Seyyidü’l-Enâm; PEYGAMBER EFENDİMİZ

B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com

 

Mevcut bilgilere göre; uçsuz bucaksız kâinattaki, sonsuz sayıda gezegenler arasında hayatın var olduğu tek yer, hesapsız nimetlerle ve zenginliklerle donatılmış dünyamızdır. Kur’ân-ı Kerim’de, bu ilâhî sanat hârikası olan kâinâtın yaratılış hikmeti ile alâkalı olarak;

“O; göklerde ve yerde bulunan her şeyi, kendinden bir lütuf olarak sizin hizmetinize vermiştir. Şüphesiz bunda düşünen topluluklar için ibret ve deliller vardır.” (el-Câsiye, 13) buyurulur.

Ahmed Gazâlî -rahmetullâhi aleyh- Hazretleri bu hususu şöyle hulâsa eder:

“Allah Teâlâ, kâinâtı insan için; insanı da kendisi için yaratmıştır.”

Bu cümleden olarak; «En güzel kıvamda yaratılan insan» (et-Tîn, 4), Allah Teâlâ adına yeryüzünü idare etmek gibi fevkalâde mes’ûliyetli ve ulvî bir vazife ile mükellef kılınmıştır.

İnsanın bu ağır vazifeyi bi-hakkın îfâ edebilmesi için gerekli hatt-ı hareketinin muhtevâsı da, Allah Teâlâ tarafından bildirilmiştir. Bu ilâhî değerler manzûmesini ona tâlim etmek üzere de Seyyidü’l-Enâm Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz tayin buyurulmuştur. Bütün güzelliklerin ve ihtişamın fevkindeki bu nimetin kadr u kıymetini hangi lisan anlatabilir! Nitekim âlimler ve edipler asırlardır İlâhî Kelâm’ı ve Habîbullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i anlatmaya gayret ediyorlar; ümmetin muhabbetine tercüman oluyorlar.

Bir gün Hazret-i Halid bin Velid -radıyallâhu anh-, Arap kabîlelerinden birine uğramış ve kabîle reisi kendisine;

«–Yâ Halid! Bize Allâh’ın Rasûlü’nü, sûret ve sîreti ile tasvir et.» demişti. Hâlid -radıyallâhu anh- ise;

«–Bu imkânsız, buna kelimeler yetişmez.» deyince, kabîle reisi;

«–O hâlde hiç olmazsa tasavvur ve idrâkin nisbetinde hulâsa et.» dedi. Bunun üzerine Hâlid -radıyallâhu anh- şu muhteşem cevabı verdi:

«–Sana şu kadarını söyleyeyim ki, gönderilen gönderenin kadrince olur. Gönderen Kâinâtın Hâlikı olduğuna göre, gönderdiğinin şânını var sen hayal ve tasavvur eyle!..»

Hâsılı, O’nun ahlâkı Kur’ân idi. Bunu Muallim Nâci ne güzel ifade etmiştir:

Hüsn-i Kur’ân’ı görür insan olur hayrân Sana,
Dest-i kudretle yazılmış hilyedir Kur’ân Sana.

İnsana, dünya ve âhiret saâdetini temin için ihsan edilen lütuflarla alâkalı olarak, Kur’ân-ı Kerim’de;

“… Bugün dîninizi kemâle erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size din olarak İslâmiyet’i beğendim…” (el-Mâide, 3) buyurulur. Bu nimeti, tam-tekmil yaşayarak, herkesin anlayacağı şekilde tebliğ ve tâlim eden o seçilmiş zâtı olduğu gibi ifade edebilmek, elbette ki insan kudretinin üstündedir. Nitekim, kaba saba, merhameti unutmuş her türlü insanın bulunduğu bir câhiliyye cemiyetini; kıyâmete kadar örnek olacak bir «asr-ı saâdet» cemiyetine yükselterek insanlığın ufkuna koyma mûcizesi, lâyıkıyla idrâk edilebilecek bir şahsiyet inkılâbı değildir.

Habeşistan’a hicret eden müslümanların sözcüsü Hazret-i Câfer -radıyallâhu anh-, hükümdar Necâşî’nin huzûrunda; kendilerini geri isteyen Kureyş müşriklerine karşı, gönüllerini tutuşturan ve hükümdarı ağlatan nûru şöyle anlatır:

“Allah Teâlâ bizlere merhamet etti ve bizim ıslâhımızı diledi de, içimizden bir Peygamber gönderdi. Kendisini; «el-Emîn» diye isimlendirmiştik. O, bizi Allâh’ın birliğine çağırdı. O’na ibâdet etmeyi öğretti. Bütün ahlâksızlıklardan uzaklaştırdı. Kan dökmeyi, kumar oynamayı, içkiyi, fâizi… yasakladı. Bize hep iyilikleri tâlim buyurdu. Bizi vahşetten kurtardı. Medeniyete kavuşturdu…”1

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in örnek şahsiyeti, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle tavsif buyurulur:

“(Ey mü’minler!) And olsun ki Rasûlullah’ta sizin için, Allâh’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allâh’ı çok zikredenler için bir «üsve-i hasene» (iktidâya şâyan en güzel bir örnek) vardır.” (el-Ahzâb, 21)

Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de;

“Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi güzel yaptı.” (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, I,12)

“Muhakkak ki ben, güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim.” (Muvattâ, Hüsnü’l-Huluk, 8)… gibi ifadelerle, gönderilme hikmetini işaret buyurur.

