Şanlı Mâzîmizden Seçme Nükteler – ZİKRİ KESİLMİŞ

Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

Yûsuf Sinan, nâm-ı diğer Sümbül Efendi, Merzifon’da doğdu. İlk tahsilini burada aldıktan sonra İstanbul’a giderek medrese okudu. Devrin meşhur âlimlerinden ders aldı. Medrese tahsilini ikmal ettikten sonra Cemâl-i Halvetî’ye intisâb ederek tasavvuf yoluna girdi.

Seyr u sülûkunu tamamladıktan sonra Mısır’a gitti, irşad faaliyetlerinde bulundu. Şeyhinin vefatının ardından tekrar İstanbul’a avdet ederek Koca Mustafa Paşa Dergâhı’na geldi. Talebeleri günden güne arttı. Ayasofya ve Fatih camilerinde vaaz u nasihatle halkı irşâd etti. Sümbül Efendi’ye tâzim ve hürmette kusur etmeyen Yavuz Sultan Selim Han, yaptırdığı caminin açılışında onun vaaz etmesini rica etti.

Sümbül Efendi, 1529’da vefat etti. Kabri, Fatih’te Sümbül Efendi Dergâhı’nın hazîresindedir.

***

Cemâl-i Halvetî bir gün talebelerinden çiçek getirmelerini ister. Bütün talebeler çeşit çeşit birbirinden güzel çiçeklerle hocalarının huzûruna çıkar. Ancak Yûsuf Sinan solmuş ve kurumaya yüz tutmuş bir sümbülle çıkagelir. Hocası bunun hikmetini sorduğunda cevaben;

“Hangi çiçeğe el attıysam hepsini Allâh’ı zikir ve tesbihle meşgul buldum. Onları koparıp da zikirlerini kesmeye gönlüm elvermedi. Baktım, bu zavallı sümbül dalından kopmuş artık Allâh’ı zikretmiyor. Ben de bu yüzden bu çiçeği size getirdim.” dedi.

Bu hâdise üzerine hocası, Yûsuf Sinan’a «Sümbül» lakabını verdi.

O’NU TARİF: HİLYE-İ ŞERİF

Türk edebiyatında «Hilye» türünün ilk eserini yazan dîvan şairi Hâkānî Mehmed Bey, Sadrazam Ayas Paşa’nın akrabasıdır. Saray çevresinde yetişti ve iyi bir tahsil gördü. Arapça ve Farsça öğrendi. Sancak beyliği yaptı. Dîvan edebiyatı alanında eserler kaleme aldı. Eserlerinde sade ve anlaşılır bir dil kullandı. Kaleme aldığı eserlerden Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ve «ehl-i beyt»e büyük bir muhabbet duyduğu âşikârdır. Şah eseri olan «Hilye-i Şerîf»i 1598’de, siyer-i Nebî ve şemâil-i şerif kitaplarından faydalanarak yazdı. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sûret ve sîretini tarif eden bu muhteşem eser, edebiyatımızda «Hilye» türünün ilk örneğidir.

1606 yılında vefat eden Hâkānî’nin son sözleri;

“Yârân-ı safâ, cennet bahçeleri ne güzel köşelermiş!..” oldu. Kabri, Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii hazîresindedir.

***

Hâkānî Mehmed Bey; Edirnekapı Camii civarında ikamet eder, Paşakapısı’nda yani bugünkü Sultanahmet civarında memur olarak çalışırdı. Hâkānî, «Hilye»sini tamamlayıp Sinan Paşa’ya takdim etti. O da devlet erkânına gösterdi. Her gören tarafından takdir edilen bu esere mukabil, şaire nasıl bir mükâfat istediği soruldu. Şair de artık yaşlandığını, Edirnekapı’dan Paşakapısı’na kadar güçlükle yürüyebildiğini, bu sebeple bir binek hayvanıyla gidip gelmek istediğini bildirdi. O dönemde Hâkānî rütbesindeki bir memurun; resmî işe binek hayvanıyla gidip gelmesi yasak olduğundan, emsal teşkil etmemesi için bu isteği yerine getirilmedi. Fakat kendisine Bâb-ı Âlî civarında bir ev verilerek müşkülü giderildi.

SULTAN GERİ ADIM ATTI

Memlük Sultanı Seyfüddin Kayıtbay, 1423’te Kafkasya’da doğdu. Çerkez asıllı olan Kayıtbay, köle olarak getirildiği Mısır’da Sultan Baybars tarafından satın alındı ve askerî alanda yetiştirildi. 1468’de çıktığı tahtta, otuz seneden fazla bir müddetle halkına hizmet etti. Özellikle Mısır’da, Hicaz’da ve Suriye’de pek çok cami, medrese ve tekke îmar ettirdi. Ravza-i Mutahhara’daki yeşil kubbeyi inşâ ettirdi, Mescid-i Nebevî’yi yeniletti.

