KARDAN ADAM

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

“Doğrudan da dünya başka âlemdir,
Sihirlidir güneş çıka, don düşe.
Yeryüzünde gezen belki gölgemdir,
Belki çoktan ben toprağa dönmüşüm,
Bundandır; yüreğime kar yağıyor.” (Nebî Hazrî)

Rahmetli dedemin Denizli’ye bizi ziyarete geldiği günlerden biriydi.

Dedemle hem geziyor hem de sohbet ediyorduk ki bu sohbetler onun hikmet hazinelerinden istifade etmeme vesile oluyordu.

Bu gezintilerden birinde, Denizli’nin orta yerinde; sırtında küfe ile kar satan bir adama rastladık. Çok şaşırmıştım.

Yaz günüydü, kırk derecede sıcakta küfenin içerisindeki karın üzerinde sadece ıslak bir çuval vardı. Kar nasıl erimiyordu, bir türlü akıl sır erdirememiştim.

Benim şaşkınlığımı görünce dedem;

“Bak evlâdım! Sen hiç çiçekçinin çiçeklerinin solduğunu gördün mü? Fırından hiç bayat ekmek aldın mı? İşte bu sebeple bunların da karları erimez. Peki, ne zaman erir?

Nasıl çiçek koklanmaz ise solar, ekmek yenilmez ise bayatlar, işte bu kar da yürekleri ferahlattığı zaman erir.” dedi.

O sırada kar satıcısı tam da yanımızdan geçiyordu ki. Dedem seslendi:

–Gel bakalım derviş, vaktin var mı, biraz sohbet edelim.

–Estağfurullah, buyur beyim.

–Nereden geliyor bu değirmenin suyu?

–Honaz Dağı’ndan beyim. Bu dağdaki karlar, yaz-kış hiç tükenmez.

–Çıkıyor musun tepeye kadar?

–Yok beyim, bir yere kadar katırla gidiyorum, sonra tırmanıyorum. Belli bir yere gelince, orada büyük kar parçaları var. O büyük parçalardan küçük parçalar koparıp denizdeki bir sal gibi aşağı kaydırıyorum, oradan da katıra yükleyip getiriyorum.

Dedem gülümseyerek;

“–Peki, o büyük kar parçaları nereden geliyor?” deyince;

Kar satıcısı parmağıyla yukarıyı gösterip gülümsedi, sonra avucumuza biraz kar koyup tekrar yola koyuldu.

Avucumuzdaki kardan yediğimiz zaman, tabiî kar erimeye başladı.

Dedem;

–Nasıl erimeye başladı değil mi?

–Evet!

–İçine bir ferahlık geldi mi?

–Evet!

–İşte mesele bu!..

Arkasından;

“Bak evlâdım ben sana o büyük kar parçalarının nereden geldiğini anlatayım. O zaman daha iyi anlayacaksın.” dedi.

“Gençlik yıllarımda manifaturacılık işine girmiştim. Buldan bezi denilen dokumalardan almak için Denizli’ye gidip geliyordum. Denizli’de bu işi yapan bir arkadaşım vardı, dokumaları ondan alıyordum. Yine bir yaz günü Denizli’ye gelmiştim. Hava çok sıcaktı. Arkadaşım;

«Dağ köylerine götüreyim seni, serin olur oralar…» dedi. Bir minibüsle Honaz Dağı’nın eteklerindeki bir köye gittik. Köyün kahvehânesinde çay içerken; obasının ihtiyaçlarını karşılamak için köye gelen konargöçer yörüklerden biriyle karşılaştık, sohbet etmeye başladık. Yörük; bizi obasına davet etti, kabul ettik. Köyden emânet aldığımız katırlarla o yörük çobanın peşine takıldık, birkaç saatlik bir tırmanıştan sonra, yörük obasının yaylağına ulaşmıştık. Bize kendi yaptıkları tereyağlı gözlemelerden, ayranlardan ikram edip; bir güzel karnımızı doyurdular. Obadaki herkes işe koyulunca, biz de;

«Biraz gezelim…» dedik ve katırlara binip tırmanmaya başladık. Karlı bölgeye ulaşmayı hedeflemiştik. Gençlik işte… Karların olduğu sınıra gelince, karların üzerinde yaklaşık beş yüz metre kadar yukarıda küçük bir kulübe gördük. Kulübenin bacasından dumanlar tütüyordu. Merak edip katırlardan inip yaya olarak karların üzerinde yürümeye başladık. Eve yaklaşınca gördüğümüz manzara şuydu:

Üstü başı bembeyaz kardan adama benzeyen bir adam, ellerinin arasında kartopu yapıyor, tepeden aşağıya yuvarlıyordu:

–Selâmün aleyküm arkadaş!

–Aleyküm selâm!

–Ne yapıyorsun burada arkadaş?

–Yüreğime dökülen karlardan kartopu yapıp; yüreklerini kar gibi tertemiz, bembeyaz yapmak için insanlara yolluyorum.

Arkadaşımla birbirimize baktık, hiçbir şey anlamamıştık. Üzerimizde yazlık kıyafetler olduğu için, bayağı da üşümüştük. Orada daha fazla kalamadık, tekrar obanın olduğu yaylağa döndük. Herkes bir işle meşgul olduğu için, bizi obanın en yaşlı kişisinin yanına götürdüler.

Yaşlı amca;

«–Nasıl gezdiniz mi dağı, gördünüz mü bizim dervişi?» dedi.

«–Gördük ama bir şey anlamadık amca!» dedik.

Gülümsedi:

«–Bakın evlâtlarım! Görünüşleri sizleri aldatmasın, bunlar Allah dostu insanlardır. Bunlar bir şekilde insanların yüreklerini ferahlatmak sûretiyle bir işaret gösterirler. Yani eğer ki kalplerinizdeki kötülükleri temizlerseniz işte böyle feraha erişirsiniz, demek isterler. Yani tasavvufî olarak insanlığı irşâd ederler.

Bilir misiniz Peygamberimiz’in şu duâsını:

‘…Allâh’ım beni kar, dolu ve soğuk suyla temizle. Beni günah ve hatalardan, beyaz elbisenin kirden paklandığı gibi tertemiz eyle.’ (Müslim, Salât, 204)»”

Dedem;

“O zaman anlar gibi olmuştuk ama daha bir fırın ekmek yememiz gerekiyordu.” dedi ve devam etti:

“Velhâsıl o uzlette yaşayan derviş; avucunun içinde yaptığı kartoplarını tepeden aşağıya yuvarlıyor, yuvarlanan kartopu aşağı doğru büyüyerek yuvarlanıyor, karların bittiği yerde büyük kar parçaları oluşturuyordu.”

Dedem;

“Kardan adam hâlâ yaşıyor mu bilinmez ama, günümüzde hâlâ kar satan hizmet erleri var. Tabiî o kardan tadıp da yüreği ferahlayanlar ise, nasibi olanlardır.” dedi ve bitirdi.

Allah Teâlâ sizleri de nasibi olanlardan eylesin…

Kötülükten soğutup hayra ısındır kalbi,
Tertemiz karla, soğuk suyla arındır kalbi…
Bembeyaz elbisenin hiç lekesiz hâli gibi;
Pîr ü pâk eyle günahlardan aman yâ Rabbî!.. (Trc. Tâlî)