Asırlardır, Kur’ân-ı Kerîm’i tahrif etmeye muvaffak olamayan mihraklar; O’nu tebliğ eden yüce Elçi’yi insanlığın ufkundan kaldırarak, bu muazzez dîne zarar vermeyi; müslümanları rehbersiz, mürşidsiz bırakarak istikametten saptırmayı denemeye başladılar. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“Size iki şey bırakıyorum. Bunlara sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla dalâlete düşmezsiniz: Allâh’ın Kitâbı (Kur’ân-ı Kerim) ve Rasûlü’nün sünneti.” (Muvattâ, Kader, 3) buyurmuşken; bu ifsâd edici faaliyetler, maalesef İslâm âleminde tesirli de oldu. Ümmet, dümeni bozuk gemiler misâli; ılımlı, radikal, tarihselci, selefî, çeşitli sosyal ideolojilere ve terör gruplarına yamanmış… gibi isimlerle adlandırılan, türetilmiş cephelere savruldu.

Hâlbuki Kur’ân-ı Kerim’de, insanlar;

“… Rasûl size ne verdiyse onu alın! Size neyi yasakladıysa ondan da kaçının ve Allah’tan korkun! Çünkü Allâh’ın azâbı şiddetlidir.” (el-Haşr, 7) diye kuvvetle îkaz buyurulur. Bu durumda, âciz akıllarınca, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i, -hâşâ- devreden çıkarıp, kendilerini O Varlık Nûru’nun yerine koymaya cüret eden kötü maksatlı kişilere kapılanmanın; ne mantıkî îzâhı olabilir, ne de yarın hesabı verilebilir. Sosyal medyada, -güya- bütün iyi niyetleriyle;

“O da bizim gibi bir insan. Diğer peygamberler gibi O’na da saygı gösteririz; o kadar…” diye, haddini bilmeden ahkâm kesenler, istikametten sapmış bedbahtlar derekesine düşerler.

Kur’ân-ı Kerim’de, Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in rahmet vasfı ile alâkalı;

“Ey Peygamber! Biz Sen’i bir şahit, bir müjdeci, bir uyarıcı, Allâh’ın izniyle kendi yoluna çağırıcı bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik.” (el-Ahzâb, 45-46) buyurulur. Ümmeti yoldan çıkarmak için «aydınlatıcı kandil»i söndürmek isteyenlerin gayretleri beyhûdedir. Çünkü:

“… Kâfirler istemeseler de, Allah nûrunu tamamlayacaktır.” (es-Saff, 8) İlâhî nûru söndürmeye uğraşanlar, ancak kendi hüsranlarını hazırlarlar.

İhtidâ ettikten sonra, Antalya’da, Avrupalı turistlerin, İslâm hakkında doğru bilgi sahibi olmaları için çaba sarf eden Alman öğretim üyesi Hatice Hanım;

“Her mü’minin; tattığı îman nimetini başkalarının da tatması için, tanımayanlara İslâm’ı anlatması lâzım. Dünya Allah ve Peygamberimiz’i tanımaya muhtaç.” diyor…2

Âlemlere Rahmet Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“Hiçbiriniz kendi nefsi için istediğini, mü’min kardeşi için de istemedikçe kâmil mü’min olamaz.” (Buhârî, Îmân, 7) buyuruyor. Nefse râm olunmakla; merhametin unutulup, «kuvvet»in tek geçerli yol hâline gelmesiyle, her gün biraz daha yaşanamaz hâle getirilen dünyamızın yeniden rahmet iklimine kavuşabilmesi için tek çare; Allah ve Rasûlü’nü tanımak, «Kur’ân ve Sünnet»e sarılmaktır. Kutlamakta olduğumuz Mevlid Kandili; İslâm âlemi ve insanlık için, bunu idrâk etmeye vesile olsun. Âmîn…

_________________

1 Osman Nûri TOPBAŞ, Hazret-i Muhammed Mustafâ (sas)-1, Erkam Yay. İst. 2008, s. 359.
2 H. Kübra ERGİN, Yüzakı Dergisi, sa. 163.