ÖRÜMCEK, HAKKI GÖRMEYEN GÖZLERDEYDİ

YAZAR : Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

İnsanlık tarihinin en karmaşık, en insafsız ve merhametsiz dönemini yaşıyoruz zannederim. Zira yeryüzünün her yanında savaşlar, işgaller ve katliâmlar yaşanıyor. Ne yazık ki bu yaşanan katliâmların muhatabı genellikle müslümanlar oluyor. Dünya haritasına bir göz atıp müslümanların yaşadıkları ülkelere baksanız; hemen tamamında yine müslümanların ezildiğini, horlandığını ve canlarına kıyıldığını görüyorsunuz. Bu durumun en büyük sebebi, müslümanları bir araya getirecek ve dertlerine çözüm bulacak bir merciin olmamasıdır.

Fiilî işgaller ve savaşlar bir yana, zihnî işgaller ile de yine müslümanlar bir değişime ve dönüşüme zorlanıyor. Devlet imkânları da kullanılarak; bir yandan şiî, diğer yandan selefî, modernist ve mealcilik akımları ile insanlar inançları üzerinden bir tercihe zorlanıyor.

Ülkemizde inançlı insanlar üzerinde rejimin belli dönemlerde çeşitli operasyonları olmuştur. Bu operasyonlar; müslümanları belli alanlarda sindirmekten ziyade, daha da şuurlandırmıştı. Ancak, son dönemlerde ekilen fitne tohumları yüzünden ne yazık ki ümmet-i Muhammed arasında birçok alanda şuur kayması baş göstermiştir.

Bu fitne akımları; önce mezheblere ve mezheb imamlarına, sonra «ehlullâh»a saldırıp hadsiz ve mesnetsiz tenkitler yapmışlardır. Şimdilerde ise; «Kur’ân bize yeter!» deyip, Sünnet’i devre dışı bırakmaya, hattâ bazı âyetlerin tarihsel olduğunu beyan ederek, Kur’ân’ı tahrif etmeye çalışmaktadırlar. Şu anda yürütülen operasyon ile; bin yıldır bu topraklarda İslâm’a hizmet etmiş, çevresindeki ülkelere yol göstermiş, örnek olmuş bir milleti tarihinden, köklerinden ve inancından uzaklaştırmak, ifrat ve tefrit dengesini bozarak, yeni bir inanç sistemi tercih etmeye zorlamaktadırlar.

Bu operasyonlarda kadîm ulemâmıza dil uzatılmakta, haksız ve insafsızca tenkitler yapılmakta, onların ulaşamadığı hakikatlere kendilerinin ulaştıkları söylenmekte; hattâ onların yanıldığı, doğrunun kendi söyledikleri şeyler olduğu iddia edilmektedir.

İslâm tarihinde müslümanlar çeşitli eziyet ve işkencelere muhatap olmuşlardır. Ancak, böylesine ahlâksızca bir saldırı zannederim daha önce sâdır olmamıştır. Zira bu saldırılar ile yeni nesiller kendi inançlarından ve değerlerinden soğutularak, onların zihinlerinde tamiri zor hasarlar bırakılmaktadır.

Bir hususta denge bozulunca, onun az veya çok olması fark etmiyor. Çünkü gafil ile hâin aynı dâvâya hizmet etmektedir. Bu operasyonları tasarlayan ve uygulamaya çalışanların ayarları gitgide bozulmakta, hadsizlik ve ahlâksızlıkta «belhüm edall» derekesine yuvarlanmaktadırlar.

Bin yıllık gelenekten ve İslâmî müktesebattan nasiplenmeyenler; «Bize Kur’ân yeter!» diyerek hadîs-i şerifleri ve Sünnet’i, dolayısıyla Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i devre dışı bırakma hadsizliğine düşüyorlar. Sünnet olmadan yaşanan bir dinde, nasıl ibâdet edileceğini bilmeyen bu gaflet ehli;

“Peygamber bize sadece vahyi taşımakla vazifeliydi. O, Kur’ân’ı kendi dönemine göre yorumladı ve vazifesini tamamladı. Biz şimdi Kur’ân’ı kendi dönemimize, kendi aklımıza göre tekrar yorumlayabiliriz…” diyerek tarihin en büyük ahlâksızlığına ve hadsizliğine teşebbüs etmektedirler.