Kayıtbay, 7 Ağustos 1496’da vefat etti. Kabri, Kahire’dedir.

***

Seyfüddin Kayıtbay’a bir gün «Kadem-i Şerif» yani Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in
mübârek ayak izi getirildi. Bundan son derece memnun olan Sultan, vefatından sonra bu «Kadem-i Şerîf»in türbesine konmasını vasiyet etti. Sultan vefat edince kendisi için Kahire’de bir türbe inşâ ettirildi ve «Kadem-i Şerif» bu türbeye kondu.

Aradan bir asırdan fazla bir zaman geçtikten sonra yine bir Peygamber âşığı olan Sultan I. Ahmed Han, «Kadem-i Şerîf»i İstanbul’a getirtip kendi yaptırdığı Sultanahmet Camii’ne koydurdu. Bunu duyan halk, camiye akın etti. Fakat Sultan o günlerde bir rüya gördü. Gördüğü bu rüyayı Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri’ne tabir ettirdi. Rüyada «Kadem-i Şerîf»i aldığı yere geri göndermesi işaret edilmekteydi. Bunun üzerine Sultan, bu mukaddes emânetin bir benzerini yaptırarak aslını Kayıtbay’ın türbesine geri gönderdi.

DENK GELEN VEFAT ÂNI

Edip, şair ve eğitimci Kemal Edip KÜRKÇÜOĞLU, Urfa’da doğdu. Urfa’da başladığı eğitimine İstanbul’da devam etti. Lisenin ardından «Ankara Üniversitesi Klâsik Şark Dilleri Bölümü»nü bitirdi. Fransızca, Arapça ve Farsça öğrendi. İlkokul öğretmenliğinden başladığı meslek hayatına; maarif müfettişliği, tarih ve edebiyat hocalığı ile devam etti ve daha birçok alanda vazife aldı. Her aldığı vazifeyi bi-hakkın yerine getirdi.

Olgun mânâsına gelen «Kemâl» mâhlasıyla muazzam gazeller, yanık kasîdeler, özlü rubâîler, eşsiz mersiyeler ve keskin hicivler kaleme aldı.

Mahmud Sâmi RAMAZANOĞLU -kuddîse sirruhû-’yu tanıyıp sohbetlerinde bulundu. İçindeki mücerred boşluğu, ondan aldığı feyz ve rûhâniyetle doldurup mâneviyâtını ikmâl etti. Derin bir muhabbet ve tâzim beslediği Sâmi Efendi’ye talebe olmayı şeref bildi.

Kemal Edip KÜRKÇÜOĞLU, 15 Nisan 1977’de İstanbul’da vefat etti. Kabri, Zincirlikuyu Mezarlığı’ndadır.

***

Kemal Bey, mide kanserine yakalanmıştı. Doktorları; ilâç tedavisinden ümit keserek, son günlerini geçirmesi için Kemal Beyi evine göndermeye karar verdi. Dayanılmaz ağrı ve sancılarla acı çekerken, vefat edeceğini anlayan Kemal Beyin derdi; ölümden kaçmak değil, fakat Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e yazmaya başladığı na‘tı tamamlamaktı. Hastanın duâsı makbuldür kabîlinden; seher vakti iki rekât teheccüd namazını edâ ettikten sonra, el açıp Rabbine içli içli yalvardı. Rabbinden na‘tını tamamlamadan canını almamasını niyaz etti. Cenâb-ı Hakk’ın lutfuyla şifâ buldu. Talebelerine bir ömür öğrettiği Muhabbet-i Rasûlullâh’ı ilmek ilmek işlediği şiirini, yedi senede tamamladı. Kalemi kâğıttan ref eyledikten sonra, şiiri o sırada Medine’de bulunan Ömer KİRAZOĞLU’na göndererek huzûr-i Peygamber’de okumasını rica etti. Bu ricayı kabul eden Ömer Bey; «Selâm Kapısı»ndan girip «Kabr-i Şerîf»in hizasına geldiğinde, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i selâmladı ve na‘tı cebinden çıkararak, kısık fakat yanık bir sesle okudu. Okudukça ağladı, ağladıkça feyz yağmurları sağanak olup yağdı. Bir müddet sonra kendini toparlayıp o saati kâğıda not etti. Kemal Beye haber vermek için Türkiye’ye telefon etti. Heyhat ki büyük şair, şiirinin huzûr-i Peygamber’de okunduğu dakikalarda rûhunu teslim etmişti.

İşte o na‘ttan bir beyit:

Bir gören bir daha görsem diye Allah Allah!..
Şaşırır aklını, ruhsârına hayrân olarak…