UNUTULMAZ ANLARA LEKE SÜRMEMELİ…

Halil KAŞIKÇI

İnsan hayatında bazı hususî anlar ve unutulmaz hâdiseler vardır. Bir ömürde ancak üç veya beşi geçmeyen bu hâdiseler hayatımıza yön verecek mahiyette olabilir.

Böyle özel günlerin her biri hayatta ekseriya bir defa yaşanır. Bu yüzden her birinin kendine has ağırlıkları ve tecrübeleri vardır. Böyle anları korumak ve içlerine, hatırlandıkça üzülecek bir şeyin sızmamasına gayret etmek gerekir.

Yatılı okula girdiğiniz gün… Yahut üniversiteden mezuniyetiniz…

Evlenmek… İsteme, söz, nişan ve düğün… Ömür boyu unutulmayacak zamanlar… Bu anlarda bir terslik yaşanırsa, insan ömür boyu hatırladıkça ızdırap duyar. Bu sebeple haddi aşan, insanı inciten şakalar vs. yapmamalı.

Askerlik başlı başına hayatın özel bir bölümüdür. Acı, tatlı, unutulmayan günlerin geçtiği bir zaman dilimidir. Bilhassa askere uğurlandığınız, peygamber ocağına adım attığınız ve sonunda tezkereyi aldığınız günler, hiç aklınızdan çıkmayan anlardır. Buralarda yaşanan bir haksızlık hâfızanıza kazınır ve bir daha çıkmaz!..

Hac, bir müslümanın şartları uyduğunda yapması gereken farz bir ibâdettir. Kabul mercii Allah Teâlâ’dır. Biz edâ etmek ile mükellefiz.

Hususen, haccın mânevî bir ağırlığı ve hayatımıza getirdiği bir mükellefiyeti de vardır. Esas olan bunu taşıyabilmek, hattâ bu mânevî hazırlığa, yola çıkmadan başlamak ve bu şuuru Mekke’ye, Medine’ye, Arafat’a, Müzdelife’ye, Mina’ya taşımaktır.

1990 yılında edâ ettiğimiz hac ibâdeti esnasında, kafilemizde yaşadığımız ve hiç iyi hatırlayamadığımız iki hâdiseyi aktarmak istiyorum.

O senelerde hacca gidenler, hediyelik eşyada ağırlıklı bir kalem üzerine yoğunlaşırlardı. Bunlar bir sene battaniye, bir sene katalitik soba, bir sene lâmbalı tavan vantilatör vs. idi. Bizim gittiğimiz sene, katalitik soba furyası vardı. Kafilemiz hatırladığım kadarı ile 210 kişi idi ve arkadaşlar 168 adet katalitik soba almıştı.

Dönüş günümüz Ağustos ayında, sıcak bir gündü. Otobüslerimiz Mısır veya İran’ın eski uzun burunlu yerli kasa, camları elle açılan, klimasız, bagajı otobüsün damında olan otobüslerdi.

Biraz can tezliği, biraz gençlik, biraz da hizmet iştiyakıyla, otobüslerin damına çıkıp eşyaları yerleştirme vazifesini üstlendim. Fakat ne yaptı isem yine de bir kamyonetlik eşya arttı. Bir kamyonet tutarak eşyaları yerleştirdik ve şoförün yanına da kafile başkan yardımcısı, hacca ilk kez gelmiş olan bir müezzin kardeşimizi sahiplenmesi için bindirdik.

Eşyalar tamam, otobüslere bindik, öğle sıcağı tepemizde, bir hayli de yorulmuş idik. Fakat başkan, kafileden bir hacının eksik olduğunu fark etti. Bir buçuk iki saat aramadığımız yer, bakmadığımız ev kalmadı. Hareket edemiyoruz. Bir de baktık ki arkadaş elinde bir oyuncak ile geldi.

Tabiî başta kafile başkanı ve bütün kafile; kızgınlık, azar ve sitem ile karışık nerede olduğunu sordular.