Şunu ifade etmek gerekir ki, Sünnet düşmanlarının asıl maksadı; Kur’ân’ı Sünnet’ten tecrîd ederek, Kur’ân’ı, okuyanların ve yorumlayanların müdahalesine açık hâle getirmek, dolayısıyla âyetleri tahrif ederek maksatlarına hizmet eder hâle getirmektir.

Kur’ân-ı Kerim’de birçok âyet-i kerimede; Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e uymamız, O’na ittibâ etmemiz, O’nu örnek almamız, hattâ aramızdaki problemleri O’na götürmemiz ve O’nun vereceği hükme tam bir teslîmiyetle itaat etmemiz emredilmektedir. (bkz. en-Nisa, 65)

Yaptığımız birçok ibâdetin ana unsurları Sünnet ve hadislere dayanırken, onu örnek almamak ve devre dışı bırakmak sûretiyle nasıl bir dînî hayat tasavvur edilmektedir, anlamakta güçlük çekiyoruz. Dînî hayatımızdan Sünnet’i çıkardığımız zaman, namaz gibi en temel ibâdeti dahî yapamaz hâle geliyoruz. O hâlde Sünnet’i dışlayanların asıl gayesi, ibâdetsiz bir din midir?

Günlük hayatta kullandığı en basit âletlerin kullanım veya tamirinde yahut herhangi bir işe girişeceği yahut da ticarete atılacağı zaman, o işi en iyi bilene müracaat eden, onlardan yardım alan insan; en kıymetli şey olan dînimizin emirleri ve yasaklarını uygulamak ve öğrenmek için o dînin pratikte en güzel örneği olanı nasıl dikkate almaz, bu insanlara sormak lâzım…

Peygamber’in hüküm koyamayacağını iddia eden ve; «Kur’ân’dan başka kaynak tanımayız!» diyenler, şu âyeti nasıl yorumlayacaklardır:

“Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allâh’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allâh’ın azabı çetindir.” (el-Haşr, 7)

İslâm dîninin tebliğ edilmesinden itibaren; her devirde elbette ki herkes her şeyi söylemiştir, yazmıştır. Herkes söylediğinin ve yazdığının hesabını elbette verecektir. Bizi üzen ve asıl canımızı yakan, sahip oldukları kısıtlı bilgiler ile İslâm’ın temel prensiplerini tartışan ve onları kendi hevâlarına göre yorumlayan insanların çoğalmasıdır.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- Efendimiz de gördü, Ebû Cehil de gördü. Birisi tüm sadâkati ile O’nun yoluna teslim olup Sıddîk lakabına erişirken, diğeri O’nun yoluna engel koymaya devam ederek cehlin babası unvânına sahip oldu. Baktıkları aynı kişiydi. Ancak bakış açıları farklı olduğu için, gördükleri farklı oldu.

Şimdi, birileri O’nu «-hâşâ- postacı» olarak görebilir. Bu onların bakışlarındaki ârızayı ve zihinlerindeki kiri/pası göstermektedir. Biz O’na ve O’nun getirdiklerine azı dişlerimiz ile sımsıkı sarılmaya ve canımız pahasına savunmaya devam edeceğiz. Çünkü bu bizim en büyük îmânî vazifemizdir.

Ne demişti şair:

Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım,

O mücellâ çehreni izleseydim ebedî.

Mevlâ gözlerimizdeki hakikat perdelerini kapatmasın. O’nun nûru ile hayata ve hakikate bakmayı nasip eylesin.

Bu makale www.yuzaki.com yayınıdır.