın tavrı, duruşu, bakışı nasıl olacaktır? Bu soruya karşılık; müslümanca hareket etme noktasında, savrulmaların olduğunu söylemek mümkündür. Zira global plânda müslümanların kurucu olmadığı bir sistemde; müslümanca bir duruş sergilemek zorlaşmakta, bunun ötesinde ne yazık ki selefî mânâda «müslüman şahsiyet» inşâ etmek, hayâlî bir sevda olarak düşünülmeye başlamaktadır.

Meselâ; «fâiz» meselesine bakılacak olursa, dünyadaki hâkim düzenin kurduğu bir fâiz dayatması görülmektedir. Bu dayatma karşısında «hâkim güç ve oyun kurucu» olmayan müslümanların çoğunlukta olduğu, ama belirleyici olmadığı ülkelerde, global fâiz baskısı karşısında duruş noktasında, zorlanmalar olmaktadır. Bu zorlanmalar karşısında çözüm üretmek, tabiri câizse meşrûlaştırmalar yapmak da ne yazık ki müslüman kişilere düşmektedir. Bu hâliyle; «Olmaz!» dediğiniz uygulamalar bile bir süre sonra inkâr edilerek veya kanıksanarak, normal, meşrû bir uygulamaya dönüşmektedir. Bu dönüşme ile birlikte tavizler tavizi getirmekte, «Müslümanlık» sadece; namaz, abdest, Ramazan ayında oruç, gidebilirsen hac ile umre ve verilen sadakaya kadar daraltılmaktadır. Bunun neticesinde; haram yiyen hacı, bankayla içli dışlı olan cami cemaati gibi abuk sabuk bir profil oluşmaktadır.

Diğer bir mesele «tesettür» meselesi. Hâkim, global batı kökenli makyaj ve moda kültürünün dayatması karşısında ne yazık ki «müslüman» hanımların tesettürlerini «kuşa çevirdiği» gibi bir gerçeklikle karşı karşıya kalınmaktadır. Bununla birlikte şu gerçekliği de ifade etmek gerekir ki, hâkim global gücün en önemli özelliği; kişilerin nefsânî ve şehevî yönlerini kullanarak, onları kendi inisiyatifi altına almasıdır. Nefsânî ve şehevî duyguların insanı başkalaştırmaktaki etkisi bir vâkıadır. Tesettür gibi dînin en önemli unsurunu yok etmenin yolu da bu etkiyi kullanmaktır. İnsana sürekli; «Güzel görünmelisin, muhatapların sana bakmalı, senden etkilenmeli, hava atmalısın!» baskısı kuran bir düzenin karşısında ne yazık ki dînin en mukaddes değerlerinden olan tesettür de müslümanlar eliyle modalaşmaya, makyaj malzemesi olmaya başlamıştır. Bunun neticesi başında değişime uğramış, modalaşmış, başı örten bir bez; yüzünde makyaj; üzerinde iç kıyafetini örtmeyen yarım yamalak bir kıyafetle hayatın içerisinde yer almaya başlayan kadınlar ortaya çıkmıştır. İşin daha vahim olanı ise; el âlemin içinde sigara içen, nargile üfleyen, namaz kılmayan, dînî tatbikat ve amellere uzak bir müslüman hanım profilinin ortaya çıkmasıdır.

Bütün bu misallerle de görüldüğü gibi modern dünyada; İslâm’ın sosyal, ekonomik yönü rafa kaldırılmak istenmektedir. Bunun sebebi; sömürme ve tüketme üzerine kurulu seküler dünya düzenine, İslâm’ın karşı duruşudur. İslâm; doğuşunda da Mekke’deki hâkim sömürü ve tüketim kültürüne karşı durmuş, alternatif Rabbânî bir sistem inşâ etmiştir. Şimdi yapılan bütün hesaplar ve kurulan bütün düzenler; insanın insan olarak kalmasını, kul olarak yaşamasını isteyen ilahî düzene karşı başkaldırı hareketidir. Müslümanların bu başkaldırı hareketine eklemlenmek, onun başkalaştırmasına payanda olmak gibi bir duruşu ve tavrı olamaz. Hâkim düzen; fâizi «olmazsa olmaz» olarak kabul etse dahî, müslüman için haramdır. Aynı şekilde tesettür; hâkim tüketim kültürü açısından bir moda aracı, tüketim unsuru olarak görülse bile, müslüman için tesettür Allâh’ın koyduğu bir kanundur ve Allâh’ın istediği gibi olmak zorundadır. Müslüman bu doğrultuda yaşamak mecburiyetindedir. Zira müslüman, canının istediği gibi değil, Allâh’ın istediği gibi yaşayandır.

Evet, müslüman; canının istediği gibi değil, Allâh’ın istediği gibi yaşayandır. Peki, bu bir insanda nasıl inşâ edilecek? «Îman ve ihsan» şuurunun gündemde tutulmasıyla inşâ edilecektir. Îmân edilen Allâh’ın ne büyük Allah olduğu ve O’nun, insanın her alanına karıştığı eğitimi, en önemli eğitimdir. Bu eğitimin es geçildiği, Allâh’ın sadece yaratıcı olduğunun ön plâna çıkarıldığı bir eğitim sisteminde; «deist» yani Allâh’ın vazifesinin yaratmak olduğu, insanın işlerine müdâhil olmadığı inancına sahip insanlar yetişir. Bunun neticesi, müslüman görünen ama yaşantı ve fikir açısından «deist» insanlar ortaya çıkar. İşte o zaman; fâiz normalleşir, tesettür modalaşır, ibâdet azalır. Bunun için müslümanların ana gayesi; Allâh’ın her an dünyaya müdâhil olduğu, insanların hayatının her yönüne yönelik kanunlarının olduğunu nesillere aktarmak olacaktır. Aksi takdirde; modern haz eksenli dünyada, sahih mânâda îmâna sahip, îmânının gereğini yaşantısına aktaran, îmân ehli nesiller azalacaktır. Bunun mes’ûlü de îmân edenler olacaktır.

Unutulmamalıdır ki;

İslâm; müslümanların dîni, hayat kaynağı ve kabre kadar ömür reçetesidir.