Hacı efendi gayet sakin ve biraz da pişkince anlattı:

“Torunuma bir oyuncak almış idim. Satan dükkân oyuncağın pilini koymamış onu almaya gittim. Gitmiş iken de bir tavaf yapayım, dedim.”

Evimiz Âhir Mesfele’de, gittiği yer Kapalıçarşı, yani 3,5-4 kilometre civarında bir mesafe… Elli kuruşluk bir pil ve o kadar hacının hakkı…

Bu kardeşimiz bu hakkı nasıl ödeyeceğini hiç düşünmedi mi, böyle bir kaygısı olmadı mı, hac farîzasını yerine getirdi -Allah kabul etsin- lâkin bu hak nasıl ödenecek? Bunu haccın neresinde değerlendirelim?

Diğer taraftan kamyonet, eşyalar ile birlikte Cidde’ye hareket etti. Biz Cidde’ye geldik, fakat kamyonet ortada yok. Eşyaları ve katalitik sobaları olanlar telâşlanarak ileri geri konuşmaya başladılar. İşi hakarete kadar götürdüler. Kamyonet bir saat gecikme ile geldi. Yolda arabanın tekeri patlamış, değiştirmek zaman almış. Gecikme sebebi bu.

Hiçbir mecburiyeti olmamasına rağmen sırf yardım gayesi ile şoföre eşlik eden müezzin kardeşimize yapılan azarlamaları ve hakaretleri kaldıramayan hoca efendinin, sıkıntıdan kulaklarından kan geldi, ağlamalarını bizzat ben zor teskin ettim.

Peki; bu kendini bilmezliğin, nefsine hâkim olamamanın, şeytan ile arkadaşlık etmenin bedelini ne ile ödeyecek bu hacı kardeşler?.. Bu hak nasıl ödenecek?.. Ödemeden cennete nasıl gidilecek? Aldığın, götürdüğün katalitik veya hediyeler senin vicdanında hiçbir tahribat yapmayacak mı?

Bakın aradan 30 yıla yakın zaman geçmiş. Ben şahidi olarak unutmuyorum… Mağduru unutur mu?

Hac gibi, düğün gibi, celp yahut tezkere gibi ömürlük unutulmaz anlar, hatırlandıkça insanı mahcup edecek kabahatlerle kirletilmemeli. Çünkü, bu dünyada unutulmadığı gibi, âhirette de unutulmayacak. Orada pişkince geçiştirilemeyecek. Her şeyin hesabı sorulacak.

Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi, hacı olmanın bir bedeli, bir ağırlığı olmalı ve bizler bunun taşımanın çabası içinde olmalıyız.

Tabiî ki bunlar münferit hâdiseler. Bunu çoğunluğa mal etmek mümkün değil. Hattâ haksızlık olur. Fakat gönül istiyor ki dünyada ufacık menfaatler için kalpler kırılmasın, hak tahakkuk etmesin.

Bir kısım günahların affedildiği meşakkatli bir ibâdetin daha sonu gelmeden, günah ile karşılaşılması ne kadar acı…

Elhamdülillâh son senelerde hacca gitmenin imkânları son derece güzelleşti. Oteller düzenli ve yemekli. Hizmetliler, otobüsler, Arafat’ta ve Mina’da kurulan klimalı çadırlar, su ihtiyacı ve tuvaletler eski ile kıyaslanamayacak kadar mükemmel. Hizmet sektörü daha şuurlu. Fakat yine de insanlar nefislerine uyduklarında; öfkelenecek, kızacak, arkadaşlarını incitecek bahaneler bulabilir.

Ne olur, o unutulmaz anlara leke sürmeyelim!.. Her zaman nefsimizi dizginleyelim, sabredelim, fakat bilhassa o unutulmaz anlarda daha bir gayret edelim…

Allah -celle celâlühû- hac ibâdetini her müslümana nasip etsin, imkânı olup da gidemeyenlerin niyetlerini hâlis eylesin. Hikmetine vâkıf olup sırrına erişenlerden, bir ömür boyu Arafat’ı hatırlayıp o şekilde bir hayatı sürdürmeyi hepimize nasip eylesin.

Âmîn…