ÖLMEDEN ÖLMEK

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

Ölüm âsûde bahâr ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında yatan kabrinde,
Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter. (Yahya Kemal BEYATLI)

Bekçi Murtaza Efendi; Üsküdar Tunusbağı, Karacaahmet mıntıkasındaki vazifesine yeni başlamıştı.

Seher vakti; nöbeti mesai arkadaşı Reşat Efendiye devrettikten sonra, sabah namazını beklemek üzere Küçük Selimiye Camii’ne girdi.

Caminin köşesindeki sohbet halkasını görünce yanaşıp kulak misafiri oldu.

Konuşan hocaefendi şunları söylüyordu:

“Ölümü güzelleştirmek, gayr-i irâdî tahakkuk edecek olan ölüm gelmeden evvel, hadîs-i şerifteki;

«Ölmeden evvel ölünüz!» sırrı ile fânî varlıkta, nefsin menfî ve çirkin hâllerini irâdî olarak yok etme olgunluğuna erişebilmek ve ham insandan kâmil insan hüviyetini kazanabilmektir.

Ancak bu sırrın tecellîsine mazhar olabilmek için; tatbikatta ve herkes için geçerli olan başlıca esaslara riâyet etmek lâzımdır.

Allâh’a yönelişte, kalbin de önce tövbe ve istiğfar ile mânevî kirlerden temizlenmesi zarurîdir. Bundan dolayıdır ki tasavvufun bütün kollarında ders, istiğfar ile başlar.

Dünyanın süs, zevk, mal ve makamından kalben vazgeçmek lâzımdır. Nitekim ölüm, hepsini bir anda silecektir.

Ölmeden evvel, kulun Rabbine sığınması ve teslim olması lâzımdır.

İhtiyaç fazlasına hâcet görmemek lâzımdır. Ölümle mecburî bir kanaate girilecektir.

Bu hayata mânen; «Elvedâ!» diyerek dünyadaki bütün bağlantılardan fiilen sıyrılıp kabir âleminde müsbet veya menfî bir uzlete bürünmeden evvel, Rabbânî tecellîler içinde Rab ile beraber olmak lâzımdır.

Tecellîsinin ağırlığından dolayıdır ki sâlike istiğfardan başlatarak bir hazırlık safhasından sonra «lâfza-i celâl» zikri verilir.

Mevlâ’dan başkasından gelen her câzip davetten kaçınmak lâzımdır. Nitekim ölüm, o hâle varmaktır.

Nefsin mücâhede ile; hoşa gitmeyen ve ıstırap veren hâdiseler karşısında, zâhirî ve bâtınî dengeyi bozmadan sükûnete bürünüp, Hakk’a teslim olması lâzımdır. Nitekim kabir, bütün dünyevî arzulara karşı mecburî bir sabır mekânı olacaktır.

Bütün kâinatta yalnız Allâh’ın tasarrufu, hâkimiyeti ve tanzîm-i ilâhîsi vardır. Kulun da ölmeden evvel bu ilâhî murâkabenin muhtevâsı içinde olması, kulluğunun seviye kazanması bakımından mühimdir.

Kulun, nefsinin rızâsından ayrılıp Mevlâ’nın rızâsı muhtevâsı içinde yaşaması lâzımdır. Nitekim ölüm, o makama gitmektir.

Ve son olarak Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, «tefekkür-i mevt»i tavsiye eder. Yani;

«Bütün zevkleri kökünden yok eden ölümü çokça hatırlayınız!» (Tirmizî, Kıyâmet, 26) buyurur.”

Sabah ezanının okunmasıyla sohbet bitmiş, Murtaza Efendi sohbetten çok etkilenmişti.

Namazdan sonra Karacaahmet Mezarlığı yanından evine yollanırken kendi kendine düşündü, artık emeklilik yaklaşmıştı.

Sabah çorbasını içerken mevzuyu hanımına da açtı.

Hanımı;

“Sen nasıl uygun görürsen bey…” diye karşılık verdi.

Karnını doyurup biraz istirahat ettikten sonra evden çıkıp Üsküdar’daki evkaf dairesine gitti. Kendisi ile hanımına Karacaahmet’ten iki kişilik mezar yeri tahsisi yaptırmak istiyordu. Gerekli evraklar tamamlandı, ücretler yatırıldı. Murtaza Efendinin yanına bir memur katıldı, birlikte Karacaahmet Mezarlığı’na gelip mezar yerini belirlediler.

Artık Murtaza Efendi her sabah namazından sonra evine yollanmadan evvel; Karacaahmet’teki mezar yerine uğruyor, toprağı biraz düzeltiyor, bir-iki ot koparıp öyle evine gidiyordu.

Murtaza Efendi bir yaz günü yine Küçük Selimiye Camii’nde sohbete katılıp sabah namazını edâ ettikten sonra, her zaman yaptığı gibi mezar yerine gitti.

Orada hocaefendinin sohbetlerinde bahsettiği «tefekkür-i mevt» mevzuu hatırına geldi.

Mezar yerindeki çimenlerin üzerine boylu boyunca uzanıp gözlerini kapattı ve Peygamber Efendimiz’in hadîs-i şerîfinde buyurduğu gibi ölümü düşünmeye başladı.

Bir süre sonra ortalık mis gibi gül kokmaya başlamıştı.

Murtaza Efendi;

«Aman yâ Rabbi ne güzel gül kokuyor!» diye düşündü.

Sonra bir bülbül şakıması duyuldu.

Murtaza Efendi;

«Aman yâ Rabbi bülbül ne güzel ötüyor!» diye düşündü.

Cenazeye gelenlerin işi çok kolay olmuştu.

Mezarın yanındaki boş yere dört kazık çakılıp etrafı çarşafla kapatılınca, yakılan ateşte bir teneke de su ısıtılıp mevtâ yıkanınca, geriye karakol komutanının ahde vefâ konuşması ve hocaefendinin okuduğu Kur’ân-ı Kerim eşliğinde mevtânın toprağa verilmesi kalmıştı.

Murtaza Efendi sanki yerden yükselmiş; tepeden kendini, gelenleri, mezarlığı seyrediyordu.

“Murtaza ağabey! Murtaza ağabey! Uyan, uyansana yahu!”

Murtaza Efendi gözlerini açınca; karşısında gece kendisinden sonra vazifeyi devralan genç bekçi Reşat Efendiyi gördü. Kendisini dürtükleyip uyandırmaya çalışıyordu, bir yanda da hanımcığı ağlayıp duruyordu.

Murtaza Efendi;

«Aman yâ Rabbi ölüm demek bu kadar yakın, bu kadar kolay, bu kadar güzelmiş!» diye düşündü, doğruldu.

Sabah eve gelmeyince hanımcığı karakola uğrayıp durumu karakol âmirine bildirmiş. Kendisinden nöbeti devralan Reşat Efendi bulunmuş. Bereket; Murtaza Efendi, Reşat Efendiye namazdan sonra mezarlığa uğrayacağını söylemiş de gelip bakınca Murtaza Efendiyi mezarında uyur bulmuşlar.